mizaca göre beslenme ibni sina

İbni Sina’ya göre eğitim yaşı 7 mi?’ “Çocuk yedi yaşına girmeden önce yorucu ve rahatsız edici işlerin altına itilmemeli, bu şekilde bir eğitim ve terbiye etme yoluna gidilmemelidir. Çünkü bu çocuğun dinamizmini kırar, güzel yetişmesine engel olur.’’ İslamdnr İbni Haldun (1332 -1406), kiilik tiplerini göçebe ve ehir toplumları açısından Mukaddime kitabında incelemitir. Göçebe toplumda yaayan insanlar kanaatkar, dayanıklı, kendine gvenen, cesur, yemekler bedevi toplumuna göre daha lezzetli, daha yağlı yemeklerdir ve yedikleri yemekler mizaçlarını etkileyerek Öncelikleokulumuz Güngören İlçesindeki tek Sağlık Meslek Lisesi olması itibarıyla ayrıcalıklı bir öneme sahiptir. Öğrencilerimiz 10. Sınıftan itibaren Sağlık alanında eğitim görmeye başlarlar. 11. Sınıftan itibaren ise Hemşire Yardımcılığı, Sağlık Bakım Teknisyenliği ve Ebe yardımcılığı alanlarından Şahinbey Belediyesi ve hayırsever Taşdemir ailesi tarafından İbni Sina mahallesinde yaptırılan İbni Sina Seyitler camii ibadete açıldı. OkulumuzBesni İbni Sina Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi olarak okul bahçesinde ağaçlandırma çalışması yapıldı. Bu çalışmada okulumuz Biyoloji öğretmeni Onur ÇELİK ( 10-B sınıfı Rehber öğretmeni) ve 10-B sınıfı duyarlı bir çevre bilinci ile hareket ederek kendi imkanları ile temin ettikleri fidanları okulumuzun bahçesinde müsait olan yerlere dikmişlerdir. Site De Rencontre Seropositif Au Cameroun. İnsanların “ Can boğazdan gelir” şeklindeki beylik söz ile birbirlerine yemek yeme konusunda gaz verdikleri günler yavaş yavaş tarihe karışıyor! İnsanların “ Can boğazdan gelir” şeklindeki beylik söz ile birbirlerine yemek yeme konusunda gaz verdikleri günler yavaş yavaş tarihe karışıyor! Çünkü aşırı ve sağlıksız beslenme konusunda ve özellikle obezite konusunda gün gittikçe bilinçleniyoruz. Hz. Muhammed bir sözünde, “ İnsanoğlu’nun doldurduğu en kötü kalp, midesidir” derken; Hz. Davut da, “ Bir gün gelecek, insanın yedikleri kendisine tuzak olacak” açıklamasını yapmış! Dinlerin kutsal kitaplarında yasaklı ve izinli yiyecekler konusunda detaylı bahisler var. Bu röportajımızda “Yiyecekler” bahsine yer verelim istedik ve geçirdiği bir rahatsızlık neticesinde yaşadıkları kendisini “ Mizaç türlerine göre beslenme” konusunda araştırmalar yapmaya ve neticede “ Can Boğazdan Çıkar” isimli kitabını kaleme almaya iten ünlü gazeteci- yazar Mehmet Ali Bulut ile ki, kendisi aynı zamanda hocamdır gündem yaratan kitabı üzerine konuşmaya karar verdik; sağ olsun, yoğun programına rağmen bizi kabul ettiler! Mehmet Ali Bulut hocamız ile yaptığımız röportajımıza, kendisinin söz konusu kitabından bazı alıntılar da ekledik. Mizaca göre beslenme? Mehmet Ali Bulut ile Gülben Ergen’in TRT’de program yaptığı günlerden birinde randevulaştık; bu programda sohbetin konusunu Hoca’nın kamuoyunda gündem yaratan “ Kan gruplarına göre beslenme” tezi oluşturuyordu. Programın sonrasında hocamız ile Kabataş’ta bir mekânda, kitabında bahsi geçen çeşitli konular üzerine sohbet ettik. Bulut’un anlattıkları, “ Can ile boğaz” arasındaki can sıkıcı ! ilişkide, insanoğlu olarak kendi canımıza nasıl kastettiğimizin ifşası gibiydi adeta! Adem ile Havva’yı cennetten kovduran elma değil mi? Adem ile Havva’yı Cennet’ten kovduran imtihanın baş nesnesi yasaklı elma değil miydi? Mehmet Ali Hoca’nın anlattıklarıyla üst üste koyunca, aslında bizler de aynı “boğaz” imtihanından geçiyoruz da, galiba farkında değiliz! Hastalıklı olmak bir tercihmiş! Öncelikle, şunu belirtelim ki, Mehmet Ali Bulut’a göre, hastalıklı olmak, bir tercih! Zira insan bedeni hasta olmamaya göre programlanmış; gelgelelim, yanlış beslenmek suretiyle biz onu bu fıtrî özelliğinden saptırıyoruz. İbni Sina’ya sormuşlar… İbni Sina’ya sormuşlar, hastalık nedir?’ diye. Ünlü âlim bu soruyu şöyle yanıtlamış “ Bir önceki yediğini sindirmeden, ikinci bir yemeği yemektir.” İnsanın fıtri ömrü 120 yıl! Mehmet Ali Bulut, bugün 90 yaşında birini gördüğünde şaşıran bizlere, adı geçen kitabında, İnsanın fıtri ömrünün 120 yıl” olduğu hatırlatmasında bulunarak, acı gerçeği de şu şekilde açıklıyor “ Ama çoğu kişi daha bu rakamın yarısına dahi varamadan bozduğu beden yapısı sebebiyle ölür gider. Çünkü kişi, bünyesini doğru besleyemediği zaman onu vaktinden önce tüketir.” Sık yemek, çok yemekten daha fazla başa belâdır! Önce şunu soralım Ne sıklıkla yemek yenmeli? Günümüzün modası az ve sık’ yemek şeklinde. Mehmet Ali Bulut, “ Sık sık yemek, en az çok yemek kadar belâdır, hatta daha da beterdir” şeklinde yanıtlıyor bizi. Zira Bulut’a göre, sürekli yani sık aralıklar ile yemek yendiği takdirde, “ Beden asla gerçek hazmı sağlayamaz.” Bir insan kendi yumruğu kadar yemeli Peki, ne kadar yenmeli? Bu sorunun cevabı – alışkanlıklarından kolay vazgeçemeyen insanoğlu için - oldukça zorlayıcı! Zira Hoca’ya göre, “ İnsanın günlük yiyecek ölçüsünü belirleyen onun kendi yumruğudur! Yani, insanın kendi yumruğunun hacmi, onun günlük yiyecek ölçüsüdür. Tabii, alınan gıdanın sağlıklı ve hakiki gıda olması şartıyla! Bu da, 250 gram ile 500 gram arasında değişmekte. Kol gücü kullanan kişilerde bu ölçü, 500 gramdır. “ İnsanlık, önce sıfır 0 kan grubu ile başlamış! Sohbetimizin ilerleyen dakikalarında kan gruplarına göre beslenme konusuna geliyoruz. Hocamız, bize A, B, AB ve 0 sıfır kan gruplarının tarihte ortaya çıkış serüvenlerini anlatıyor. Buna göre, Sıfır 0 grubu, insanlığın ortaya çıkışında var olan ve mutasyona uğramamış bulunan kan grubu. Mehmet Ali Bulut, A grubu kanın ise insanoğlunun Mezopotamya’da tarımsal hayata başlaması ve tarımsal gıdaların tüketilmesi ile birlikte geçirdiği mutasyon ile oluştuğunu belirtiyor. B grubuna gelince; bu grup, 15 bin yıl önce soğuk ve uzak bölgelere gidilmesiyle birlikte ortaya çıkmış. Bulut’un deyimiyle, “AB grubunun oluşması ise bin 500 yıl önceki bir hadise.” Ot obur A, et obur B, melez AB ve temel kan 0 Bulut, sözlerinin devamında, kan grupları ile ilgili olarak genel bir bilgi veriyor bize “ A grubu, ot obur’ diyebileceğimiz grup iken, B gurubu ise et obur’dur. AB grubu ise, hem A hem de B grubunun yediklerini yiyebilir. 0 grupları, normalde tahıllara karşı hassastırlar. Buğday, çavdar, mısır sonradan geliştirilmiş, üzerinde çalışılarak oluşturulmuş ürünler olduğu için 0 kan grupları bunlara karşı hassastırlar. Çünkü 0, doğal kandır. İnsan ilk var edildiğinde ne buğday var, ne ekim var. İnsan, tabiattaki kökler ve hayvanlar ile besleniyor. Yani, 0 kan grubunda olanlar ataları gibi beslenirlerse, sağlıklı olurlar.” Kan grubunuza göre beslenin! Kitabında, kan gruplarına göre yenilebilecek ve yenilmemesi gerekli besinlerin bir listesini sunan Mehmet Ali Bulut, Deli Dana hastalığının ortaya çıkış sebebini açıklarken, aslında mizaca göre beslenmenin öneminin de altını çizmiş oluyor “ Deli Dana hastalığı, esasında ot obur olan bir mahlûkun ısrarla et yemeye zorlanmasıdır. Biliyorsunuz, bu hayvanların danaların küspelerine sakatat koyulduğu için Deli Dana hastalığı oluyor. Aynı şekilde insanlar da uzun süre tabiatlarına aykırı beslenirler ise, vücut ona karşı bir direnç oluşturuyor. Bunun zararları sonradan çıkıyor.” Öfkenin temel sebebi Cips, şeker, çikolata! Sohbetimizin ilerleyen bölümlerinde günümüz insanların çok sinirli hale geldiklerini hatırlatmamız üzerine ise Mehmet Ali Hoca’dan şu cevabı alıyoruz “ Bu öfkenin temel sebebi, cips, şeker, çikolata! Yani, yağlar ve şekerler. Günümüzde çok kötü yağlar ve çok şeker kullanılıyor.” “ Çok yemek yemek de insanda öfke yapıyor. Çünkü yenilenden fazlası yakılmadığı takdirde, birçok insanda kilo olurken, bir kısmında da yediklerinin mahiyetine göre öfke ve gazaba dönüşüyor. Yediklerimizden sadece vücudumuz değil, latifelerimiz, duyularımız, duygularımız, öfkemiz, şehvetimiz, sevgimiz de besleniyor. Yedikleri, içtikleri yüzünden kandaki asidi artmış, kanı tutuşmuş bir insanın sükûnet halini yakalaması, huzur içinde yaşaması imkânsız değilse bile, çok zordur.” Doğru beslenmeye giden yolda ne yapmak lâzım? Gazeteci- yazar Mehmet Ali Bulut’un yaptığı araştırmalara dayanan “ Can Boğazdan Çıkar” isimli kitabında belirtilenlerin ışığında, doğru ve mizaca göre beslenmeye giden yolda yapılması gerekenlerden en azından bazılarını siz değerli okuyucularımız için başlıklar halinde aktaralım Midenizin dişleri olmadığını unutmayın! Besinleri çok çiğneyin! Dişlerinizin yapması gereken öğütme işlevini midenize yüklemeyin! Bir lokmayı, en az 16 kez çiğneyin! En az 16 kez çiğnenmemiş bir lokma hemen hemen hiç çiğnenmemiş gibidir! Yemeklerin hazım sürelerine dikkat edin! Eğer birkaç çeşit birden yiyecekseniz, yemek yeme sırasına ve öğünlerin hazım sürelerine dikkat edin. Hazım süresi en uzun olan gıdayı en sona bırakın. Yemeğe en hızlı hazım olunan gıdadan başlayın. En iyi su içme zamanı yemek yemeden 15-20 dakika öncedir. Suyun sonrasında ise tatlı/ meyve yenmeli Tatlı ve meyveler en fazla 40- 45 dakikada hazım olunurlar. Salata, bu hazmın sonrasında yenmeli. En son sırayı da ana yemek almalı! Ancak, olur ya, Ben buna alışık değilim; kırk yıllık alışkanlığı mı değiştireceğim; ben tatlıyı illaki yemekten sonra yiyeceğim” diyorsanız, o zaman yediğiniz yemeği hazmettiğinize yani, yediklerinizin midenizi terk ettiğine emin olunuz! Et ile ekmeği aynı anda yemeyin! Karışık yemeyin Yani, balık ile sütü veya yoğurdu nasıl ki bir araya getirmemeye özen gösteriyorsanız, aynı şekilde yoğurt veya ayranı da “ et’ ile birlikte yemeyin! Hatta, Mehmet Ali Bulut’un araştırmalarına göre, et ile ekmek de bir arada yenmemeli! Elveda döner dürüm! Bulut’a göre, “ 0 ve B kan grupları için en şifalı besin olan “et,” ekmek ile birlikte yendiği içindir ki, bu kan grupları için hastalıkların kaynağı haline gelir!” Patateste akrep geni! Nasıl başaracaksınız bilemeyiz ancak temiz, yani genetiği değiştirilmemiş –yani, GDO’lu olmayan- gıdalar tüketin. Yazarımıza göre, domatese kütür kütür ve dayanıklı olsun diye Köpekbalığı geni’; patatese ise başının belası olan bir bakteriye karşı korunması için akrep geni’ ilave edilmiştir! Aman, mısıra dikkat! Bu arada, Türkiye’de –bazı yörelerde kişisel tüketim için üretilenler hariç olmak üzere- GDO’suz mısır kalmadığını ifade eden Mehmet Ali Bulut, aileleri her köşe başında mantar gibi satılan tane mısırları çocuklarına yedirmemeleri konusunda uyarıyor. Bulut, şu açıklamayı yapıyor bize “ Bu mısırların çocuklarımızın sağlığında ne tür yıkımlara sebep olduğunu ancak beş on yıl sonra fark edeceğiz ancak o zaman da iş işten geçmiş olacak.” Hayat kaynağımız su… ancak Ölü su- akan su mevzuuna hiç girmeksizin “ Can Boğaz’dan Çıkar”a göre, yemek sırasında su içilmemesi gerektiği uyarısını da aktaralım size. Yine, kitaba göre, su; yemekten en az yarım saat önce içilmeli. Ancak, su içmenin en uygun zamanı sabah uyandıktan bir iki saat sonra ve yemeklerden en az 2-2,5 saat sonra imiş! Şu yedi durumda su içmeyin! Yorgun ve terli iken, banyodan/hamamdan çıktıktan hemen sonra, yemek sırasında, yemekten hemen sonra, meyve- özellikle kavun- yedikten sonra, uykudan uyanır uyanmaz, ayakta. Velhâsıl… Velhâsıl, bu röportajın kıssadan hissesi olarak, denilebilir ki; Anlaşılan lezzet,’ insanoğlunun bahsi geçen 120 yıllık fıtrî ömründen ustaca çalmakta! Gelgelelim, tüm bu anlatılanlara rağmen kimimiz ısrarla “ Can boğazdan gelir” felsefesine dört elle sarılmaya devam edeceğiz! Ne diyelim, yediklerinizin yaraması dileğiyle! Mehmet Ali Bulut kimdir? "1954’te Gaziantep/ İslayihe ilçesinin Kerküt Köyü’nde doğdu. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümü’nde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesi’nin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu. Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı...1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra Ajans’ın Haber Müdürlüğü’ne getirildi. 1999 yılında BRT Televizyonu’na girdi; haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın Danışmanlığı’na getirildi. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Bugün Gazetesi Yurt Haberler Müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri Gazete yazılarından derlenmiş bir eser, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkâmsız Hükümler. Roman ve Hikâye Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamlanma aşamasındadır. Haber& Röportaj Arzu Başlantı Bulgurlu Mahallesi Üsküdar/İstanbul - 900-1800 Whatsapp Bilgi Hattı 0532 407 62 71 - - Bulgurlu Mahallesi Üsküdar/İstanbul Hastalıkların en temel sebebi yetersiz beslenmedir. Endüstriyel tarım uygulamaları ,kimyasal gübre ve zirai ilaçlar bir çok hastalığın en temel sebepleridir. Kişilerin mizaç ve yaşadıkları çevreye göre doğru beslenme eğitimleri, Hastalıkların beslenme ilişkisi ne göre çözüm önerileri sunuyoruz. danışmanlık, bilgi ve sorularınız için iletişime geçin Diyabet hastalarının ayaklarında yara oluşmasının ana nedeni olarak diyabetik nöropati gösterilmektedir. Diyabet hastalarında nöropati çok farklı şekillerde ortaya çıksa da, sıklıkla görülen şekli önce ayaklardır. Genellikle ayak parmak uçlarında karıncalanma ve uyuşma hastalarının ayak parmakları neden kesilir?Kan şekerinin uzun süreli yüksek olması sinirlere zarar verebilir. Sinirlerin ağrı ve diğer duyuları iletmesini engeller ve his kaybı görülebilir. Öyle ki, hastalar ayaklarındaki küçük sıyrık ve yaralı fark etmezler. Bu yaralar tedavi edilmediğinde iltihaplanabilir ve ayağın hatta bacağın kaybına kadar hastasının ayak parmakları neden ağrır?Ayrıca diyabette gelişen kas iskelet sistemi problemleri de yara gelişimine zemin hazırlamaktadır. Ayak eklemleri arasında basınca en çok maruz kalan bölgeler ayak parmağı ve ayak bileği eklemleridir. Deformelerin sonucu olarak ayakta ortaya çıkan yüksek basınç diyabetik ayak yarası gelişmesine yol hastalarının parmakları neden uyuşur?Şeker hastalığı sinirlere zarar verdiği için ayaklarda ve ayak parmaklarında uyuşmaya neden olur. Diyabeti olan bir hastada dikkat edilmezse kan şekeri kontrol edilemeyen, yüksek seviyelere çıkar. Normal seviyenin üstüne çıkan şeker sinirlerde hasara neden olur ve bu hasar hastalarında ayak ne zaman kesilir?Şeker hastalığına bağlı yara ve enfeksiyon oluştuğunda hastaların sinde tanı anında bacağın kesilmesi gerekmektedir. Yara önemlidir çünkü bacağı kesilen şeker hastalarının inde başlangıçta ayakta yara hangi durumlarda kesilir?Eğer bir uzuv tamamen canlılığını yitirmiş yani kangrene olmuş ise ya da dokularının büyük kısmı geri dönüşsüz biçimde canlılığını yitirmiş ise ampüte edilmesi ayağa vurursa ne olur?Diyabetik ayak şeker hastalığının uzun sürmesine ya da kan şekerinin kontrol altına alınamamasına bağlı olarak ayakta kronik yara gelişmesidir. Diyabet hastalığı kılcal damarları etkileyerek nöropatiye yani sinirlerde enflamasyona ya da vaskülopatiye yani damarlarda enflamasyona sebep hastalarında ayak ağrısı neden olur?Diyabetik hastalardaki temel problem artmış kan şekerinin sinirlerin etrafında yer alan en küçük kan damarlarındaki dolaşım bozukluğunun o sinirlerde hasara yol açmasıdır. Diyabetik hastalarda ortaya çıkabilen bu durum ayaklar, bacak bölgesi ve ellerde de ağrıya neden olabilmektedir. Gizem Gül’ün röportajı Kendisini gazeteci kimliğiyle tanıdığımız Mehmet Ali Bulut Hayat Yayınları’ndan çıkan son kitabı Can Boğazdan Çıkar’ kitabında yediklerimizin sağlığımızın üzerindeki etkilerini sorguluyor. Kişilerin kan gruplarına ve mizaçlarına uygun beslenmesinin önemine dikkat çeken Bulut, kitabında zaman zaman başvurduğu fantastik ifadelerle, kimi zaman da referans gösterdiği dini kaynaklardan yaptığı alıntılarla ağzımıza attığımız her yiyeceğin vücudumuzda nasıl bir süreçten geçtiğini anlaşılır bir dille anlatıyor. Bu kitabın ortaya çıkış süreci de bir hayli ilginç; ciddi bir hastalık geçiren Bulut, bu hastalıktan kurtulmak için yaptığı araştırmaların sonucunda bu kitabı oluşturan bilgileri topluyor. Önce kendisi iyileşiyor, sonra da başkalarına faydalı olmak adına yola çıkıyor. Şunu da belirtmeden geçmeyelim, Mehmet Ali Bulut, Can Boğazdan Çıkar’ kitabının bir diyet kitabı olmadığını, bunun bir bilgelik kitabı olduğunu ve yeme içme usulünü anlattığını üzerine basa basa şu sözlerle vurguluyor “Sağlık benim konum değil, ben doktor değilim, bu alanda meşhur olmayı ve isim yapmayı da istemiyorum. Ben kamil insanın sıkıntılarını nasıl gideririz düşüncesinin peşindeyim.” Dün ilk bölümünü yayınladığımız röportajın bugün ikinci bölümünü okuyacaksınız… Röportajın ilk bölümünü okumak için tıklayın! Kişilerin kan gruplarına göre beslenmelerinin sağlıklı olduğu kanısına nasıl vardınız? Bu süreci merak ediyorum öncelikle. Kan gruplarında beslenme nasıl önem kazanıyor? Bunu ilk söyleyen İbni Sina’dır. İbni Sina mizaçlardan bahsediyor. Diyor ki, insanlar mizaç mizaçtır, sınıf sınıftır. Her gıda her mizaca uygun değildir. Bunun, kendine göre çok ciddi araştırmalarını yapıyor. O zaman da mizaçlara uygun beslenildiği takdirde hastalanma riskinin azaldığını veya sağlıklı yaşamanın çoğaldığını görüyor. Bu mizaçları ilk belirleyen İbni Sina’dır, fakat İbni Sina’nın zamanında henüz kan grupları tespit edilemediği için bunu kanla nitelendirmiyor. Esasında İbni Sina Demevi mizaç, Balgami mizaç, Safravi, Sevdavi mizaç şeklinde mizaçlar belirliyor. Bu mizaçların ayrıca açılımları var. Normalde dört tane kan grubu var, onların da negatifi pozitifi var. Esasında baktığınız zaman aynı açılımı yapıyor. Fakat her bir insan müstesnadır. Gıda intoleransı testleri bize hangi besinlerin uygun olduğunu gösteriyor Diyelim ki kurşunlu benzinle çalışan motorlar var, süper benzinle çalışan motorlar var, dizel ile çalışan motorlar var vs. Bunların her birisi bir kategoriyi temsil ediyor. Mazotla çalışan büyük traktörler, iş makineleri şunlar bunlar diyorsunuz. Dizelle çalışan bugün yeni araçlar da yapılıyor. Bunlar motorun yapısından kaynaklanıyor. Aynı şekilde, bir insanın midesinin veya pankreasının veya safrasının veya karaciğerinin ürettiği toplam enzimlerin şekli ve şemali o insanın motor sistemini belirliyor. Bunlar incelendiği zaman örneğin gıda intoleransı testleriyle, bugün zaten net olarak görülebiliyor. İnsanın kanı bir tarafa, yiyecekleri bir tarafa konuluyor ve insana hangi yiyeceklerin faydalı hangilerinin zararlı olduğu tespit ediliyor. İşte bu ayrımı yapan ilk olarak İbni Sina’dır. Bunu bugün modern tıbba uygulayan da Amerikalı doktor James D’Adamo’dur. Bu doktor tüberküloz hastalıklarının tedavi edildiği bir klinikte çalışıyor. Bu klinikte hepsi aynı hastalığa sahip olan insanlara aynı diyet öneriliyor ve aynı ilaçlar veriliyor. Fakat bir müddet sonra bakıyor ki bazı hastalar iyi oluyor, bazı hastalar kötü. Bu kötüye giden hastaların hepsinin aynı kan grubundan olduğunu fark ediyor. Bunun üzerine, acaba bu kan grubunun bir sebebi var mı diye sorgulamaya başlıyor. Kan gruplarını karşılaştırıp ilk tespiti yapan James’tir. Sonra bu adamın oğlu Peter, babasının bu çalışmalarını kitaplaştırıyor ve Amerika’da yayınlıyor. Bugün işte bu gerek Dukan testi, gerek yoğurt testi gerek, metabolik balans testi, gerek gıda intoleransı testi hepsi o adamın yaptığı çalışmalardan kaynaklanıyor. Yani gıdaların kanla karşılaştırılıp test edilmesi. İlk o keşfediyor, “Eating by Type” adlı kitapta ortaya koyuyor. Evet gerçekten İbni Sina mizaçlardan bahsetmiş; fakat bu mizaçların aynı zamanda kan grubuna göre beslenmek olduğunu bu adam çok net önümüze koyuyor. Bunlar zaten büyük ölçüde test edilmiştir. Aslında acıkma hissi yalan, çünkü biz sensörleri aldatıyoruz Beslenme alışkanlıklarımızı nasıl değiştirmeliyiz? Bunu ben değiştiremem, ben diyetisyen değilim. Ben doktor değilim. Ben iradenin peşindeyim. İradeni kullanamıyorsan kusura bakma, hasta da olacaksın. İradeni kullanamıyorsan bir yığın yanlışlıklar yapıyorsun. Bu mesele irade meselesi. Hz. Adem ile Havva’nın bir tek yasakları vardı. Ona uymadılar, cennetten kovuldular. Siz de sağlıklı yaşama cennetinden kovulmak istemiyorsanız prensiplere uyunuz. Çünkü sağlıklı yaşamak, sağlıklı bir bedene sahip olmak bir cennettir. Ben diyorum ki, günde iki kere yemek yiyin. “Ben dayanamıyorum” diyorsanız, o zaman yapacak bir şey yok, hiç karışmam. Çünkü kendisi rızalarına razı olana acınmaz. İradeni kullanacaksın. İnsan olmak iradeyi kullanmak demektir. İradesini kullanamıyorsa, bizim davar da öyledir. Mesela Ramazan’da oruç tutuyorsunuz. Nasıl dayanabiliyorsunuz 12 saat? İradeyi zorladığın zaman bir süre sonra prensip halini alıyor. Beni öğleyin zorlamadıkları zaman yemek yemiyorum. Çünkü ben o şekilde rahatım. Eskiden en az 4 öğün yiyordum. Sabah, öğle, ikindi, akşam… Acıkıyordum çünkü; ama acıkmanın da yalan olduğunu sonradan öğrendim. Çünkü sensörleri aldatıyoruz yani. Bir de siz Hz. Adem’in cennetten kovulmasıyla ilgili olarak Allah’ın o mesajı sadece Hz. Adem’e değil hepimize söylediğini anlatıyorsunuz… Hepimiz bir cennet içinde doğarız. Harika bir vücut, sağlıklı çalışan bir sistem. Tabii genel olarak söylüyorum. Sonra biz bunu kendi nefsimize yenilerek, o yasağı bolca işleyerek cennetten kovularak cehenneme dönüştürürüz. Sağlıksızlık, hastalıklar, sıkıntılar… Neden burada cennet hayatını yaşamak mümkünken ben cehenneme çevireyim hayatımı. Neymiş efendim, ben irademe hakim olamıyorum, yiyorum. İradene hakim olamıyorsan seni insan sınıfından sayamayız. İnsan irade kullanandır. Peki insan hiç mi iradesizlik yaşamayacak? Elbette, hepimiz yaşıyoruz bunu, hepimizin iradesinin bozulduğu noktalar var. Ama ısrarla da bunu sürdürmeyiz. Hastalık bir beladır. Sen elinle KOAH hastası olursan buna kader demeyeceksin. Bu bir ahmaklıktır, onu söylüyorum. Yemekle birlikte su içmek enzimleri bozar Ve su içme konusuna gelmek istiyorum. Siz kitabınızda sofraya oturur oturmaz su içmenin zararlarından bahsederek, yenilecek yemeği görmeden önce su içilmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Ayrıca lüzumundan fazla su içmemenin önemine dikkat çekiyorsunuz. Bize bunun gerekçelerini anlatır mısınız? Su içme başlı başına bir iştir. Su, bu kitabın temel prensiplerinden birisidir. Esasında insanlar su içmenin usulünü öğrenseler hastalıkların yüzde 51’inden kurtulurlar. Yemekle birlikte su içiyorsan enzimi bozuyorsun. Enzim bozulduğu zaman mide o şeyi çürütmeye başlıyor. O yediklerini çürütmeye başlıyor. O, gıda olmaktan çıkıyor, aside dönüşüyor. Suyu öyle iç ki sana zarar vermesin, fayda versin. O da ne zamandır? Yemek yedikten en az tam iki saat sonra. Bizim gibi çokça yemek yiyenlerin en az iki buçuk saat beklemeleri lazım. Üç ayların içerisindeyiz, Ramazan yaklaşıyor. Ramazan’da oruç tutmanın, sağlık açısından ne gibi faydaları var? Cenab-ı Hakk’ın oruç teklifi, kullarını ne kadar çok sevdiğinin en açık ifadesidir. Cenab-ı Hakk biliyor kulunu. Bunun nefsine zulmedeceğini, bunun davar gibi yiyeceğini, kendisine zarar verebildiğini bildiği için bize diyor ki; bari bir 1 ay+6 gün oruç tut. Şevval’de de altı gün oruçları var. 30+6 = 36 eder, otuz altı da 360’ın onda biridir. On günde bir gün tamamen aç kalarak vücut kendisini temizler. Ramazan, vücudun toksin, pislik, murdarlık biriktirilmiş halinden kurtulması için bir zorunlu öneridir. O yüzden diyor ki; insanın bütün ibadetleri kendisi içindir, yalnız oruç benim içindir ve ona karşılık ne verileceğine ben karar veririm. Yani bu o kadar kıymetli ki, senin vücudunda bu arızaya sebep veren, hastalanmaya sebebiyet veren bütün hallerin ortadan kalkması açlık gerektirir. Mesela belli bakteriler belli bir miktar açlıktan sonra ölüyorlar. Mesela 36 saat en ideal açlık sınırıdır. Sonra 72 saat. Ben eskiden 72 saatlik açlıkları çok sık yapıyordum. Mesela bir Hicri ayın 13., 14., 15. dolunay olduğu zaman, insanın fazla açlık hissetmediği zamandır. Çünkü insan bünyesinde kabarma, med hali ortaya çıkıyor. Bu med halinde insan acıkma hissetmez. O dönemlerde açlık yaparım. Mesela pazartesiden perşembeye 36 saat hiçbir şey yemem. Ramazan bir detoks dönemi Dolayısıyla ben Ramazan’a bir ibadetten ziyade bir detoks dönemi, vücudu temizleme olarak bakıyorum. Pisliklerden, eksikliklerden, hastalıklardan kurtulma fırsatı olarak görüyorum. Meseleye dini açıdan baktığımızda sanki Allah bize bir şey dayatmış da mecburen yapıyoruz gibi bakılıyor. Ben Ramazan’ı iple çekiyorum. Ben 24 saat de aç kalırım ama sahurda illa kalkarım, bir bardak su içerim ve yatarım. 24 saatlik oruçlar öyle güzel tutuluyor ki, yaz kış fark etmiyor. Yok efendim bugünlerde nasıl dayanacağız, diyorlar ya, ona bir kere alıştığın zaman hiçbir problemin kalmıyor. Zaten yediğin için zahmet çıkıyor. Kalkıyorsun sahurda abur cubur bir şeyler yiyorsun, gündüz hararet yapıyor. O hararet sıkıntı yapıyor. Tabi biz abur cubur sürekli yemeye alıştığımız için, nasıl dayanacağım diyoruz. Halbuki insan günde 400-500 gram bir gıdayı yese o yine 24 saat net yeter. Ben diyorum ki kol işçisi olmayan bir kimseye 300 gram temiz gıda yeter. Tabii su hariç. Su kullanabildiği kadar kullanır. Ramazan’a ben Cenab-ı Hakk’ın açık bir kıyağı olarak bakıyorum bize. Zorunlu bir temizlenme aparatı gibi geliyor bana. Ramazan, insana uzun ve sağlıklı yaşaması için verilen bir ikramdır. Ayrıca da bunun karşılığında Cenab-ı Hakk bize orucun karşılığında ne verecek onu bilmiyoruz. Öğünler arasına uzun açlıklar koyun Mesela Karatay diyeti son zamanlarda gündemde. Orada da uzun sürekli açlıklar var. Sizin söylediğiniz şeylerle örtüşen ve paralellik gösteren bir diyet… Elbette örtüşecek, aklın yolu birdir. Hakiki manada insanı tanıyanlar gıdanın insanı ne hale getirdiğini görüyorlar. Ben açlık dediğim zaman insanlar bundan korkuyorlar. Diyorum ki ben mesafeler koyun öğünler arasına. Vücut keyif yapsın. Sürekli bir şeyler yiyoruz, yiyoruz. Yapmayın bunu, yemeyin. Yemek yedin, iki saat ne iç ne ye! Bak ne kadar rahatlıyorsun! Ağzına bir tek fındık attığında bile, koca bir sistem başlıyor bir tanecik fındığı öğütmeye. Bu fındık 45 dakika vücutta kalacak. Bir de onun üstüne su içiyorsun. Vücut o suyu da fındık zannediyor ve suyu da 40 dakika midende çalkalıyor. Su içtiğin zaman 6-7 dakika hiçbir şey yeme. İnsin vücuttan, ondan sonra da yiyeceksen ye. Mümkün mertebe açlık zamanlarına, bu iki öğün arasına ne kadar uzun mesafe koyarsak o kadar iyidir. Ben açlık yapıyorum, yapmayı da tavsiye ediyorum. Ama zaman zaman. Her zaman da açlık olmaz tabi. Neticede insanız, yiyeceğiz, içeceğiz, keyfimize bakacağız. Kitapların yazmadıklarını da yiyeceğiz icabında, ama sonra dönüp bunları temizlemek için kendimize fırsat vermemiz lazım. Bu bir bilgelik kitabıdır İnsanların zaten son zamanlarda yeni çıkan diyetlerle ilgili kafası çok karışık. Acaba hangisini uygulasam? Onu mu yapsam, bunu mu yapsam? Ben diyetçi değilim, bu kitap da bir bilgelik kitabıdır. Bu bir diyet kitabı değildir. Bakın içine, hiç diyet yoktur. Ben yeme içme adabını anlatıyorum. Beden ve besin adabı. Nasıl ruhun deşifresi, bilginin kullanılması kitabı ise bu da gıdanın kullanılması kitabıdır. Yoksa ben diyet filan vermedim. Diyetçi de değilim, uzman da değilim, doktor da değilim. Dörtte birinde usul, yöntem anlatıyorum. Yeme-içme usulü anlatıyorum. Hangisi, hangisiyle yenir ya da yenmez onu anlatıyorum. Bu kitapla kilo veren yok mu? Çok. Sen mizacına uygun, kanına uygun beslendiğin takdirde vücut yavaş yavaş kilolarından kurtulmaya başlıyor. Senin enzimlerinin tanımlayamadığı gıdaları yediğinde vücut onu kilo olarak stokluyor. Diyelim ki ben A grubuyum. 150 gram kırmızı et mi yemişim, 150 gram kilo olarak almış olurum. Röportajın ilk bölümünü okumak için tıklayın! On5yirmi5 "Günaydın!" demek lazım ama demeyeceğim. Çünkü Dr. Mehmet Öz, yine de bu memlekette birçok şeyi göze alarak beslenme konusunda dürüst ve ilkeli davran insanlardan biri. İlaç sanayiinin emrinde çalışmıyor. İnsanların sağlığını, kurumların çıkarından üstün tutuyor. Dr. Küçükusta gibi… O yüzden "Günaydın Mehmet bey!" demiyorum. "İyi ki meseleye el attınız Mehmet bey!" diyorum. Çünkü gıda ve beslenme, artık bu ülkede bir "milli güvenlik sorunu" haline gelmiş bulunuyor! Ben yıllarca bana dayatılan, daha doğrusu ilaç baronlarının sürekli sağmal ineği olmam için üçtaşa bağlanın bir hasta idim. Doktora gittiğim her seferinde işittiğim şuydu "Tansiyonun var şu ilacı kullan. Migrenin var, şu ağrı kesiciyi al. Kolesterolün var şunu kullan, hipoglisemi olmuşsun şu ilacı kulan, şekerin var insülin kullan… karaciğerin yağlanmış şunu kullan." Eğer organınınız biraz daha tahrip olmuşsa önerdikleri hemen şöyle olur "Gözünde glokom var, gel gözünü çıkaralım. Bademciklerin şişiyor, gel çıkarıp atalım. Safra kesesi çamurlanmış gel koparıp atalım…" Saf saf sorarsınız "Peki bunun bir tedavisi yok mu? Eskiler hep kesip atıyorlar mıydı?" Cevabı hepiniz biliyorsunuz. En son 2006 yılında, hiç gereksiz yere beni ameliyata alıp devleti 12,500 lira dolandıran hastane ve doktorları, ameliyat sonrasında başıma açılan hastalıkların hiç birine çözüm getiremedikleri gibi, pişkin pişkin, "ameliyatların böyle ön görülmeyen sonuçları olabiliyor" demekten de utanmadılar. Sakın doktorlar, kendilerini kınadığımı sanmasınlar!. Ben onları dahi ele geçirmiş bir sistemden, bir gulyabaniden söz ediyorum. Hekimi, doktor derecesine indiren, "hastalık yoktur, hasta vardır" ilkesini tersyüz eden, doktoru da sadece önüne konulan ilacı yazan bir kâtip, Eczacıyı, belli firmaların güya ilaç diye ürettikleri müstahzaratı satan bakkala indirgeyen bir sistem… Bu sistemle baş edilebilir mi? Sanmıyorum. Devletler baş edemiyor ki doktorlar baş edebilsin! İlaçlar Tedavi Maksatlı Üretilmiyor Tıp teknolojisi hiçbir dönemde bu kadar ileri gitmemişti. İlaç sanayii de hiç bu kadar gelişmemişti. Ama maalesef, hiçbir ilaç tedavi maksatlı üretilmiyor. Hemen hemen hepsi oyalama maksatlıdır. Tedavi etmeyi bilmiyor değiller. Neyin tedavi edici olduğunu biliyorlar. Ama bunu insanlara vermiyorlar. Gıdım gıdım kullanarak ömür boyu sistemde kendileri için para ödeyen abone olmasını sağlıyorlar. Hepsi bu… Ben bunu anladığım zaman ilk iş, kendimi toparlayacak bir çare aradım. Bir biyokimyacı hanım ile tanıştırdılar beni; Aidin Salih. Allah ebeden razı olsun. Bana yeme içmenin adabı öğretti de hastalıklarımdan kurtuldum. Söyledikleri çok basitti Açlık yap. Seni hasta eden yiyeceklerden ve onların vücudunda yarattığı tortudan kurtul, kanını temizlemek için de Resulullah'ın sünneti olan hacamat yap! Bir de ilk defa ondan duydum ki gıdaların intoleransı diye bir şey varmış… Bunun ne olduğunu bilmediğim gibi, aklım da basmamıştı ilk evvel. Sonra onun eserini okudum. Gerçek Tıp. Yitik Şifa'nın peşinden yürüyerek, ta sonunda vücut mülkümde yaptığım tahribatın sebebini öğrendim. İlke defa Kan gruplarına göre bir beslenme olduğunu ondan duydum. Birçok şeyini alıp uyguladım. 96 kilodan 78'e düştüm. Vücudum tel gibi olmuştu. Ne kolesterol, ne migren, ne tansiyon kalmıştı. Beş saat uyku yeter olmuştu… Uzun hikâye! Sonunda kendim de alana dalmaya karar verdim. Sayısız okumalar yaptım ve yaşadıklarımı paylaşmak için bir kitap yazdım Can Boğazdan Çıkar! Öyle bir kitap yazmak bana düşmezdi. Sayın Öz gibi alandan gelen insanlar dururken, benim gibi bir gazeteciye… Bu memlekette bir yığın diyetisyen var. Fakat baktım ki o diyetisyenler de sisteme bağlanmışlar ve ilaç baronlarına yeni müşteri kazandırmaktan öteye gidemiyorlar. "Efendim, sen hipoglisemi olmuşsun, iki saatte bir yemek yemelisin, yok efendim şöyle olmuş böyle olmuş…" Bunu söyleyen bir diyetisyenin vücut kâinatından zerre kadar haberi yoktur zira. İnsanı adeta atık kâğıtları doğrayan çöp kutusuna çeviriyorlar. Sistemi çok yorarak, kilo verdireceklerini sanıyorlar. Vücuda giren o fazlalıkların nasıl atılacağını, atılmak için ne kadar enerji yakıldığını, onun insanı ne kadar yorduğunu bilmiyorlar. Ve maalesef hikmetten de haberleri yok. Esasında tanrı tanımaz pozitivist düşüncenin tasarımladığı bir insan ve ona dair bilgiler nasıl hakikat olabilir ki? Kan Gruplarının Hikmetini Bilmiyorlar Ki… Bir kere, daha neden farklı kan gurupları olduğu üzerinde düşünmemişler. Kan neden haram kılınmış, bu haramlığın genetik sapmalardaki veya hücrelerde oluşan mutasyonlardaki payı nedir ne değildir tefekkür etmemişler ki, zararlarını düşünsünler. Madem kanların kullanımı son derece titizlik istiyor, o zaman neden farklı kan gruplarının beslenmesinin farklı olabileceği üzerinde durmazlar? İbni Sina 800 yıl önce "Mizaçlar"dan bahsetmiş. İnsanların farklı mizaçlarda olduğu, dolayısıyla farklı beslenmeleri gerektiğini ısrarla vurgulamış. Bazı gıdaların asla birbiriyle tüketilmemesi gerektiğini söylemiş. Etler, sütler, kökler konusunda son derece ilginç şeyler aktarmış. Ama sonunda, insanı mekanik bir tür varlık' sayan, tanrı tanımaz bilim adamları tarafından geliştirildiği için mevcut tıp anlayışı o hikmetlerin hepsini elinin tersiyle kenara atmıştır. Beslenmenin bir usulü ve hikmeti olabileceği akıllardan silinip gitmiş… Bugünün tıbbı semptomlarla ilgileniyor. Ortaya çıkan sonucu yok etmeye çalışıyor. O sonucun doğmasına yol açan şeylerle ilgilenmiyor. Oysa gerçek tıp, yani hikmetin kardeşi olan hekimlik asıl bununa ilgilenir. Eski tababetimiz hekimlikti ve hikmetle hareket ederdi. Şimdikilerin bildiği tek şey kesip biçmek! Elbette bazen kesmek de icap edebilir. Ama çaresizlikte. Sık tekrar ettiğim bir söz var, ben bu "hakîm" hikmeti -yani gerçek tıbb- tanıdığımda vücudum harap olmuştu. Son beş senedir tamir etmekle meşgulüm. En son safra kesesi sıkıntı yaptı. Doktora gittim, tam bir teşhis koymak için. Denildi ki, safra kesesi taş dolmuş ve şu anda da ağır bir iltihap var. -Peki ne yapacağız? -Efendim çare yok, alacağız! -Hakikaten başka çare yok mu? -Hayır, tedavisi mümkün değil, kesip almamız lazım. Dedim ki, bana pazartesi gününe kadar -o gün Perşembe idi- müsaade edin. Pazartesi geleceğim, ultrasonda iltihabın devam ettiği görülürse alın, dedim. Gerekiyorsa size imza vereyim… "Kabul" dedi sevgili doktor kardeşim. Eve varır varmaz, işi bilen biriyle konuştum, Safra kesesinin üstüne 11 sülük taktım. Bu arada doktorun verdiği antibiyotiği de kullandım tabii ki… Sonra Pazar günü bir kere daha sülük tatbik ettim. Pazartesi hastaneye gittim. Sülüklerin yerinden işkillenen doktora ne yaptığımı söyledim. Tuhafına gitti ama iltihabın da kalmadığını görünce sevindi. "Ama" dedi, "taşlar duruyor". -Evet, taşlar duruyor, üç günde taş erimez. 56 yıllık hatayı dört günde temizleyemezsiniz. Müsaade ederseniz, bir iki ay içinde onun da çaresi olduğunu göreceksiniz. O çaresi olmayacağına inanıyordu ama beni de tanıdığı için saygı gösterdi. Ama sıkı sık tembih etti. Şunları şunları yeme diye! İşin özü oydu. Yememem gerekenleri yemeyecektim zaten. Onları önceden yememeyi bilseydim, safram da taş toplamazdı elbet. Sonuç olarak, tamamen bitkisel olan Micromer diye bir bitki çayı kullandım. Bolca. Bir ay sonra ultrasona gittim. Taşların üçü tamamen erimiş, büyük olan da üçte iki onarında küçülmüştü. "Her ne yaptıysan iyi olmuş" dedi… Eğer, Ortodoks tıbba kalsaydı, şimdi safra kesem alınmıştı. Vücudun çöp kutusu olan safra gidince bütün yük tek başına Karaciğere binecekti. Benim karaciğerim zaten rahatsız, kısa zamanda iflas edecekti. Tabii ki ölüm Allah'ın emridir. Ama ben sağlığımı korumakla ve bana emanet edilmiş organları varabilecekleri en son miada vardırmakla mükellefim. Bunun da yolu, vücudu kirletmemekten geçiyor. Yeme Usulüne Bilmeyen Hasta Olur Yeme usulünü ve nasıl yenilmesi gerektiğini, neyin ne ile gidi

mizaca göre beslenme ibni sina