nahl suresi 36 ayetin tefsiri
Âliİmrân sûresi 36. ayetin Türkçe okunuşu, Arapça okunuşu ve meali. 35. İz kâlet imraetu ımrâne rabbi innî nezertu leke mâ fî batnî muharraran fe tekabbel minnî, inneke entes semîul alîm (alîmu).
Buayetin üslubu ve içerisindeki meydan okuma, zikir ehlinin şahitliğinin destekleyici mahiyette geleceğini te'yid anlamını taşımakta ve aynı zamanda kitap ehlinin Araplar arasındaki itibarını açıkça ortaya koymaktadır. Tefsiri daha önce geçen İsra, En'am ve Furkan sûrelerinin birçok ayetinde bu hususa değinilmiştir
MuhammedEsed Nahl Suresi Tefsiri. 36 Gerçek şu ki, 101 Biz bir ayetin yerine bir başka ayeti getirdiğimizde125 -ki Allah adım adım126 ne indirdiğini
36- Biz her millete “Allah’a kulluk ediniz, tağuta (şeytana) tapmaktan sakınınız” diyen bir peygamber gönderdik. Kimini Allah doğru yola iletti, kimi de sapıklığı haketti. Yeryüzünde geziniz de peygamberlerini yalanlayanların sonunun ne olduğunu görünüz.
16-Nahl. 1- Allah'ın hükmü yakında gerçekleşecektir; buna göre onun bir an önce gerçekleşmesini boşu boşuna isteyip durmayınız. Allah, onların kendisine yakıştırdıkları ortaklardan uzaktır, yücedir. 2-Allah "Benden başka ilah yoktur, sırf benden korkunuz"uyarısını, mesajını insanlara duyursunlar diye dilediği
Site De Rencontre Seropositif Au Cameroun. 16-NAHL 66. Ayet وَإِنَّ لَكُمْ فِي الأَنْعَامِ لَعِبْرَةً نُّسْقِيكُم مِّمَّا فِي بُطُونِهِ مِن بَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ لَّبَنًا خَالِصًا سَآئِغًا لِلشَّارِبِينَ Ve inne lekum fîl en’âmi le ibreten, nuskîkum mimmâ fî butûnihî min beyni fersin ve demin lebenen hâlisen sâigan liş şâribînşâribîne. Bayraktar Bayraklı Şüphesiz sizin için hayvanlarda da büyük bir ders vardır. Karınlarındaki fışkı ile kan arasından gelen, içenlerin boğazından kolayca geçen hâlis bir süt içiriyoruz size. Edip Yüksel Sizin için çiftlik hayvanlarında da dersler vardır. İçmeniz için karınlarından, yani sindirilmiş yiyecek ile kan arasından çıkan bir maddeyi size sunuyoruz İçimi lezzetli saf süt. Erhan Aktaş Hayvanlarda da sizin için bir ibret vardır. Size, onların karınlarındaki fışkı1 ile kan arasından süzülüp gelen içimi lezzetli, halis2 bir süt içiriyoruz. 1- Sindirilmiş besin. 2- Arınmış, saf, arı duru hale gelmiş; Muhammed Esed Ve muhakkak ki, sizin için sağmal hayvanlarda da çıkarılacak bir ders vardır hayvanın karnında, bedeninden atılacak artıklarla kan arasından salgılanan ve içenlere lezzet ve ferahlık veren katıksız süt içiriyoruz size. Mustafa İslamoğlu Yine sizin için sağmal hayvanlarda da alınacak bir öğüt vardır size hayvanın karnında sindirilen şeylerden oluşan, atıklarından ve kanından ayrışarak süzülüp gelen saf ve lezzetli, sindirimi kolay bir süt içiriyoruz. Süleyman Ateş Hayvanlarda da sizin için ibret vardır. Size onların karınlarından, fışkı ile kan arasından çıkardığımız hâlis, içenlere içimi kolay süt içiriyoruz. Süleymaniye Vakfı Sizin en’âmdan koyun, keçi, sığır ve deveden alacağınız ders vardır. İçlerindeki fers[1*] ile kanın ayrışmasından[2*] oluşan ve içenlerin boğazından kayıp giden saf bir sütü size içiririz. [1*] Fers; hazmedilen gıdaların bağırsaklardan süzülüp kana karışmış haline denir. Oradan karaciğere gelir ve işlenir ve vücuda dağılır. Hücreler, bu fers ile beslenir. Fers, doğum yapmış bir hayvanın memesine gelince meme onu kandan ayırır ve özel bir sıvı salgılayarak süt haline getirir. Kan ve fers aslında pistir. Bunlar yalın halde yenmez içilmez. Ama Allah Teâlâ bu iki pis maddeyi önce ayırır sonra bir sıvı ile fersin kimyasını değiştirir. Sonra mucize içecek olan süt meydana gelir. İşte bundan ders almak gerekir. [2*] Ulaşabildiğimiz tefsir ve melallerde ayetin “min beyni fersin ve demin” cümlesine “kan ile fışkı arasından” diye anlam verilmiştir. “Beyn” kelimesine “arasında” yani “vast” anlamı verilebilir ama onun asıl anlamı “ayırmak” yani “firak”tır. Bu ayet için uygun olan firak anlamıdır. Yaşar Nuri Öztürk Hayvanlarda da sizin için kesin bir ibret vardır. Size onların karınlarından, fışkı ile kan arasından halis bir süt içiriyoruz ki, içenlerin boğazlarından kayar gider.
❬ Önceki Sonraki ❭ وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِى كُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولًا أَنِ ٱعْبُدُوا۟ ٱللَّهَ وَٱجْتَنِبُوا۟ ٱلطَّٰغُوتَ ۖ فَمِنْهُم مَّنْ هَدَى ٱللَّهُ وَمِنْهُم مَّنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ ٱلضَّلَٰلَةُ ۚ فَسِيرُوا۟ فِى ٱلْأَرْضِ فَٱنظُرُوا۟ كَيْفَ كَانَ عَٰقِبَةُ ٱلْمُكَذِّبِينَ
“Tâğût” َتوغاَّط kelimesi, “ىغط” kökünden türetilmektedir. Bu kavram sözlükte “haddi aşmak, çok azgınlık yapmak, zulüm ve küfürde çok ileri gitmek, çoğalmak, suyun taşması ve denizin coşması” anlamlarına gelmektedir. Bu kavram türevleri ile birlikte Kur’ân’da kırk yerde geçmektedir. Bakara, 2/15; İsrâ, 17/60; Kehf, 18/80; Tâhâ, 20/45 ve 81; Sâd, 38/55; Kâf, 50/27; Nâziât, 79/17 ve Alak, 96/6. ayetleri bunlardan bazılarıdır. Mastarı “ىَوْغ ط” şeklinde gelir. Şems, 91/11 ayetinde bu şekilde kullanılmıştır. İnsan birtakım nimetlere kavuşup belli bir güç, bilgi ve yeteneğe sahip olduğunda, gurur, kibir ve gaflete kapılarak tuğyan kapısını aralar, bir adım daha öteye geçince Allah’a ortak koşmaya, nefsinin hevâ ve heveslerinin ardından gider. İşte bu hal tuğyan 299 Mevdûdî, Tefhîmü’l-Kur’ân, III, 7. 300 “ َتوغاَّط” kelimesi ise Allah’tan başka kendisine tapınılan her şey için kullanılmaktadır. Kur’ân’da Bakara, 2/256 ve 257; Nisâ, 4/51, 60 ve 76; Mâide, 5/60; Nahl, 16/36 ve Zümer, 39/17. ayetlerinde geçmektedir. Bu ayetlerde sihirbaz, kâhin, azgın cinler, şeytan ve doğru yoldan ayrılanlar “tâğût” diye Kur’ân-ı Kerîm azgınları, başkaları üzerinde ilahlık iddiasında bulunacak kadar sapıtanları ve Nemrud ile Firavun gibi kendisini yeryüzünün tek hâkimi olarak kabul edenleri “tâğût” olarak nitelemektedir. Bakara, 2/257. ayeti buna bir İsmail Hakkı Bursevi v. 1137/1725 de bu kavramı, “şeytan ve sapıklığa çağıran her şey” olarak Ayetin Siyâk-Sibâk İlişkisi Ayetin Öncesi İle Münasebeti Allah Teâlâ bu sureye vahyi yalanlayan, kıyametin kopmasını uzak gören ve Hz. Peygamber’den kendilerini korkuttuğu azabın kıyametin çabucak gelmesini isteyerek alay eden müşrikleri tehdit ile başlamıştır. Müşrikler “Kıyamet yaklaştı.”304 ayeti nazil olduğunda bunu alay konusu yaparak Hz. Peygamber’e “Söylediklerin doğruysa, bizi korkuttuğun azap gelsin de görelim.” demişlerdi. Allah Teâlâ bu sureye “Allah’ın emri geldi. Onu istemekte acele etmeyin.” diye başlayarak kıyametin mutlaka kopacağını, ahiret gününde herkesin huzûr-u ilâhîde hesaba çekileceğini ve hak edenlerin cezalarını bulacaklarını Surenin devamında Allah Teâlâ müşriklerin kendisine ortak koştukları şeylerden uzak ve üstün olduğunu, peygamberleri de kullarını kendinden başka ilah olmadığına dair uyarmaları için gönderdiğini beyan ettikten sonra varlığını, birliğini ve kudretini gösteren delilleri sıralamıştır. Gökleri ve yeryüzünü lüzumsuz yere değil de belli bir hikmete dayanarak yarattığını, gökteki güneş, ay ve yıldızları, geceyi ve gündüzü, yeryüzündeki hayvanları, bitkileri, dağları, yolları, madenleri, yağmuru, denizleri, nehirleri vs. tüm nimetleri yaratarak basit bir su olan meniden yarattığı insanın emrine verdiğini bildirmiştir. Bütün bu yarattıkları şeyleri gözler önüne serdikten 301 el-İsfahânî, Müfredât Kur'ân Kavramları Sözlüğü, s. 635-637. 302 Fikret Karaman vdğr., Dini Kavramlar Sözlüğü, s. 664. 303 İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyâni, IV, 453. 304 Kamer, 54/1. 305 sonra da “Hiç yaratanla yaratmayan bir olur mu?”306 buyurarak, insanları kendi yaptıkları putlara tapmaktan vazgeçmeleri ve kendisine şirk koşmamaları hususunda uyarmıştır. Bundan sonraki bölümde Allah Teâlâ, Mekke’li müşriklerden önceki günahkârların da kendi peygamberlerine türlü tuzaklar kurduklarını, bunun karşılığında da binalarını temelden sarsıp tavanlarını başlarına geçirerek helak ettiğini bildirerek Hz. Peygamber’i teselli Hz. Peygamber’e sinsice tuzak kuranların tuzaklarının boşa çıkacağını, dehşetli kıyamet gününde onları çetin bir azap ile cezalandıracağını ve kendisine ortak koşup ilah edindikleri putları getirerek kendilerine şefaat ettirmelerini isteyeceğini bildirmiştir. Ayetin Sonrası İle Münasebeti Allah Teâlâ surenin devamında dünya hayatında kendisine ortak koşan, öldükten sonra da dirilmeyi ve hesaba çekilmeyi inkâr eden kâfirlere ölenlerin tekrar diriltilmesinin kendisi tarafından verilen ve mutlaka gerçekleşecek olan bir vaat olduğunu, ayrıca bu diriltme işinin kendisi için çok kolay bir hadise olduğunu bildirmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’i bir hidayet ve rahmet rehberi olarak göndermesi, gökten yağmuru indirmesi ve her türlü ihtiyaçlarını karşılamaları için hayvanları yaratıp insanların emrine vermesi, varlıkları annelerinin karnından doğum yolu ile çıkarması gibi delilleri sunarak varlığını, birliğini ve kudretini göstermiştir. Harikulade sanatına işaret eden ve ibret numunesi olan bal arısı kıssasını anlatarak bütün bu nimetleri vereni bırakıp da insanlara böyle nimetler veremeyen şeylere tapmanın ne kadar çirkin bir davranış olduğunu beyan etmiştir. Kendilerine peygamber geldiği halde onu yalanlayanların kendi kendilerine zulmettiklerini ve azabın kendilerini yakalayıvereceğini, şeytanın insana yaptıklarını güzel gösterdiğini, kıyametin ansızın gelivereceğini ve kötü amel işleyenlerin kendilerine cezanın gelmeyeceğinden emin olmamalarını öğütlemiştir. Son bölümde de Hz. Peygamber’e rabbinin yoluna insanları hikmetle ve güzel öğütle davet 306 Nahl, 16/17. 307 Ayette ifade edilen daha önce tuzak kuran kâfirlerden maksadın, Bâbil şehrinde büyük bir kule yaptırıp oradan Allah’ı görmeye ve ona karşı savaşmaya çıkan Nemrud, Allah Teâlâ’nın kendisinin yaptığı kuleyi yerle bir ederek helak ettiği Buhtu’n-Nasr veya Allah’a ve Peygamberlere tuzak kuranların tamamı olduğuna dair çeşitli rivayetler mevcuttur. 307 Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, XIV, 202. etmesini, inanmayanlarla da güzel bir şekilde mücadele etmesini ve kendisine kurulan tuzaklara karşı kederlenmeyip sabretmesini nasihat etmiştir. Ayetin Tefsiri Allah Teâlâ mevzumuz olan ayetin hemen öncesinde müşriklere iman etmek için kendilerinden önceki kâfirlerin başlarına geldiği gibi ölüm meleğinin canlarını almasını mı, yoksa kıyamet günü mahşerde toplanıp cehenneme konacakları zamanı mı beklediklerini sual etmiştir. Müşriklerin iman etmeyerek, rablerine ortak koşarak, çeşitli günahlar işleyerek ve hakkı inkâr ederek cehennem azabını hak ettiklerini ve kendi kendilerine zulmettiklerini Kureyş kâfirleri alay ederek “Eğer Allah dilemiş olsaydı ne biz, ne de babalarımız putlara tapmazdık. Ve onun emri olmadan bahîra,309 sâibe310 ve diğer hayvanlardan bazılarını kendimize haram kılmazdık. Allah, bizim putlara tapmamıza razı oldu. Eğer o razı olmasaydı ya bizi cezalandırarak bunlardan vazgeçirirdi veya bizi de doğru olan yola sevk ederdi.” demişler ve kendilerince isyanlarına mazeret uydurmaya çalışmışlardı. Allah Teâlâ böyle diyen müşriklere cevaben onlardan önce gelen bazı toplulukların da buna benzer yalanlamalarda bulunduklarını, kendilerince peygamberleri ile alay ettiklerini ve bunun sonucunda da helak edildiklerini bildirmiştir. Yine peygamberlere düşenin açık seçik bir biçimde tebliğden başka bir şey olmadığını, doğru yola iletme ve iman nasip etme işinin ise yalnızca kendisine ait olduğunu Mevzumuz olan 36. ayette Allah Teâlâ “Andolsun biz, her ümmete “Allah’a kulluk edin ve tâğûttan putlara tapmaktan sakının!” diye bir peygamber gönderdik.” buyurmakta ve “Allah dilediği için biz günahkâr olduk.” diyen müşriklere bu mazeretlerinin geçerli olmadığını ve başlarına gelecek vahim durumdan kurtulamayacaklarını bildirmiştir. Uyarıcı bir peygamber vazifelendirmediği hiçbir ümmetin olmadığını, bu ümmetlerden bazılarının peygamberlerinin kendilerine 308 Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, XIV, 214-215. 309 Cahiliye devrinde beşinci doğumunda dişi deve doğurduğu için kulağı kesilerek salınıverilen devedir. Bu şekilde olan deve artık dokunulmaz statüsüne kavuşur. Sahibi ne sütünden, ne yününden, ne de etinden yararlanabilirdi. Ebû Abdullah Muhammed b. İdrîs eş-Şâfiî, Ahkâmu’l-Kur’ân, Mektebetü Hancı, Kahire, 1980, 1, 144. 310 Cahiliye devrinde, her hangi bir kişinin başına bir dert geldiğinde “Bu dert benden giderse devem sâibe olsun.” diye adayıp ve bahîra gibi salıverdiği devedir. Böylece o deveyi kendisine haram etmiş olurdu. 311 tebliğ ettiği ilâhî hakikatleri iyi niyetleri ile ön yargısız bir biçimde kabul ettikleri için hidayete erdiklerini, bazılarının da inkârcı ve inatçı bir şekilde davrandıkları için hidayete eremeyerek sapıklığa düşmelerinin hak olduğunu ve böylece helak olduklarını açıkça belirtmiştir. Böylece muhatabı olan Kureyş toplumunu yeryüzünde kendilerinden önce yaşayıp Rablerini ve peygamberlerini yalanlayan toplumların başlarına gelenlere bakarak ibret almaları hususunda ikaz Mevdûdî v. 1399/1979 burada müşriklerin insanlık tarihinden kendilerine ders çıkarmaları gerektiğini söyleyerek şöyle bir açıklama getirmiştir Hz. Musa ve İsrailoğulları mı, yoksa Firavun ve kavmi mi Allah’ın azabına çarptırılmıştır? Yine azap Hz. Salih, Hz. Hûd, Hz. Nuh ve diğer peygamberlere inanan kimselere mi, yoksa onları reddeden kimselere mi gelmiştir? Bu tarihi misallerden, kâfir toplumlara bir mühlet tanınmış olduğu ortaya çıkmıyor mu? Allah onlara inkâr ve isyan etmelerine rağmen yine de mühlet vermiştir. Ancak kendilerine yapılan tebliğ ve nasihate rağmen bir toplum dalalet üzerinde ısrar eder ve haddi aşarsa onlara verilen mühlet sona erer ve Allah o toplumu helak Hz. Muhammed sas, Allah’ın kendisine verdiği tebliğ ve irşat vazifesini eksiksiz bir şekilde yerine getirebilmek için bütün insanların iman etmesini canı gönülden istiyor ve bu uğurda adeta kendini tüketiyordu. Allah Teâlâ bu durumda olduğunu bildiği Hz. Peygamber’e müşriklerin iman etmeleri için ne kadar gayret gösterse de iman etmeyeceklerini, çünkü kötü tercihleri sebebi ile bir insan hakkında sapıklık takdir etmişse zorlama ve cebr ile onun hakkında hidayet yaratmayacağını ve onları büyük azaptan kimsenin kurtarmaya gücünün yetmeyeceğini bildirmiştir. Bu durumda kendisini harap etmemesini, kendisinin vazifesinin yalnızca tebliğ olduğunu, hidayet verme yetkisinin de yalnızca kendisine ait olduğunu bildirerek Hz. Peygamber’i teselli etmiştir. Nitekim Mekke’de iken Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği hususları inkâr edip sapıklığa düşenlerin çoğunluğu daha sonra iman etmişlerdir. Bu durum ayetlerin Hz. Peygamber’i tatmin ve teselli etmek için nazil olduğunu 312 Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, XIV, 216-217; Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, III, 305. 313 Mevdûdî, Tefhîmü’l-Kur’ân, III, 25. 314 HAC SURESİ, 22/18. AYETİN TEFSİRİ
TEFSİR Allah Teâlâ, peygamberlere ilâhî tâlimatlarını vahyedip buna göre davranmalarını ve bunu insanlara tebliğ etmelerini istediği, peygamberlerin de Allah’ın bu emrine itirazsız, kayıtsız ve şartsız itaat ettikleri gibi, yarattığı varlıklara da kâinattaki nizam açısından üzerine düşen vazifelerini yapmalarını o şekilde vahyetmiştir. Burada haber verilen, Cenâb-ı Hakk’ın bal arısına vahyetmesidir. Öyle bir vahiy ki, Rabbi ne buyurursa tam bir itaat, tam bir inkıyat ve boyun eğişle onu emredildiği şekilde harfiyen tatbik eder. Öncelikle dağlarda, ağaçlarda ve insanların yaptıkları çardaklarda, kovanlarda bal yapacağı gözeleri inşa eder. Dikkat çeken husus şudur Arı bal yapacağı kovanını eşit kenarlı altıgen gözcükler şeklinde yapar. Birbirine eşit bu gözcükler o kadar mükemmeldir ki, insanın bunu cetvelsiz, pergelsiz yapması mümkün değildir. Şayet bu gözeler altıgen değil de üçgen, beşgen, yedigen gibi başka geometrik biçimde olsaydı, gözcükler arasında işe yaramaz boşluklar kalacaktı. Sadece altıgen olduğunda gözcükler arasında hiç boşluk kalmamaktadır. İşte arı ilâhî ilim ve kudretin sevki ile en münâsip olanı tercih edip arı yine Rabbinin emriyle her türlü çiçekli bitkilere ve ağaçlara konar, onların özünden yer. Sonra topladığı o çiçek özlerini getirir, kovanına bal olarak çıkarır. Arıların bal yapma işini yaparken kendi içlerinde çok ilginç bir sistemleri vardır. Bu sistemin bazı özellikleri tespit edilmiştir. Mesela; arılar arasında bir başkan vardır. Vücutça diğerlerinden iri olan başkan ötekilerine hükmeder. Uçarken ve konarken hepsi başkana tabi olurlar. Yine arılar yuvadan topluca giderler. Arı sahipleri arıları eski yuvalarına döndürmek için tanbur çalar, bağırır, çağırır, ilâhî söyler. Çıkarılan bu seslere, nağmelere uyarak arılar eski yuvalarına dönebilirler. Son araştırmalarda arıların genellikle güneşin konumundan istifade ile yönlerini ayarladıkları, ayrıca rüzgarın esiş istikâmeti ve dünyanın manyetik alanı gibi başka imkânlardan faydalandıkları tespit edilmiştir. Ayrıca arılar kovan üzerinde daire veya sekiz çizerek birbirlerine yol tarif eder, çiçeklerin bulundukları alanlar hakkında bilgi aktarır, bu bilgileri alan diğer arılar, bilmedikleri çiçek alanlarını kolaylıkla bulur, dönüşlerinde de “arı hattı” denilen en kestirme yolu karnından çıkan bal kırmızı, beyaz, sarı, katı veya sıvı gibi muhtelif renk ve özelliklerde olur. Bu da daha çok arının yaşadığı bölgeye, topladığı çiçeklerin özelliklerine göre değişir. Bal insan sağlığına çok faydalı, şifalı bir besindir. Balın vücuda şifa olduğu tıbben de sabittir. Resûlullah bu yönde tavsiyelerinden biri şöyledir“Size şu iki şifa kaynağını tavsiye ederim Bal ve Kur’an.” İbn Mâce, Tıb 7Rivayete göre bir adam Peygamberimiz geldi ve “Kardeşim ishal oldu” dedi. Allah Resûlü “Ona bal şerbeti içir” buyurdu. O da içirdi, fakat ishali daha da arttı. Bunun üzerine tekrar gelerek Efendimiz durumu anlattı. Resûlullah tekrar “Ona bal şerbeti içir” buyurdu. O da ikinci defa içirdi, fakat yine hastalığı arttı. Tekrar gelerek “Ya Rasûlallah! İçirdim, fakat fayda vermedi” dedi. Bunun üzerine Peygamber “Git, ona bal şerbeti içir. Allah doğru söyledi. Fakat senin kardeşinin karnı yalan söyledi” buyurdu. O da bir kere daha içirdi. Allah şifa verdi ve iyileşti. Öyle ki, sanki bağından çözülmüştü. Buhârî, Tıb 24; Müslim, Selâm 91Kaynaklarımızda anlatılan şu olay, dünya ve âhiret tüm dertlerimize şifa olması için Kur’an ve sünneti nasıl hassas bir kulakla dinleyip nasıl ince bir kalple idrake çalışmamız gerektiğini ortaya koyarBir adam Hz. Ali’ye gelerek hafızasının zayıf olduğundan şikâyet etti. Ali ona “Hanımın var mı?” diye sorup, evet” cevabını alınca şu tavsiyede bulundu. “Hanımına söyle, sana mihrinden gönül rızâsıyla iki dirhem versin. Onunla süt ve bal al. Yağmur suyuyla şerbet yap. Aç karnına onu iç; umulur ki hıfzın kuvvetlenir.” Hz. Ali’nin bu sözü Hasan b. Fadl’a sorulunca, o bu reçetenin Allah Teâlâ’nın şu âyetlerinden alındığını söylemiştir Su hakkında “Biz gökten bereketli bir su indirmekteyiz” Kaf 50/9, süt hakkında “İçenlerin boğazından kolayca geçen, lekelerden arınmış temiz bir sütle sizi besliyoruz” Nahl 16/66, bal hakkında “Onda insanlara şifa vardır” Nahl 16/69, mihir hakkında da “Onu da gönül rahatlığı içinde afiyetle yiyin” Nisâ 4/4 buyurmuştur. Dolayısıyla bereket, şifa, âfiyet, boğazdan kolayca geçme ve hâlis olma gibi vasıflar bir şeyde toplandığı zaman onun yararlı olmasında şaşılacak bir şey yoktur. Bursevî, Rûhu’l-Beyân, V, 65-66İmâm Muhammed b. Ali Tirmizî der ki “Bal insanlar için şifa olmuştur. Çünkü arı, itâat ederek Allah’a boyun eğdi, kendi şehvetini terk ederek tatlı, acı, sevilen ve sevilmeyen bütün meyvelerden yedi. O, Allah’ın emrine boyun eğince yediklerinin hepsi Allah için oldu ve hastalıklar için şifa hâline geldi. İşte bunun gibi kul Allah’a itâatkâr olur ve nefsânî arzularını terk ederse sözü hasta kalplere şifa olur.”İmam Kuşeyrî âyetle ilgili şu işârî izahı yapar “Allah, kâinata koyduğu değişmez kanunlarından birini her değerli şeyi hakir bir şeyde gizlemek sûretiyle icrâ eder. Meselâ, ipeği hayvanların küçük ve zayıflarından olan ipek böceğine koymuştur. Balı, uçan hayvanların en zayıfı olan arıda; inciyi, deniz hayvanlarının en vahşisi olan sedef denilen hayvanda yaratmıştır. Altın, gümüş ve firuzeyi[1] taşa koymuştur. İşte bunun gibi mârifet ve muhabbeti de mü’minlerin kalbine yerleştirmiştir.” Kuşeyrî, Letâifü’l-işârât, II, 163Bu âyet-i kerîmelerden idrake yansıyan diğer işaretler şunlar olabilir Yaratılan her canlının eşyadaki tasarrufu kendi tabîatından değil, ancak Allah’ın hikmet kanunu ve kadîm iradesi üzere ona öğretmesi ve ilhâmıyladır. Vahyin, diğer hayvanlar arasında sadece arıya ait kılınması, onun insana ve özellikle de kalben Allah’a ulaşma yolunda mesafe almaya çalışanlara benzemesi sebebiyledir. Bilindiği gibi halktan uzaklaşıp Sadece Allah’a yönelmek üzere dağlarda evler edinmek tasavvuf ehlinin âdetlerindendir. Nitekim Resûlullah de peygamberlikten önce Hira’ya çekilerek bir iki hafta, hatta bir ay ibâdet ve riyazatla meşgul olurdu. Yine onların hallerinden biri de yerlerinin, elbise ve yediklerinin temiz olmasıdır. Temizlik konusunda arı da böyledir. Karnındakini temiz taşın veya temiz bir odunun üzerine koyar ki çamur veya toprak ona dokunmasın. İnsanın sakındığı gibi o da pislenmekten kaçınarak pislikler üzerine konmaz.[2]Bedenin meyveleri sâlih amellerdir. Nefislerin meyveleri, riyâzatlar, mücâhedeler ve nefsanî arzulara karşı durmaktır. Kalblerin meyveleri dünyayı terk, âhireti taleb ve Mevlâya yönelmektir. Sırların meyveleri, etrafımızı kuşatan duyular ötesi âlemin perdelerini aralamaya çalışmak ve Allah’a yakın bir kul olmaya gayret göstermektir. İşte bütün bunlar ruhların gıdalarıdır. Allah Teâlâ arıya “Her türlü meyveden ye” buyurduğu gibi, hak yolunun yolcularına da benzerini “Temiz ve helâl olan rızıklardan yiyin ve dâima sâlih ameller işleyin” Mü’minûn 23/51 buyurmuştur. bk. Bursevî, Rûhu’l-Beyân, V, 65-67Yunanlı bir filozof talebelerine “Peteklerindeki arılar gibi olun” diye tavsiyede bulunur. Talebeleri “Arılar peteklerinde nasıl olur?” diye sorunca, şöyle cevap verir “Arı, yanında tembel birini barındırmaz. Onu kovar ve petekten uzaklaştırır. Çünkü petek dardır, bal tükenir. Tembel değil dinç olan çalışır.”Arıların esrarengiz yapı ve işlerinde olduğu gibi insanların doğumlarında, ölümlerinde ve sahip bulundukları imkânların farklı farklı oluşunda da nice ilâhî sırlar ve hikmetler vardır[1] Firûze Gök mavisi renginde kıymetli bir mâden.[2] Resûlullah şöyle buyurmuştur “Mü’min bal arısına benzer. Temiz olanı yer, temiz olan şeyler ortaya koyar, temiz yerlere konar ve konduğu yeri ne kırar ne de bozar.” Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 199; Hâkim, el-Müstedrek, I, 147Efendimiz bu beyânından hareketle İbn Ömer da arı ile mü’min arasında şu benzetmeyi yapmaktadır “Mü’min arı gibidir, tatlı yer ve tatlı iş yapar. Onların benzerliği şu yöndendir Arının mahâreti, anlayışı, zararının az, faydasının çok oluşu, pisliklerden uzak oluşu, yediğinin temiz ve hoş olması, başkasının kazandığından yememesi ve emîrine itâat edişidir. Arıyı işinden alıkoyan âfetler vardır. Bunlar da karanlık, havanın bulutlu olması, rüzgar, duman, su ve ateştir. Mü’min de böyledir Onu da işinden bazı âfetler alıkoyar. Bunlar ise gaflet karanlığı, tereddüt ve şüphe bulutu, fitne rüzgârı, haram dumanı, taşkınlık suyu, keder ve üzüntü ateşidir.” Bursevî, Rûhu’l-Beyân, V, 65-67 Kaynak Ömer Çelik Tefsiri
NAHL SÜRESİ Gîrîş Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Ruh Nedir? Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Tayyibler Kimlerdir? Meal Dirayet Vb Rivayet Tefsiri Peygamberler Neye Çağırırlar? Meal Dirayet Vb Rivayet Tefsiri Zikr Ehli Kimlerdir? Kadın Peygamber Var Mıdır? Muctehit İçin Taklid Caiz Midir? Her Mahluk Allah'a Secde Eder Her Nimet Allah'tandır Zararı Ancak Allah Kaldırır Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri melekler allah'ın kızlarıdır iddiası İslâm'da Kız Evladı Yetiştirmenin Karşılığı Zulmün Neticesi Muahezenin Anlamı Dabbenîn Anlamı Peygamberlere Zalim Denir Mi? Kitab Kelimesi Neye Denir? Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Süt Mucizesi İçkî Nerede Haram Kılındı? Hayvanlara Peygamberler Gelmiş Midir? Tedavî Olmak Caizdir Efsunla Tedavi Olmak Caiz Mi1! Erzel'il Ömr Hangi Yaştır? Rızkı Allah Verir Kadın Evinin Hizmetini Yapmakla Mükellef Midir? Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsîrî Hür Île Kölenin Mukayesesi Niçin Kıyamete Saat Denildi? Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Allah'a Ortak Koştuklarından Kastedilen Nedîr? Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Ümmetlerin Aleyhindeki Şahitler Kimlerdir? Şahitten Ne Kastedildi? Kur'an Her İlmi Kapsıyor Mü? Allah'ın Emrettikleri Kainatın Nizamını. Sağlayan Üç Prensib Îslâmın Ahde Verdiği Önem Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Tayyibe Hayat Hangi Hayattır? Kür'an Okunmak İstendiğinde Ne Yapmak Gerekir? Şeytan Kime Hâkim Olur? Ruh'ul Kudüs Kimdir?- Meal Dîrayet Ve Rivayet Tefsiri Müşriklerin İddiasına Göre Peygamber'e Kur'an'ı Kim Öğretiyordu? Allah'ın Âyetlerinden Kastedilen Îrtîdadın Hükmü İslâm'da İlk Şehit Zorlanan Kimsenin Yemini Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Haram Edilenler Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri İbrahim Milleti» Ne Demektir? Dîn Ve Mîllet Kavramları Cuma, Cumartesi Ve Pazar Hikmet Nedir? Rasülullah'jn Hz. Hamza İçin Yaptığı Yemini Bozup Kefaret Vermesi Kısas Neyle İcra Edilir? NAHL SÜRESİ Gîrîş îbn Ebi Hatim'in rivayet ettiğine göre, bu sureye En-Neam» Suresi de denilmektedir. Çünkü Allah Teâlâ, bu surede kullarına ihsan etmiş olduğu nimetleri saymaktadır. îbn Merduveyh'İn îbn Abbas ile îbn Zübeyr'den rivayet ettiğine göre, bu sure hicretten önce Mekke'de nazil olmuştur. Nuhas, Mücahid kanalıyla îbn Abbas'tan, bu surenin son Üç ayeti müstesna, Mekke'de nazil olduğunu söylemektedir. O son üç ayet ise, Hz. Peygamber Uhud'dan dönerken Uhud İle Medine arasında nazil olmuştur. îbn Abbastan gelen bir rivayete göre, 95-96. ayetler dışında surenin tamamı Mekke'de nazil olmuştur. Umeyye el-Ezdi, Cabir b. Zeyd'den, bu surenin 40 ayetinin Mekke'de diğer ayetlerininse Medine döneminde nazil olduğunu rivayet etmektedir. Bu sure 128 ayettir. Tabersi ve bazı müfessirler bu sayıda ihtilaf olmadığını söylemişlerdir. Ed-Dânî, Kitab'ul-Aded» adlı eserinde, bu surenin ayetlerinin 93 olduğunu söylemektedir. îcma'a göre bu surede dört mensuh ayet vardır. Fakat ihtilaflı bir görüşe göre mensuh ayet sayısı l'dir. Surenin 68. ayeti balansından nahl bahsettiği için bu sureye balansı» anlamındaki Nahl» adı verilmiştir. Sure 2840 kelime, harften ibarettir. Celâleddin Suyutî, iki sure arasındaki münasebet ile ilgili olarak şunu söylemiştir Hicr Suresi'nin son ayeti bu surenin ilk ayeti ile sıkı bir şekilde irtibatlıdır. O son ayette Ya'tike», bu ilk ayette ise Eta» fiili kullanılmıştır. Yani önce muzari, sonra mazi sigası getirilmiştir. Sabit olduğuna göre, istikbal mazinin önündedir. [1] Meal Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla 1- Artık Allah'ın emri geldi. Onu istemekte artık acele etmeyin. Allah onlann koştukları ortaklardan münezzehtir, yücedir. 2- Allah melekleri kullarından dilediği kimseye, emrinden bir ruh ile, Benden başka mabud olmadığına dair insanları uyarın ve benden sakının» diyerek indirir. 3- Allah gökleri ve yeri hak ile yarattı. Allah onlann koştukları ortaklardan münezzehtir. 4- O inşam bir damla meniden yarattı fakat bir de bakarsın ki insan Rabbine apaçık bir hasım olmuştur! 5- Hayvanları da O yarattı. Onlarda sizin için ısıtacak şeyler ve daha birçok faydalar vardır. Onlann etlerini de yersiniz. 6- O hayvanları akşamleyin getirirken, sabahleyin de meraya götürürken, sizin için onlarda bir güzellik vardır. [2] Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 1 Artık Allah'ın emri geldi. Onu...» Bu Ayetin Tefsiri Emr» ile kastedilen, el-Bahr'da da ifade edildiği gibi, Kıya-met'tir. tbn Merduveyh, Dahhak ile İbn Abbas'tan şöyle rivayet etmektedir. Allah'ın emri ile kastedilen, Hz. Muhammed'in gönderilmesidir.» tbn Cübeyr'e göre emir'den maksat azabın inmesidir. Yani Allah'ın peygamberine va'dettiği yardım, zafer ve düşmanları öldürmek, esir etmek, mallarının yağmalanması, ev ve yurtlarının elde edilmesi tarzındaki işlerdir. îbn Cerir ve bazı mtifessirler Dahhak'tan emir ile hükümlerin, hududlann ve farzların kastedildiğini rivayet etmişlerdir. Ancak bu görüş, çok uzak bir ihtimaldir. Çünkü hiç kimseden Hz. Peygamber'in Allah'ın farzlarının hemen gelmesini talep ettiği, hadlerin hemen gelmesini istediği sabit olmamıştır. Emrin gelmesi, onun yaklaşmış olmasıdır. Veyahut onun başlangıcı gelmiş demektir. Fela testa'ciluhu» fiilindeki zamir, zahire göre emr»e raci-dir. Çünkü burada emirden bahsedilmektedir. Bazılarına göre bu zamir Allah» lâfzına racidir. Yani AU îah'tan azabı veya Kıyametin kopmasını acüen istemeyin». Onların azabı acilen istemeleri her ne kadar istihza yoluyla ise de hakikat üzere hamledilmiştir. Ve böyle bir istihzadan neh-yolunmuşlardır. îbn Abbas, Kıyamet yaklaştı, ay yarıldı» Kamer 1 ayeti nazil olduğunda, kâfirlerin; Muhammed KıyameVin yaklaştığını iddia ediyor. Gelin de yapmakta olduğumuz bazı davranışları ter-kedelim ki bakalım ne olacak?» dediklerini ve bir şeyin inmediğini görünce de, Biz bir şey görmüyoruz» diye konuştuklarını naklediyor. Bunun üzerine insanlar için hesaplarının yaklaştığı bildirildi. Onlar bunun Üzerine çok korktular. Günler geçtiği halde yine bir şey olmayınca, Ey Muhammedi Bizi kendisiyle korkuttuğun azabın geldiğini hâlâ göremedik» dediler. Sonunda da, Artık Allah'ın emri geldi» ayeti nazil oldu. O zaman Hz. Peygamber hak olan İcavimlerin akıbetini dikkatle ve ibretle seyredin!» 37 Ey Muhammed! Sen onların hidayete...»Bu Ayetin Tefsiri Allah Teâlâ, bu ayette Hz. Muhammed'e hitap etmektedir. Çünkü Kureyşliler küfür ve şirkte ısrar ediyorlar ve buna karşın da Hz. Peygamber onların iman etmesi hususunda ısrar ediyordu. Allah Teâlâ da bu ayetinde, onların üzerlerinde dalâlet ve küfrün sabit olduğunu büdirerek şöyle buyurdu Sen onların hidayete ermelerine her ne kadar düşkilnsen de, AUah'm saptırdığı birini, kimse hidayete erdiremez. Onlardan azabı da uzaklaştıramaz. Çünkü onlan azaptan koruyacak bir yardımcıları da yoktur.» 38 Onlar olanca güçleriyle, ölen bir kimseyi.,,» Bu Ayetin Tefsiri İbn'ul-Cevzî, bu ayetin nüzul sebebinin şu olduğunu söylemektedir Müslümanlardan bazılarının, bazı müşrikler üzerinde alacakları vardı. Bir müslüman Habbab b. Eret, alacağı olduğu bir müşrike As b. Vaü giderek; Ölümden sonraki hayatıma yemin ederim ki...» dedi. Müşrik ise; Sen ölümden sonra dirileceğini mi iddia ediyorsun? Vallahi ölen bir kişi, bir daha diriltilmez ve hoş-re de göndeHlmez» dedi îşte bunun Üzerine mezkûr ayet nazil oldu.» Bu rivayet Ebul-Haniye'den gelmektedir. Müşriklerin ,tevhid gibi ayrıca hasrı Öldükten sonra dirilmeyi reddetmelerinin nedeni, şu husustan kaynaklanmaktadır. Onlara göre, insan sadece bu iskeletten bedenden meydana gelmektedir. Dolayısıyla insan Ölüp iskeleti parçalanıp, bedeni çürüdükten sonra, artık aynısının bir daha olması mümkün değildir. Çünkü bir şey yok olursa, artık onun geriye hiçbir şeyi kalmaz. îşte müşrikler bu nedenle haşn inkâr etmektedirler. Oysa onlar şu noktayı gözden kaçırmaktadırlar. İnsanı ve diğer mahlûka-tı hiç yoktan meydana getirmeye kadir olan Allah, onların bedenleri çürüyüp toprak olduktan sonra yine aynı hale getirip, haşre göndermeye kadirdir. Bu yüzden Allah Teâlâ, onların bu inkârlanm en şiddetli bir şekilde reddederek şöyle buyurdu Hayır! Bu O'nun üzerine hak olarak verdiği bir sözdür, fakat insanların çoğu bilmezler». Yani insanların çoğu haşre gönderileceklerini bir türlü idrak edemezler. Buna ya ilimleri yetmiyor ya da dikkatleri kısırdır. Belâ» Hayır! lafzı olumsuz cümlenin arkasında gelen hükmü ispat içindir. Aynı zamanda —yukarıda da değindiğim gibi— onların şüphelerinin cevabıdır. Evet, inşam kudretiyle yoktan var eden Allah, onu var ettikten sonra yok edip, tekrar var etmeye de muktedirdir. Çünkü ikinci varediş, birincisine göre daha kolaydır. Çünkü burada bedenin toprak olmuş parçalan söz konusudur. 39 Allah, hakkında ihtilaf ettikleri şeyi...» Bu Ayetin Tefsiri İnsanların çoğu, haşre dönüşün nasıl olacağım ve Allah'ın her şeye muktedir bulunduğunu bir türlü anlayamamaktadırlar. Bu yüzden Allah Teâlâ, onlan haşre gönderecektir ki, hakkında ihtilaf ettikleri hususları onlara beyan etsin. Yani ölümden sonra dirilmenin olmayacağını iddia edenlerin delillerini çürüterek, gerçeği onlara gösterecektir. Ayrıca küfre sapanlar haşrolunduktan sonra, iddialarının ölümden sonra dirilme, cennet, cehennem, hesap yoktur vb. yalan olduğunu böylece anlasınlar. Bu ayet haşri gerektiren sebebe işaret etmektedir. Allah Teâ-lft, hikmet bakımından haşri gerektiren sebebi zikretmektedir. Tıpkı hak ile bâtıl, haklı ile haksızın arasım ayırma, birine sevap diğerine ceza verilmesi gibi. 40 Biz bir şeyin olmasını dilediğimiz zaman...» Bu Ayetin Tefsiri Mezkur ayet Allah Teâlâ'nın Ölüleri diriltmek istediği takdir de, buna kadir olduğunu, onlan hesaba çekip, yaptıklarının karşılığını vereceğini ve bunun için de kendisi için herhangi bir yorgunluğun söz konusu olmadığım ortaya koymaktadır. Çünkü o hiçbir şeyin kendisini acze düşüremeyeceği, kâdîr-i mutlak olan zattır. Ebu Hureyre'den rivayet olunduğuna göre, Allah Teâlâ şöyle buyurur Ademoğlu bana küfreder, fakat bana küfretmesi uygun değildir. Beni yalanlar, bu da uygun değildir. Onun bana küfretmesi, Allah'ın çocuğu vardır» demesidir. Beni yalanlaması ise, Allah beni yeniden diriltmeyecektir. Başlangıçta olduğu gibi beni ikinci kez yaratmayacaktır» demesidir». Buhari Hadisin bazı rivayetlerinde ibare şöyledir Ademoğlu beni yalanladı. Oysa böyle bir yetkisi yoktur. Bana küfretti. Oysa yine böyle bir yetkisi yoktur. Onun beni yalanlaması, Allah bizi başlangıçta olduğu gibi, ikinci kez diriltmeyecektir» demesidir. Oysa yaratılan bir kimsenin, ilk kez yaratılması ikinci kez dirilülmesinden daha kolay değildir. Onun bana küf' retmesi, Allah çocuk edindi» şeklindeki sözüdür. Oysa ben ehad bir olanım. Ne doğurmuş ne doğurulmuş ve ne de hiç kimsenin kendisine denk olmadığı, herkesin ihtiyacını veren Allah'ım»[22] Ebu Zer'den rivayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur AUah Teâlâ dedi ki Ey Ademoğlu! Hepiniz günahkârsınız. Ancak kime afiyet verirsem, o kurtulur. Bu yüzden benden af talebinde bulunun ki sizi affedeyim.. Hepiniz fakirsiniz. Ancak kimi zengin etmişsem, o müstesnadır. Bu yüzden benden isteyin ki size vereyim. Hepiniz dalâlettesiniz. Ancak hidayet ettiğim müstesnadır. Bu yüzden, kendisini affetmeye, kâdîr bulunduğumu bilerek, af talebinde bulunan kimseyi affederim. Onun mevcut günahlarına aldırmam. En evveliniz, ahiriniz, diriniz, ölünüz, canlınız, cansızınız, en şakiniz ve en asiniz bir araya gelse, yine de benim hükümranlığımdan bir sivrisinek kanadı kadar bir şey eksiltemez. Şayet en evveliniz, ahiriniz, diriniz Ölünüz, canlınız, cansızınız, en muttaki, en dindarınız biraraya gelse, hepiniz böyle olsanız, yine benim hükümranlığıma bir sivrisinek kanadı kadar bir ilavede bulunmuş olmaz. Evveliniz, ahiriniz, diriniz, ölünüz, canlınız, cansızınız biraraya gelip, hepinizin istediğini verinceye kadar benden talepte bulunsanız, yine benim katımdaki hazineden bir şey eksilmez. Ancak biriniz iğneyi denize daldırdığında, denizden ne eksilirse, ancak o kadar eksilir. Yani iğnenin denize daldınlmasıyla denizden bir şey eksilmeyeceği gibi, hiçbir eksiklik olmaz. Bunun nedeni benim el-Cevvad, el-Macid ve el-Vacid olmamdır. Benim vergim kelâmdır, benim azabım kelâmdır. Ben bir şeyin olmasını istedi ğimde, ona emrim, sadece ol» demektir, o da hemen oluverir.» îmam Ahmed, Tirmizİ, îbn Ebi Hatim ve Beyhaki. [23] 41 Zulme uğradıktan sonra, Allah yolunda...» Bu Ayetin Tefsiri Bu ayet Bilâl Habeşi, Suheyb Rumî, Habbab b. Eret, Abis, Cü-beyr ve Ebu Cendel b. Seni adlı sahabiler hakkında nazil olmuştur. Müşrikler onları Mekke'de iken hapsederler, İslâm'dan küfre dönmeleri için durmadan işkence yaparlardı. Onlar zayıf kimselerdi. Güç ve kuvvetleri yoktu. Meselâ Bilâl Habeşi'yi sahipleri Mekke meydanına çıkarırlar, sıcağın en şiddetli zamanında, kendisini bağlarlar ve göğsünün üzerine bir kaya parçası koyarlardı. Fakat o durmadan, Efıad, Ehad» Allah birdir, Allah birdir diye haykırırdı. Hz. Ebubekir onu müşrik olan sahiplerinden alıp, azad etmişti. Hz. Ebubekir onunla beraber altı köle daha satın alıp, azad etmişti. Suheyb Rumî'ye gelince, o Kureyşlilere şöyle diyordu Ben yaşlt bir kimseyim. Sizinle durduğum takdirde size bir yarartm dokunmaz. Sisin aleyhinizde dahi olsa size yine bir zarar veremem». O böyle dedi ve daha sonra malını onlara vererek kendini azad ettirdi. Nitekim Ebubekir onun yanından geçerken; Ey Suheybh dedi Bu alışverişin karlı oldu yani bu ticaretten kâr ettin». Diğer sahabiler de aynı şekilde, Kureyş müşriklerine istediklerini vererek, Mekke'den çıktılar Katade de bu ayetin Hz. Peygamber'in ashabı hakkında nazil olduğunu söylemiştir Mekke müşrikleri onlara zulmettiler ve onları yurtlarından çıkardılar. İçlerinden bir grup Habeşistan'a göç etti. Sonra Allah Teâlâ onlara Medine'yi merkez yaptı ve onlar da Medine'ye hicret ettiler. Allah, onlara Medineli müslümanlan yardımcılar kıldı. O müslümanlar kendilerine kucak açıp yardım ettiler, mâlî durumlarını düzeltmeye çalıştılar. îşte bu ayet muhacirlerin ve hicret olayının faziletini ortaya koymaktadır. Ayrıca, sadece Allah için yapılmayan bir hicretin hiçbir değerinin olmadığı da böylece vurgulanmaktadır. Hicret, bir beldeden diğerine göç etmektir. Nitekim bu nedenle, Ameller niyete göredir» hadisi varid olmuştur. Bu hadiste şu ifadeler kullanılmıştır Kimin hicreti, Allah ve Rasûlü içinse, onun hicreti Allah'a ve Rasûlü'nedir. Kimin hicreti de elde etmek istediği bir dünya malt veya .nikâhtamayt istediği bir kadın içinse, onun hicreti bunlaradır». Buhari, Müslim Allah rızası için hicret eden kimselere, biri dünyada diğeri Ahiret'te olmak üzere iki kez mükâfat verilir. Allah Teâlâ'nın onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz» diye buyurması onları Medine'de yerleştirip, orayı kendilerine hicret yurdu yapacağını ifade eder. Yani, dünyada güzel bir beldeyi Medine'yi kendilerine yerleşme yeri kılacağız. Rivayet olunduğuna göre, Hz. Ömer kendi halifeliği döneminde birine maaş verirken; Al bu maaşı. Allah onun içine bereket ihsan etsin. Bu sana dünyada verileceği va'dolunandır. Ahiret'te kendin için edindiğin azık, bundan daha efdaldır» dedi ve sonra da bu ayeti okudu. Bazıları bu ayeti, Onlara dünyada ihsan edilecektir» şeklinde yorumlamaktadırlar. Bu ihsan ise Allah Teâlâ'nın müminler için Mekke'yi fethederek kendilerine zulmeden Mekke halkını ellerine düşürmesi ve kendilerini Mekke'den sürüp, hicrete zorlayan kâfirlere onları galip getirmesidir. Allah Teâlâ tüm Araplara karşı onlara yardım etti. Doğu'nun ve Batı'nın en uç yörelerine kadar onları gönderdi ve muzaffer kılmak suretiyle kendilerine yardımda bulundu. Bazıları Dünyada iyilik» ile kastedilenin hidayet olduğunu söylemişlerdir. Ahiret mükâfatının daha büyük olması dünyada verilenlerden daha efdal, daha şerefli olmasıdır. Eğer bilirlerse» ifadesindeki zamir »kâfirlere racidir. Çünkü müminler Ahiret'teki mükâfatlarını bilmektedirler. Ayetin anlamı şu şekildedir Şayet kâfirler Ahiret mükâfatının, dünyadaki mükâfattan daha büyük olduğunu bilselerdi, muhakkak Ahiret'e rağbet ederlerdin. Bazı müfessirlere göre, zamir muhacirlere racidir. Yani, eğer muhacirler Allah'ın kendileri için Ahiret'te ne hazırladığını buseydiler, daha çok çalışır ve cihad ederlerdi. Başlarına gelen belalara daha fazla sabırla karşı koyarlardı. İbn Abbas'ın rivayetine göre, bu ayetin nüzul sebebi olan kimselerden Süheyb Rumî için, Hz. Ömer'in; Süheyb ne güzel bir kuldur. O Allah'tan korkmasaydı da Allah'a isyan etmezdi» şeklindeki sözü hakkında îbn Atiyye'nin değil, Katade'nin görüşü daha doğrudur. Şeyh Bahaddin Sübki, Telhis şerhinde, diğer hadis hafızlan gibi hadis kitaplarında geniş bir araştırma yaptıktan sonra, Hz. Ömer'e nispet edilen bu sözün mevcut olmadığına işaret etmiştir. Onların bu sözleri bu rivayetin sahih oluşunda kuvvetli bir şüphe meydana getirir. [24] 42 O muhacirler fci sabreden ve...» Bu Ayetin Tefsiri O müminler tüm işlerinde Allah'a tevekkül ederler. Bazı müfessirlere göre, Allah Teâlâ'nın bu ayette hem sabrı hem de tevekkülü zikretmesinin nedeni, tevekkül ile sabrın Allah'a giden yolun başlangıç ve sonuç noktaları olmasıdır. Sabrı nefsi kahretmek, hapsetmek, iyi ameller ve diğer taatlerde onu durdurmak, insanlardan gelen eziyetlere karşı tahammül gösterebilmektir. Burada sabır ile, mubah olan şehvetlerde ve haramlarda/ musibetlerde gösterilen sabır kastedilmektedir. Tevekküle gelince, o tamamen insanlardan kesilip tüm varlığıyla kişinin Allah'a yönelmesidir. Bu bakımdan sabır, Allah'a giden yolun başlangıç noktası, tevekkül ise son noktasıdır. [25] Meal 43- Biz senden Önce de kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız zikr ilim ehline sorun! 44- O peygamberleri apaçık deliller ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara kendilerine indirileni beyan etmen için sonra zikri Kur'an'ı indirdik. Umulur ki düşünürler. 45- Kötülükler düzenleyip kuranlar, Allah'ın kendilerini yere geçirmeyeceğinden veya kendilerine bilmedikleri bir yerden azabın gemleyeceğinden emin mi oldular? 46- Veya onlar dönüp dolaşırlarken azabın kendilerini yakalamayacağından emin midirler? Onlar Allah'ı aciz bırakacak değillerdir. 47- Ya da Allah'ın kendilerini bir korku üzerinde yakalamayacağından emin midirler? Kuşkusuz Rabbin çok şefkatli ve pek merhametlidir. 48- Allah'ın yarattığı şeyleri görmediler mi ki, onlann gölgeleri küçülerek veya sürünerek Allah'a secde ettiği halde sağa -sola döner durur. 49- köklerde ve yerde bulunan tüm canlılar ve melekler büyüklük taslamadan Allah'a secde ederler. 50- Onlar üstlerindeki Rablerinden korkarlar ve kendilerine ne emrolunursa onu yaparlar. 51- Allah İki mabud edinmeyin. O ancak bir mabuddur. O halde yalnız ve yalnız benden korkun» dedi. 52- Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Ve din de sadece O'na aittir. O halde Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz? 53- Nimet olarak size gelen her şey Allah'tandır. Sonra size bir zarar dokunduğunda yine sadece O'na yalvarırsınız! 54- Sıkıntılarınızı giderdiğinde ise, içinizden bir kısım kimseler hemen Rablerine ortak koşarlar! [26] Dirayet Vb Rivayet Tefsiri 43 Biz senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz...» Bu Ayetin Tefsiri Mezkûr ayet, tüm peygamberlerin erkeklerden olduğuna delâlet etmektedir. Bazı kelâm alimleri Eş'ariler, Allah Teâlâ'nın kadınlardan da peygamber gönderdiğini iddia etmişlerse de, bu çoğunluğun görüşüne muhaliftir. Bu ayet, Kureyşlileri şiddetle reddedip kınayan ayetlerden biridir. Onlar Hz. Peygamber'in risaletini inkâr etmiş ve şöyle demişlerdi Allah bir beşeri peygamber olarak göndermekten yücedir. Niçin bize bir melek göndermedi?» Allah Teâlâ da bu iddiayı şöyle reddetmiştir Bizim ilâhî sünnetimizin cereyan eden şekli budur. Hikmet gereğince, umumi bir davet için ancak kendisine vahyettiğimiz bir beşeri göndeririz». Vahiy çoğu kez melek vasıtasıyla gelir. Emir ve yasaklardan müteşekkildir. Ki peygamberler onları insanlara aktarsınlar. Umumi davet» tabiriyle meleklerin sadece tebliğ için peygamberlere gönderilmeleri kastedilmekte ve meselâ Hz. Meryem'e müjde vermek için gönderilmeleri tarif dışında tutulmaktadır. Yine vahyin çoğu kez melek vasıtasıyla geldiği söylenmekte» vahyin bir kısmınxn da, melekler vasıtasıyla olmadığı ortaya konmaktadır. Nitekim başka bir ayet de bu hususu açıklayıcı mahiyettedir Allah, bir beşerle ya vahiyle ya da perde arkasından konuşur. Veya bir elçi gönderir. Allah'ın izniyle dilediğini ona vahyeder». .Şura 51 [27] Zikr Ehli Kimlerdir? Zikr ehli» ifadesindeki zikr» ile ilim, kitap kastedilmektedir. Zikr ehli ise, kitap ehli olan yahudi ve hıristiyanlardır. Yani eğer bilmiyorsanız yahudi ve hıristiyanlara sorun. Bu yorum İbn Abbas'a aittir. Hasan Basri ve Süddi de aynı görüştedir. Kitab»a zikr denilmesinin sebebi, daha ilerideki ayetlerde açıklanmaktadır. Mücahid'e göre, Zikr» kelimesi sadece Tevrat için kullanılır. Nitekim, Zikr'den sonra Zebur'u yazdı» buyurulmaktadır. Bu yoruma göre, zikr ehli», yahudilerdir. Ebu Hayyan el-Bahr'ul-Muhit» adlı tefsirinde, zikr ehli ile müslüman olmayan kitap ehlinin kastedildiğini söylemektedir. Çünkü Mekkeliler onları itham etmiyorlardı ve onların sözlerini dinlerlerdi. Peygamberlerin sadece erkeklerden olacağı meselesi, onlar tarafından da öne sürüldüğünden, ehli kitabın bu görüşü Kureyş aleyhine bir delil teşkil ediyordu. Ayetin inzal edilme nedeni, onların delillerini boşa çıkarıp, kendilerini ilzam etmektir. Aksi takdirde hak zaten apaçıktır ve herhangi birinin aynca onu bildirmesine gerek duymaz. Mekke müşrikleri bu ayet inince, Medine'de oturan yahudilere elçiler göndererek, peygamberlerin ancak erkeklerden geleceği şeklindeki sözün doğruluğunu, onlara sordular. A'meş, Süfyan b. Uyeyne ve İbn Cübeyr, zikr ehli ile Abdullan b. Selâm, Selman-ı Farisi gibi müslüman olan ehli kitabın kastedildiğini söylemişlerdir. Ancak bu zayıf bir yorumdur. Çünkü müslüman olan ehli kitabın sözü, müşriklerin yanında muteber sayılamazdı. Yine Ebu Cafer ve îbn Zeyd'in, zikr ile Kur'an'ın kastedildiği, zira birçok ayette Kur'an karşılığında, Zikr» tabirinin kullanıldığı şeklindeki görüşleri de bu nedenle zayıftır. Çünkü bu yoruma göre,Zikr ehli» ile mutlak anlamda müslümanlar kastedilmektedir. îmamiye mezhebi alimleri, Zikr ehli» ile kastedilenin oniki İmâm ve ehli beyt olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşleri için de Cabir hadisini delil olarak öne sürmüşlerdir. îmamiye mezhebi alimlerinden olan Muhammed b. Müslim, Ebu Cafer'den, onun şöyle dediğini rivayet etmektedir Zikr ehli, biz ehli beytiz». Bazı müfessirler, İmamiye mezhebine mensup bazı alimlerin, Zikr ehli» ile Hz. Peygamber'in kastedildiğini belirttiklerini öne sürmüşlerdir. Ebu Hayyan'ın tefsirinde de belirttiği gibi, Mekke müşrikleri Mekke'de bulunan ehli beytin haberiyle nasıl ikna olabilirler? Oysa ehli beyt, müşrikler nazarında Hz. Peygamber'den daha doğru söyleyen kimseler olarak da tanınıyor değillerdi. Üstelik Hz. Peygamber, onların arasında ehemin» lakabıyla biliniyordu. İbn Merduveyh'in rivayet ettiği hadis ile, bazı îmamîlerin Enes'ten rivayet ettikleri şu haber birbiriyle çelişmektedir. Hz. Peygamber'den dinledim şöyle buyurdular' Kişi namaz kusa, oruç tutsa, hacca gitse, hatta umre bile yapsa, o münafık olabilir». Mecliste bulunanlardan biri sordu Ey Allah'ın Rasûlü! Nifak onun kalbine nasıl girmiştir?» Hz. Peygamber cevaben şöyıe buyurdu Kişi, imanı Allah'ın zikr ehlinden sorun» dediği bi kimse olmasına rağmen imanına ta'n eder». Bu hadis sahih değildir. Alusî, ehli zikr» ile ehli Kur'anmn kastedilebileceğini söylemiştir. Her ne kadar Ebu Hayyan, diyeceğini demişse de bu görüş yakın bir ibarede inşaallah görülecektir. Eumanî, Zeccac- ve Ezherî'ye göre, ehli zikr» ile önceki ümmetlerin haberlerini bilen alimler kastedilmiştir. Bu bakımdan buradaki zikr», hıfzetmek, korumak, ezberlemek demektir. Allah Teâlâ bu yoruma göre adeta şöyle demektedir Önceki ümmetlerin haberlerine muttali olan ve onları bilen kimselere sorun. Onlar size bu gerçeği haber verirler».[28] Kadın Peygamber Var Mıdır? Daha Önce de işaret ettiğimiz gibi, bu ayet Allah'ın bir kadını veya bir çocuğu peygamber olarak göndermediğine delâlet etmektedir. Hz. İsa'nın beşikte iken nebi olması keyfiyeti buna ters düşmemektedir. Çünkü nübüvvet, risaletten daha umumidir. Yine bu ayet, Hz. Meryem'in peygamber olduğunu ileri sürenlerin iddialarının doğru olmadığım göstermektedir. Çünkü bu ayet bir kadının peygamber olabileceği iddiasını nefyetmektedir. Bundan anlaşılan Hz. Meryem'e atfedilen nübüvvet iddiası sabit değildir. Ancak kadınların peygamber olabileceğine dair gelen haberin sahih olduğunu savunan bir grup vardır. İbn Seyyid, bunu tashih etmiştir. Ayet meleklerin peygamber olarak gelmediklerine delâlet etmekle birlikte, şu ayetle çatışıyor da değildir Gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı rasûller kılan Allah'a hamdolsun». Fatır 1 Çünkü Allah Teâlâ'nın melekleri rasûller kılması, onları peygamberlere göndermek içindir. Bilinen anlamda genel değildir. Oysa burada sözkonusu olan umumi bir davadır. Bu bakımdan, Rasûto kelimesinin Kur'an'da tılahî veya lugavî olarak her iki şekilde de kullanıldığına dikkat edilmektedir. îşte burada da kastedilen lugavî mânâdır. Cübbaî bu hususta şöyle demektedir Melekler kendi suretlerinde hiçbir peygambere görünmemiş-lerdir. Fakat bazı kimselerin suretine girerek kendilerini göstermişlerdir». Ancak Cübbaî'nin bu iddiasını, Hz. Peygamber'in Ben Cebrail'i iki kez asıl suretinde gördüm» hadisi nakzetmektedir. Cebrail'i asıl suretinde Hz. Peygamber'in gördüğü sabit olduğuna ve bu da Hz. Peygamber'in vasıflan arasında bulunduğuna göre, diğer peygamberlere de meleklerin asıl suretlerinde görülmelerinde herhangi bir mani yoktur. Fahruddin Razî, Kadı Beyzavî'den nakille şöyle demektedir — Cübbaî'nin maksadı meleklerin bir peygambere, Ümmetlerinin hazır bulunduğu bir mecliste, kendi suretlerinde olmayıp, bazı kimselerin suretlerinde geldiklerini anlatmaktır. Nitekim rivayet olunduğuna göre, Cebrail Hz. Peygamber'e ashabının huzurunda Dihyet-ul-Kelbî veya Süraka b. Cü'şum veya bir bedevi şeklinde gelmiş ve orada bulunanlar onu tanımamışlardır. Bu ayetten anlaşıldığına göre, bilinmeyen bir mesele hususunda alimlere başvurmak vacip olmaktadır. îmam Suyutî, eUklil» adlı eserinde, bu ayetin avam tabakasının fer'î meselelerde taklid etmesinin cevazına delâlet ettiğini öne sürmesi çok ilginçtir. Çünkü ayetin zahirinden umum anlaşılmaktadır. Hele müracaat edilmesi gereken mesele, usul bahsiyle ilgili olduğu takdirde, Suyutl'nin bu sözü daha da dikkat çekici olmaktadır. Celaleddin Mahalli'den nakledilen bir söz, Suyutî'nin iddiasının aksini ispat edecek mahiyettedir. Bu zat şöyle demektedir Müctehid olmayan bir kimse, İster avamdan olsun, isterse olmasın bir müctehidi takîid etmesi gerekir. Çünkü Allah; Eğer bilmiyorsanız, zikr ilim ehline so. run» diye buyurmuştur. En doğru görüş, itikadı meselelerle, diğerleri arasında bu noktada bir fark olmamasıdır». Mahalli ve bazı alimler; Müctehid olan kimsenin bir başkasını taklid etmesi ,kesinlikle yasaktır. Etinde delil bulunsun veya bulunmasın. İsterse fiilen müctehid olsun, isterse ictihad ehliyetini almış ve fakat ictihad yapmamış olsun» demişlerdir. Tüm bu sözler, dört mezhebin imamlarını veya bir başka müctehidi taklid etmek arasında fark olmadığım göstermektedir. Nitekim Hafız îbn Hacer şöyle der; Kendisi taklid edilen kimsenin mezhebi mü sarhoşluk vermeyen diğer maddelerinden içmenin caiz olduğuna da delildir. Ancak nebiz sarhoşluk verecek dereceye vardı mı, içilmesi caiz değildir». Bu görüşte olanlar, yorumlarını şu hadisle desteklemişlerdir Allah şarabın aynini haram kılmıştır. Onun azı da, çoğu da haramdır. Her içkiden sarhoşluk vereni de haram kılmıştır» Dare-kutni. Nebizin içilmesine eğer sarhoşluk vermiyorsa cevaz verenlerden biri de İbrahim en-Nehaî'dir. Ebu Cafer et-Tehavî de bu görüşe katılmıştır. Süfyan-ı Sevrî de bu görüştedir. Hatta Kurtu-bî'nin tefsirinde yer aldığına göre kendisi de nebiz içerdi. İbn Mesud, îbn Ömer, Ebu Eezin, Hasan Basri, Mücahid, Şa'-bi, Nehaî, îbn Ebi Leyla, Ebu Sevr, Kelbi ve îbn Cübeyr ise, rivayet edildiğine göre, Sekr» kelimesini Şarap» ile tefsir etmişlerdir. Güzel gıdalar» ile kastedilen sirke, kuru hurma, kuru üzüm vs. dir. îbn Abbas, Sekr ile şarabın, Güzel gıdalar ile de bu iki maddeden hurma ve üzümden yapılmış yenilen ve içilen helâl nzık-ların kastedildiğini söylemektedir. Bazılarına göre Sekr ile, tatlı ve helâl olan şira kastedilmektedir. İbn'ul-Arabî, bu görüşler içerisinde en kuvvetlisinin îbn Ab-bas'a ait olduğunu söylemektedir. îbn Abbas'in görüşü ise iki şekilde yorumlanabilir. a Bu ayet şarabın haram kılınmasından önce gelmiştir. b Ayetin mânâsı şöyledir Allah hurma ve üzüm meyvala-nyla size nimetler ihsan etti. Ancak sizler onlardan haram olan şarabı, hududu aşarak elde ediyorsunuz». Fakat sahih olanı, bu ayetin şarabın haram kılınmasından önce inmesidir. Daha sonra ise neshedilmiştir. Çünkü bu ayet Mek-kî'dir. Şarabı haram kılan ayet ise, Medine DÖnemi'nde nazil ol-tur. [50] Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur Ümmetin ekseriyeti sarhoşluk veren şeyin azının da, çoğunun da haram olduğunda ittifak etmiştir. Bazı mezheplerin nebizin helâl olduğuna dair delil getirdikleri hadisler ise, Kurtubî'nin tefsirinde ve diğer eserlerde kritik edilerek zayıf oldukları veya bu hadisle amel eden alimin o hadisi iyice tevil edemediği, anlamını bilemediği gösterilmiştir. Sarhoşluk veren nesnenin azının dahi haram olduğu ittifak derecesinde çoğunluğun görüşüdür. Allah bizi korusun! 68 Rabbin balansına vahyetti Dağlardan...»Bu Ayetin Tefsiri Mezkûr ayette üç mesele vardır 1 Balansına vahyedümiş olması. Daha önce de bahsedildiği gibi vahy kelimesi bazen ilham anlamında da kullanılır. îlham Allah'ın bir canlının kalbinde yarattığı bir şeydir ve bunun zahirde sebebi bilinmez. Bu şu ayet kabi-lindendir Nefse ve ona bir düzen içinde biçim verene, sonra ona fücuruna da, ondan sakınmayı da ilham edene...» Şems 7-8. İşte canlı hayvanlar da bu kabildendir. Allah Teâlâ onlarda yararları idrâk edecek, zararlardan sakınacak, maişetlerini tedbir edecek ilhamı yaratır. Allah Teâlâ ilhamı daha nice cansızlara da verdiğini bildirmektedir O gün arz, haberlerini anlatacaktır. Çünkü Rabbin ona vahyetmiştir» Zilzal 4-5. îbrahim el-Harbi demektedir ki; Allah Teâlâ'nın ölüler üzerinde öyle bir kudreti vardır ki, onun ne olduğu bilinememektedir. Hatta Allah katında onlara bir peygamber de gelmemiştir. Fakat Allah Teâlâ bunu ilham yoluyla onlara vermiştir. Müfessirler arasında, vahyin burada ilham» anlamına geldiği hususunda ihtilaf yoktur. Bazı alimler ise, vahyin burada bal ansım kendisinden istenilen hizmete teshir etmek anlamında kullanıldığını söylemişlerdir. Yani burada vahyin hakikati kastedilmemektedir. Çünkü vahyin hakikati ancak akıl sahiplerine olur. Bal ansı ise akıl sahibi varlıklardan değildir. Ancak bal ansından öyle fiiller sadır olur ki, insan neredeyse onu akıllılardan sanar. Meselâ aralarından biri lider gibidir. O diğerlerinden daha büyüktür ve hükmü diğer anların Üzerinde geçerlidir. Hepsi ona hizmet ederler. Onun yüklerini de diğerleri taşırlar. O'na elYa'sub veya el-Emir Başka bir deyişle Ana Kraliçe An denilir. Bildirildiğine göre, o yuvasından kaçtığı zaman, cemaati de onunla beraber gider. Yuvalarına kovanlarına dönmeleri istendiğinde, davul çalınır, müzik aletleri kullanılır. Böylelikle kraliçe arıyı ve diğerlerini kovanlarına geri getirirler.» 2 Allah Teâlâ, balansına dağlarda, ağaçlarda veya insanların yapmış oldukları kovanlarda ev edinme ruhsatım vermiştir. Ya'rişunen fiili hazırlarlar» anlamındadır. Bu fiil umumiyetle dallarda, ağaçlarda ve gölgeliklerde düzenli bir şekilde sağlamca yuvaların yapılması anlamında kullanılır. 3 Bal arısı yuvasını petekleri altıgen şeklinde yapar. tbn Arabî, Allah Teâlâ'nın bal arısında yaratmış olduğu en ilgi çekici şeyin, ona peteğini altıgen şeklinde yapmasını ilham etmesi olduğunu söylemektedir. Bu sayede bal anlarının evleri adeta bir tek parçaymış gibi birbirlerine yapışırlar. Oysa üçgenden ongene kadarki şekiller birbirlerine bitiştirilmezler ve aralarında boşluk kalır. Bundan sadece altıgen müstesnadır. O benzerleriyle biraraya getirildiğinde, adeta bir parçaymış gibi birbirine geçirilebilir. Gerçekten de bal ansının yapmakta olduğu yuvayı akıl sahipleri aletlerle bile zor yapabilirler. Şârânî'nin birçok yerde zikrettiğine göre, sufüer burada vahyin hakikat anlamında kullanıldığını ve Allah Teâlâ'nın bal anlarından peygamberler gönderdiğini söylemektedirler. Aynca Allah Teâlâ, onlara göre diğer hayvanlardan da nebi ve resuller göndermiştir. [51] Hayvanlara Peygamberler Gelmiş Midir? Ancak şeriat buna manîdir. îşrakiyye ekolü filozoflarından ba-zılan, bütün hayvanlar için nefs-i natıka olduğunu öne sürmüşlerdir. Ben neredeyse bunu, onlar için teslim edecek durumdayım. Biz sofulardan işittiğimizi başka kimselerden işitmedik.[52] 69 Sonra her üründen ye ve Rabbinin...» Bu Ayetin Tefsiri Semerat» kelimesi, Semere'v&n çoğuludur ve ağacın meyvesi, yükü anlamına gelir. tbn Atiyye ayetin zahirine bakarak, bal ansının sadece ağaçların çiçeklerini yediğini söylemektedir. Nitekim Semere kelimesi aynı zamanda ağaç için de kullanılır. Bazı müfessirler ağaçların kendilerinin çiçeklerinin değil kastedilmesinin daha evla olduğunu söylemişlerdir. Çünkü semerat lâfzım sadece ağacın meyvasına tahsis etmek vakıanın hilâfı-nadır. Nitekim bal ansı yapraklan, çiçekleri, meyva ve ağaçlan da yer. Ancak bu uzak bir yorumdur. Çünkü Semere'nin ağaç» anlamına gelmesi mecazendir ve Araplar arasında maruf değildir. Ayrıca bal ansının çiçeklerden başkasını yediği de bilinmemektedir. Subul» kelimesi Sebil'in çoğuludur ve yol» anlamına gelir. Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollardan git» demek, yükünü aldıktan sonra Babbin tarafından yaratılan yollardan git anlamındadır. Subul» kelimesinin Allah'a izafe edilmesinden anlaşılan odur ki, bu yollarda çalışma imkânlannı bal anlarına hazırlayan Allah Teâlâ'nın kendisidir. Bazılarına göre, bu kelimeyle arının yiyeceğinin bulunduğunu zannettiği yere gitmek üzere kullandığı yollar kastedilmektedir. Bu takdirde, Kült» ye emri, yemekte normal yürü anlamına gelmiş olur. Bazıları ise bu kelimenin çalışma yollan ve çeşitlerinden kinaye olduğunu söylemişlerdir. Yani bal yapmak üzere Rabbin tarafından sana ilham edilen yollardan git! Mücahid'den rivayet olunduğuna göre ayetin anlamı şöyledir Bu yollar Rabbin tarafından sana kolaylaştırılmış olduğu halde, o yollardan git». îbn Abdisselâm demektedir ki, yolların kolaylıkla vasıflandı-rılması, bu yollann gidip gelme için değil, gıda edinme yollan olduğuna delâlet eder. Çünkü bal ansı yerde değil, havada gidip gelir. Havada gidip gelinen güzergâh ise yol değildir. Çünkü Zülul» kelimesi gitmek ve gelmekten ötürü aşınmış yollar demektir. Havada ise böyle bir şey sözkonusu değildir». Katade'ye göre, Zülul» kelimesi itaat etmek anlamında kullanılmıştır. Yani, Rabbine itaat ederek git». Onların karınlarından renkleri değişik bir şerbet Vat çt-kar» ifadesinde bal anlamında Şarab» kelimesinin kullanılma nedeni, balın içilen nesnelerden olmasındandır. Öyle ki Ben bal yedim» ifadesinin hatalı bir kullanım olduğunu söyleyenler bile vardır. Doğrusu, Ben bal içtim» olmalıdır. Cumhur-u Ulema'ya göre, bal arının ağzından çıkar, yani onun kusmuğudur. Bazıları da balm arının ağzından çıkmasının Allah'ın kudretini daha beliğ bir şekilde gösterdiğini söylemektedirler. Bazılarına göre bal arının arkasından çıkar. Zahir olan da budur. Nitekim bu görüş Hz. Ali'den de rivayet edilmiştir. Hz. Ali, dünyanın hakir bir nesne oluşu hakkında şöyle demiştir İnsanoğlunun en üstün elbisesi bir kurtçuğun kusmuğu, en üstün içkisi ise bir arının arkasından çıkan nesnedir». Yine Hz. Ali bir başka sözünde, Bala gelince, o bir hayvancıktan çıkan nesnedir.» demektedir. Hikâye edildiğine göre Hz. Süleyman, İskender ve Aristo gibi zatlar kendi dönemlerinde camdan kovanlar yaparak arının nasıl bal yaptığım müşahade etmek istemişlerdir. Acaba bal araun ağzından mı, yoksa başka bir yerinden mi çıkıyordu? Bunu anlamak istemişlerdi. Ne var ki arılar her defasında da cam kavanozu, içini görünmeyecek derecede sıvamadan önce bal yapmadılar. Bazı müfessirlere göre, karınlarından» ifadesiyle ağızlarından» denmek istenmiştir. Ağıza karın denmesi, onun karın hükmünde olması nedeniyledir. Çünkü ağız da karın gibi görünmez. Renkleri değişik»; yani kimi beyaz, kimi san, kimi kırmızı, kimi de siyahtır. Bu hikmet sahibi olan Yaratıcı'nın iradesinden ötürü böyledir. Bunda, arıların dolaştıkları yerlerin, iklimin veyahut anlann yaş farklılıklarının rol oynaması muhtemeldir. Nitekim, beyaz balın genç anlann, san balın yaşlı anların, kırmızı balın daha, siyah balm ondan da yaşlı olan anlann balı olduğunu söyleyenler de çıkmıştır. tBalda insanlar için şifa vardır». Bu şifa ya bizzat baldadır meselâ balgamlı hastalıklarda bal ilaç olarak kullanılır ve balgamı söker ya da bal başka maddelerle birleştirildiğinde şifa olmaktadır meselâ macunların çoğunda bal vardır. Yani macun gibi birçok bileşimler içerisinde bal, katkı maddesi olarak kullanılmaktadır. Müfessirlerden çoğuna göre burada umum kastedilmemekte-dir. Çünkü birçok hastalıklar vardır ki, bal onlar için tedavi unsuru değildir, aksine yenildiği takdirde zararlı olur. Bu bakımdan burada, hastalıklarına balın şifa olduğu kimseler kastedilmektedir. Şifa» kelimesindeki tenvin, tazim içindir. Yani çok şifa vardır. Tebiz için de olabilir. Yani, onun bir kısmında şifa vardır. Bu yüzden, Balla her şifa mutlaka meydana gelir» veya Herkes mutlaka balla şifa bulur» demenin anlamı yoktur. Gerçek olan husus, burada umumun kastedilmiş olmayışıdır. Çünkü balın fayda vermediği birçok hastalığın olduğunda kuşku yoktur. Balın umu mi olarak her hastalığa veya herkese faydalı olduğuna dair gelen rivayetlerin sıhhatini ise Allah bilir. Ebu Said el-Hudri'den rivayet olunduğuna göre, bir kimse Hz. Peygamber'e gelir ve kardeşinin ishal olduğunu söyler. Hz. Peygamber de ona, gidip kardeşine bal içirmesini söyler. O adam daha sonra gelir ve Hz. Peygamber'e der ki Kardeşime bal igirdim ama ishali daha da fazlalaştı». Hz. Peygamber ona gidip kardeşine bal içirmeye devam etmesini söyler. Adam yine gelir ve bal içirmeye devam ettiğini ama bu sefer ishalin daha da arttığını bildirir. Hz. Peygamber şöyle buyurur Allah doğru söyledi. Kardeşinin karnı ise yalan söyledi. Sen git, ona yine bal içirmeye devam et». Adam gider ve kardeşine yine bal içirir. Bu sefer kardeşi şifa bulur. Buhari, Müslim, îmam Ahmed, İbn Merduveyh. Ancak bu hadis, balın her hastalığa iyi geldiğini ispatlamaz. Çünkü Allah Teâlâ, belki de Hz. Peygamber'e o ishali olan adamın şifasının balda olduğunu vahyetmiş olabilir! Nitekim bazı ishal hastalıkları bal ile iyileşir. Mücahid, Dahhak, Ferra, İbn Kisan, îbn Abbas ve Hasan Bas-ri'den rivayet olunduğuna göre, Fihndeki zamir, Kur'an'a racidir. Ayetten maksat da, Kur'an'da cehalet ve şirk hastalıkları için şifa, hidayet ve rahmet bulunduğudur. Nitekim İbn Nuhas, bu yorumu güzel görmüştür. Kadı Ebubekir İbn Arabi'ye göre, mezkûr yorumun adı geçen kimselere isnadı sahih değildir. Eğer sahih ise bu aklen doğru değildir. Çünkü ayetin tümü ûal ile alakalıdır ve burada Kur'an söz-konusu edilmemektedir. Ancak Kur'an'ın şifa olduğu konusunda hiçbir münakaşaya mahal yoktur. Nitekim İbn Mesud'dan rivayet olunduğuna göre O; Şifa veren iki şeye; Kur'an'a ve bala yapışınız» diye buyurmuştur. Tabarani Allah Teâlâ önce suyun indirilmesinden söz açmıştır. Çünkü yağmur su yarar yönünden en tamam olandır. Süt ve diğer maddelerin oluşmasında da su esas unsurdur. Daha sonra süt zikredilmiştir. Zira insanoğlu sudan sonra en çok süte muhtaçtır. Süt bazen insanı su içmekten müstağni kılar. Ayrıca süt insanın fıtratına delâlet eder. Bu yüzden Hz. Peygamber Miraç gecesinde kendisine ikram edilen Hamr», Bal», Süt» arasından sütü seçmiştir. Daha sonra Hamr» zikredilmiştir. Zira o bala nazaran süte daha yakındır. Çünkü hamr üzüm suyudur. Bal gibi katık olarak kullanıldığı maruf değildir. Onunla süt arasında bir nevi benzerlik vardır. Çünkü her ikisi de kesif maddeler içinden çıkmaktadır. Sütün rahatlıkla içilmesi düşünülürse de, bu içki için geçerli değildir. Zira içki rahatlıkla içilmez. Bu yüzden içki içenler bu esnada yüzlerini buruştururlar. Bazen içki insanın boğazına takılır. İşte bu yüzden ters açılar bakımından da aralarında benzerlikler vardır. Ayrıca süt, insanoğlunun herhangi bir müdahalesi olmaksızın elde edilir. Oysa içki böyle değildir. Hamrdan sonra ve baldan önce güzel gıdaların sözkonusu edilmesine gelince, bunun nedeni çok açıktır. Su, süt, hamr ve balın bu tertip üzere cennet vasfında geldikleri Kur'an'da zikredilmiştir Takva sahiplerine va'de-dilen cennetin misali şudur Orada sudan ırmaklar, tadı değişmeyen süt ırmakları, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır». Muhammed 15 Elbette bunda düşünen bir topluluk için bir İbret vardır»; yani Allah'ın kudretinin bu izlerinde düşünen kimseler için büyük bir mucize, delil ve ibret vardır. Çünkü bal arısının özelliklerini düşünen o ince ilimler, harikulade fuller üzerinde tefekkür eden bir kimse, onun hikmet ve kudret sahibi bir Rabbi olduğunu büir. O Rab bu ilhamı onun içinde var etmiştir. Bazı zındık tabipler, Hz. Peygamber'in daha önce zikredilen bal hadisine şu şekilde itiraz etmişlerdir. Tüm tabipler balın ishal yaptığı üzerinde ittifak etmişlerdir. Bu bakımdan ishal olmuş bir hastaya nasıl bal verilebüir?» Bu itirazm cevabı şöyledir Hz. Peygamber'in bu sözü haddizatında haktır. Hz. Pey-gamber'i tasdik eden bir kimse için bu oluşur. O kimse Peygamber'in tayin ettiği ve gösterdiği yerde, niyetinin aktedilmesiyle, güzel bir şekilde inanmasıyla balı kullanmıştır. Böyle davranan bir kimse, onun yararını görür, derecesini elde eder. Nitekim bal içmesi Hz. Peygamber tarafından tavsiye edilen kimse sonunda şifa bulmuştur. Bu başkası için de geçerlidir. Tabipler bu hususta ittifak etmişlerdir» sözüne gelince, bu söz o kişinin nakil hususundaki cehaletini gösterir. Çünkü kayıtta bulunmaksızın, mutlak olarak tüm tabiplerin ittifak ettiklerini söylemiştir». îmam Ebu Abdullah el-Mazeri şöyle demektedir İshalin birçok bilinmeyen çeşitlerinin olması doğaldır. Onlardan biri tıkabasa yeyip şişmanlamak ve kanun adeta düğümünün açılmasıdır. Bu takdirde doktorlar bunun ilacının, tabiat ve tabiat fiiline bırakılması olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Eğer ishalin olmasında bir yardımcıya gerek duyulursa, kuvvet bedende kaldıkça yardım edilir. Onu bu durumda bırakmak zararlı olur.» Bu izahattan sonra deriz ki, o hadiste bahsi geçen kişinin de tıkabasa yemek yemekten ve işkembesinin ağzının açılmasından o hale gelmesi mümkündür. Bu yüzden Hz. Peygamber, ona bal yedirilmesini tavsiye etmiş ve bal yemek te ona, o madde yok olun-51 ^eaya kadar tavsiye edilmiştir. Sonunda da ishal durmuş ve bal hastaya iyi gelmiştir. Bu tıb bilgisinden çıktığına göre, itirazcıların tıbbı iyi bilmedikleri de anlaşılmaktadır. îmam Ebu Abdullah şöyle devam etmiştir Biz Hz. Peygamber'in sözünü doktorların tasdik etmesine gerek duymuyoruz. Öyle ki doktorlar onun sözünü yalanla-saiar, biz de onların sözünü yalanlarız. Onların sözlerini şiddetle reddederek, Hz. Peygamberi tasdik ederiz. Ancak onların sözlerinin doğru olduğunu müşahade edersek eğer, o takdirde Hz. Peygamber'in sözünün tevil edilmesinin gerekliliğine inanınz. Bunu da sahih olan bir esas üzerine yaparız. Çünkü Hz. Peygamber'in yalan söylemediğine dair kesin hüccetler vardır».[53] Tedavî Olmak Caizdir Onda insanlar için şifa vardır» cümlesi ilâç almak yoluyla tedavi olmanın caiz olduğuna delildir. Ayrıca bu cümle başka tür tedavi yöntemlerinin de caiz olduğuna delâlet eder. Ne var ki, tedaviyi mekruh gören bazı büyük alimler bunu kabul etmemektedirler. Ancak bu ayet; Velilik mertebesi, Allah tarafından insanın başına gelen bütün belâlara razı olunmadıktan sonra tamamlanmaz» diyen sufilere bir reddiyedir. Bu kimselere göre Allah'ın velisi, tedaviyi tamamen terketmelidir; Zira tedavi olmak caiz değildir. Oysa tedaviyi inkâr etmenin hiçbir anlamı ve yaran yoktur. Çünkü Cabir Hz. Peygamber'den sahih olarak şu hadisi rivayet etmektedir Her hastalığın bir devası vardır. Hastalığın tedavisi yapıldığında, o hasta Allah'ın izniyle ondan kurtulur». Usame b. Serik'ten rivayet olunduğuna göre, Bedeviler Hz. Peygamber'e tedavi olup olamayacaklarını sorarlar. Hz. Peygamber; Ey Allah'ın kulları! Tedavi olun, Allah bir hastalığı, onun şifasını da vermedikçe bırakmaz. Ancak bir hastalık müstesna» diye cevap verince, onlar bu istisna edilen hastalığın ne olduğunu öğrenmek isterler. Hz. Peygamber de ihtiyarlık» diye cevap verir. Tirmizi, Ebu Davud, Tirmizi bu hadisin Hasen-Sahih olduğunu söylemiştir. Ebu Hizana, babasından onun şöyle dediğini rivayet etmektedir Ben Hz. Peygamber'e sordum Ey Allah'ın Rasûlü! Yaptığımız efsunlardan tedavide kullandığımız ilaçlardan ve sakıncalı bulduklarımızdan bize haber verir misin? Acaba bunlar Allah'ın kaderinden bir şeyi geri döndürürler mi?» Hz. Peygamber şöyle buyurdu O Allah'ın kaderindendir». Bu zat, yukarıdaki hadisin hasen olduğunu söylemiştir. Ebu Hizane'nin bundan başka hadisi yoktur. Rivayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur İlaçlarınız içinde en hayırlısı, hicamın aldığı kan veya içilen bir bal ya da ateşle dağlamaktır. Ancak ben ateşle dağlanmayı sevmem». Bu hadis sahih kitaplardan rivayet edilmiştir ve aynı türden hadisler sayılamayacak denli çoktur. [54] Efsunla Tedavi Olmak Caiz Mi1! Ulema'nın cumhuru tedavi ve efsunun caiz olduğu görüşündedir. Nitekim rivayet olunduğuna göre, İbn Ömer Lakve» denilen hastalık sebebiyle dağlanmış ve akreb ısırmasından da tedavi olmuştur. îbn Şirin, îbn Ömer'in kendi çocuğuna tirya içirdiğini rivayet eder. İmam Malik tirya içmenin caiz olduğunu söylemiştir. Ancak bunun mekruh olduğunu öne sürenler şu hadisi deUl olarak göstermişlerdir. Ebu Hureyre'den rivayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur Bir ümmet küçük büyük ferdleriyle cennete girdiler. Onlar tedavi olmaz, dağlanmaz, herhangi bir şeyi uğursuzluk saymazlar, sadece Rablerine tevekkül ederlerdi». Mümine vacip olan Allah'a tutunmak, O'na güvenip yalvarmaktır. Çünkü Allah Teâlâ, hastalıklı ve sıhhatli olunacak günleri bilir. Eğer tüm insanlar onları azaltmak veya çoğaltmak için çabalasa bile buna güçleri yetmez. Nitekim bir ayette, Yeryüzünde veya nefislerinizde herhangi bir musibet meydana gelmesin ki, biz onu yaratmazdan önce bir kitapta yazmış olmayalım. Hiç kus-ku yok ki bu Allah'a çok kolaydır». Hadid 22. Bu görüşü fazilet ve eser ehlinden bir grup savunmuştur. Bu aynı zamanda İbn Mesud ve Ebu Derda'nın da yorumudur. Hz. Osman, İbn Mesud'u o ölüm döşeğindeyken ziyaret ettiğinde, nereden şikâyet ettiğini sorar ve İbn Mesud da günahlarından şikâyet ettiğini söyler. Hz. Osman, İştahın neyi çekiyor?» diye sorunca, İbn Mesud Rabbimin rahmetini» diye cevap verir. Hz. Osman Bir doktor çağırayım mı?» deyince, İbn Mesud, Beni doktor hasta düşürdü» diye karşılık verir. îmam Şafii'nin hocası Veki' der ki, Ebu Hilâl'in Muaviye b. Kurre'den rivayet ettiğine göre, hastalandığında Ebu Derda'yı ziyarete giderler ve ona Sana bir doktor çağıralım mı?» diye sorarlar. Ebu Derda ise, Beni doktor yatağa düşürdü» diye cevap verir. Bu görüşü ayrıca, Rebi b. Heyseme de benimsemiştir. Said b. Cübeyr efsunla, dua ile tedavi olmayı kerih görmüştür. Hasan Basri ise, bütün ilaçların kullanılmasını kerih görür, ancak süt ve baldan yapılan ilaçlan kabul ederdi. Mütekaddimun, daha önce zikredilen hadiste bir hüccetin bulunmadığını söylemişlerdir. Onlara göre kastedilenin birtakım mekruh dağlamalar olması muhtemeldir. Çünkü Hz. Peygamber Hendek Savaşı'nda Ubeyy'in zira'ındaki damara dağlama yapmış ve sonra şif anın üç şeyde olduğunu söylemiştir ki biz onları daha önce zikretmiştik. Yine Allah Teâlâ'nın kitabında olmayan şeylerle yapılan efsunu kastetmesi muhtemeldir. Çünkü Allah Teâlâ, Biz Kur'an'da şifa olan şeyler indirdik» diye buyurmuş, Hz. Peygamber de ashabını ef sunlamış ve efsunlamaya da müsaade etmiştir. [55] Erzel'il Ömr Hangi Yaştır? 70 Sisi Allah yarattı. Sonra sizi O...» Bu Ayetin Tefsiri ErzeVil-Ömr» ifadesi, ömrün en kötüsü, en düşüğü anlamındadır. Bazı müfessirlere göre bu ifade, akıl ve kuvvetin eksik olduğu dönem anlamına gelir. Çünkü insan bu dönemde şuurunu kaybeder. Nitekim İbn Abbas, bunun Ömrün en aşağı tabakası» anla^ mına geldiğini söylemiştir. Çünkü insan o dönemde aklı olmayan bir çocuk gibidir. Enes b. Malik'ten rivayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber Allah'a sığınarak; Allahım! Tembellikten, korkaklıktan, ihtiyarlıktan sana sığınırım. Cimrilikten de sana sığınırım» derdi. Bu-hari Sa'd b. Ebi Vakkas; Allahım! Ömrün en reziline varmaktan sana sığınırım» derdi. Buhari Bu ayet tıpkı; Biz kime uzun ömür verirsek, onun yaratılışını tersine çeviririz. Yine de akıllarını kullanmayacaklar mı?» Yasin 68 ayeti gibidir. îbn Çerimin Hz. Ali'den rivayet ettiğine göre, Erzel'ilömr» yetmişbeş yaşıdır. Katade doksan, başka bir müfessir ise doksan-bir yaş olduğunu söylemiştir. Bir grup ise, bunu en hasis, en ha-kir ömürle yorumlamıştır ki bu dönem, kuvvetin azaldığı, duyu organlarının bozulduğu ve kişinin çocukluk haline dönüştüğü ihtiyarlık zamanıdır. Buradaki hitap, Kur'an'in nazil olduğu dönemdeki insanlara yönelik ise, mazi ve istikbal anlamı zahirdir. Yok eğer hitap umumi ise, mazi sığası onların varlığının vaktine nispeten, istikbal si-gası ise yaratılışa nispeten kullanılmış demektir. Her iki halde de, Erzel'il - Ömr»e döndürülen kimselerin hem müminler, hem de kâfirler olduğu ortadadır. Bazıları Erzel'il - Ömr»xxı kâfirlere mahsus olduğunu, müslÜmanlann Erzel'il. ömr»e döndürülmeyeceklerini söylemişlerdir. Çünkü Allah Teâlâ, Tin Suresi'nde insanoğlunu esfel'is-safilin»e dönüştüreceğini, iman eden ve salih amel işleyenleri ise bundan istisna kılacağını söylemiştir. İbn Münzir'in İkrime'den rivayet ettiğine göre, Kur'an okuyan kimse, EzreVil . Ömr»e döndürülmez». Ancak müşahade edilen durum, bu iki görüşü de yalanlamaktadır. Çünkü Kur'an okuduğu halde nice müslüman vardır ki EzreVil Ömr»e döndürülmüştür. . Ayetin metninde geçen ilim» kelimesi, marifet anlamındadır. Mezkûr ayeti kerime, unutkanlığın son noktasından kinayedir. Şöyle ki kişi öyle unutkandır ki, bir şeyi bildikten az bir zaman sonra unutur ve o ilim aynı saatte kendisinden sıyrılıp gider. Söz gelimi, bir kimseye, Bu kimdir?» diye sorulur, o da Filan kimsedir» diye cevap verir. Fakat biraz sonra ona, yine Bu kim dir?» diye sorulur. Bazılarına göre, ilim» kelimesi burada akıl» anlamındadır ve gerçek mânâsında olmayıp, mecazen kullanılmıştır. 71 Allah rızk hususunda kiminizi kiminizden.. » Bu Ayetin Tefsiri Mezkûr ayet, Allah Teâlâ'nın bazı kullarını zengin, bazısını fakir, bazısını hür, bazısını da köle kıldığını haber vermektedir. Zenginlikte üstün kılınanlar efendiler, elinde rızık bulunanlardan bir kısmını fakirlere kölelerine vermiyorlar ki köle ile efendisi malda eşit olsunlar. Bu ayet bir darb-ı misâldir. Allah Teâlâ bu ayeti müşrikler hakkında inzal etmiştir. Yani, Ey Kur'an'ın muhatapları! Köle* leriniz sizlerle eşit olmadıkları halde, nasıl olur da, Allah'ın kul* larını O'nunla eşit sayabilirsiniz?» Nasıl müşriklerin köleleri mallarında onlara ortak değilse, onların taptıkları putları, dikili taşları da Allah'a ortak değildir. Çünkü onlar da Allah'ın mahlûkudur. O halde nasıl olur da, O'nunla eşit tutulabilirler? Bu yorum İbn Abbas, Mücahid ve Katade'den rivayet edilmiştir. îbn Abbas'tan bir başka yorum daha rivayet edilmektedir ki bu J rivayete göre, mezkûr ayet Necran Hıristiyanları hakkında ve onlar îsa Allah'ın oğludur» dedikleri için nazil olmuştur. Allah Teâlâ, Üstün kılınanlar nzıklannı ellerinin altındakilere verici değillerdir» demek suretiyle onların iddialarını çürütmüştür. 72 Allah sîze kendi nefislerinizden...» Bu Ayetin Tefsiri Ceale» kıldı fiili, Halaka» yarattı anlamındadır. Allah size kendi nefislerinizden eşler yarattı»; yani Allah Havva'yı Adem'den yarattı. Bazı müfessirlere göre, nefislerinizden» ifadesi, cinsinizden, nev'inizden, sizin yaratılışınız üzere anlamındadır. Nitekim Allah Teâlâ, Size kendi nefsinizden olan bir peygamber geldi» diye buyurmuştur. Yani sizin cinsinizden, nevinizden, yaratılışınız Üzere bir peygamber gelmiştir. Mezkûr ayet cinlerle evlenip yaşadıklarını iddia eden Araplar aleyhinde bir reddiyedir. Ayetin metnindeki Ezvac» kelimesi Zevc»in çoğuludur. Kişinin zevci onun ikincisi demektir. Sanki kişi tektir de, eşi onu ikileştirirmiş gibi! Allah Teâlâ'nın izafeyi kadına değil de, erkeğe kılmasının nedeni, varlığın esasının erkekte oluşundandır. Nitekim Havva, Adem'den yaratılmıştır. Eşlerinizden de oğullar ve torunlar varetti» cümlesi Allah'ın kuluna vermiş olduğu nimeti saymasıdır. Çocuklar her -ne kadar erkek ve dişinin ortak katılımıyla meydana geliyorsa da, ço cuk dişinin rahminde meydana geldiği için Allah çocuğu kadına izafe etmiştir. Kölelik ve hürriyette de çocuk annesine tabidir. Yani annesi köle cariye olan çocuk köle, annesi hür olan çocuk da hür sayılır. îbn Arabî, şöyle der Medinet'ul-Selâm'da bulunan Hanbelî îmam Ebu'l*Vefa Ali b. Akil'den dinlediğime göre, çocuk maliyette sadece annesine tabidir. Kölelik ve hürlükte onun hükmüne girer. Çünkü o babasından ayrıldığı zaman kıymetsiz bir meni damlası idi. Onda bir mal, maliyet veya fayda yoktu. Çocuk ne elde etmişse annesinin vasıtasıyla elde etmiştir. Bu nedenle o annesine tabi olmuştur.» Hafede» kelimesi, İbn Kasım'ın îmam Malik'ten rivayet ettiğine göre, hizmet ve fikirde yardımcılar anlamındadır. îbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre, onlar kişinin yardımcılarıdır. Yine îbn Abbas'tan gelen başka bir rivayete göre ki îbn Arabî de bunu tercih etmektedir— Hafede» çocukların çocukları torunlar anlamına gelir ki en kuvvetlisi bu görüştür. Torunların hanımlardan olmasının nedeni, bilvasıta onlardan geldiği içindir. Bazılarına göre, Hafede» kız çocukları demektir. Allah Teâlâ'nın onlar hakkında hizmetçiler anlamındaki hafede kelimesini kullanmasının nedeniyse, onların evde hizmet görmeleridir. Bazılarına göre, Hafede kelimesi tıpkı Benin kelimesi gibi erkek çocuklar anlamında kullanılmıştır. Nitekim İbn Abbas'tan gelen şu rivayet, mezkûr mânâya daha yakındır Benin çocukların küçükleri, hafede ise büyükleridir». Dikkat çekici olanı, Mukatil* den bunun tam tersinin rivayet edilmiş olmasıdır. İbn Abbas, sanki büyük çocukların hizmette daha kuvvetli oluşuna dikkat çekmiştir. Mukatil ise, küçük çocuklar itaat etmeye daha yakm olduklarından böyle söylemiştir. Bazılarına göre, Hafede kişinin üvey çocukları demektir. Yani kişinin hanımının, önceki kocasından olan çocukları demektir. Bu görüşü, îbn Cerir ile İbn Ebi Hatim, îbn Abbas'tan rivayet etmişlerdir. İbn Mesud'dan rivayet olunduğuna göre, Hafede damatlar demektir. Buharı Tarih, Beyhaki Sünen, Tabarani ve Hakim Müs-tedrek. Hakim hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Damatlar hakkında, Eshar» kelimesi de kullanılır. Bu tafc dirde Hafede kelimesi, mukadder bir fiilin mefulu olur. Yani, Allah size damatlar kıldı». Bu, Benin» kelimesi üzerine atfedilemez; çünkü geçmekte olan kayıt, atfedilenlerin hepsi üzerine bağlanır. Oysa kişinin damatları onun hanımlarından değildirler. Bu yorum zahirin hilafına olduğu için zayıftır. Bazı alimlere göre, bu ayet insanoğlunun cinlerle evleneme-yeceğine delâlet etmektedir. Çünkü Allah Teâlâ, Kendi nefislerinizden eşler yarattı» diye buyurmuştur. Oysa cinler bizim nefsimizden değildirler. [56] Rızkı Allah Verir Sizi temiz miktarla nzıkîandırdı»; yani lezzetli nzıklarla sizi rızıklandırdi. Lezzetli olma, tayyibenin lügat anlamıdır. Bazı müfessirlere göre bu kelime şeriatta maruf olan helâller anlamına gelir. Ebu Hayyan bu yoruma, ayetin muhataplarının kâfirler olduğu noktasından hareketle karşı çıkmış ve onların herhangi bir şeriatlarının olmadığım belirterek, böyle bir yorumun ayetin zahirinin hilafına olduğunu söylemiştir. Ebu Hayyan'a ise şöyle cevap verilmiştir Kâfirler dinin esasıyla mükellef oldukları gibi, fer'i meselelerle de mükelleftirler. Helâl ve haram onlar için de geçerlidir. Ne var ki onlar bunu yerine getirmemektedirler. Aynca kâfirlerin yediklerinin çoğu helâl olanlardır. Onların helâl ve haramına inanmak gerekmez. Min'et-Tayyibât» ibaresinin başındaki min» kelimesi bazi-yet bildirilir. Çünkü onlara nzk olarak verilenler, tayyibatın bir kısmıdır. Nitekim dünyadaki nzıklann hepsi, Ahiret'tekilerin benzerleridir. Ahiret'te daha gözün görmediği, kulağın işitmediği ve kimsenin aklına bile gelmeyecek nzıklar vardır. Dünyadaki nzık-lar onların ancak bir kısmıdır. Ayetin zahirine bakılacak olursa, tüm bitkiler, meyvalar, da-neler, içilen şeyler ve canlılar bu tabire dahildir. Bazılarına göre, Tayyibat» ile kastedilen yorulmaksızın elde edilen nzıklar demektir. Bazıları da, bunun savaşlarda ele geçirilen ganimetler olduğunu söylemişlerdir. Ancak bu görüş zayıftır. Batıl» kelimesi şeytanın güzel göstermiş olduğu Bahire», Şaibe» ve benzerlerinin haram kılınmasından ibaret olan nesnelerdir. Allah'ın nimeti» ile kastedilen onlara helâl kılınanlardır. Bu yoruma göre, ifade, Size tayyibeîerden nzık verdi» cümlesine bağlıdır. Ancak zahire göre, hem ona hem de ondan önceki cümlelere bağlıdır. îbn Münzir, Cerir'den şöyle rivayet etmiştir Bâtıl şeytandır, Allah'ın nimeti ise Hz. Peygamberdir»[57]. Kadın Evinin Hizmetini Yapmakla Mükellef Midir? Bu ayeti, Mücahid, İbn Abbas, îmam Malik ve lügat alimlerinin söyledikleriyle birlikte mütalaa ettiğimizde, şu gerçek ortaya çıkar. Kocaya, hanımı da, çocukları da hizmet etmek zorundadır-lar. Bu görüş îbn Arabi'ye aittir. Seni b. Sa'd'dan rivayet olunduğuna göre, Ebu Usayyid Sa'dî Hz. Peygamberi düğün yemeğine davet etmişti ve hanımı da davetlilere hizmet ediyordu. Bühari. Bu rivayetten kadının evinin hizmetini yapmak mecburiyetinde olduğu anlaşılmaktadır. Yine Buhari'de kayıtlı olduğuna göre, Hz. Aişe şöyle demektedir Ben Hz. Peygamberin develerinin boynuna takttan gerdanlıkları elimle örüyordum». Bu yüzden Maliki mezhebi uleması yataklann serilmesi, evin temizliği gibi işlerin kadın üzerine vacip olduğunu söylemiştir. Başka bir ayette de, Ondan eşini de yarattı ki o eşte süku- net bulsun» diye buyurulmuştur. Yani Allah Teâlâ, kadınlarda sükunet bulmak ile lezzetlenmeyi birleştirmiştir. Âdetin cereyan ettiği üzere, bazı hizmetleri onlara yüklemiştir. Ancak bununla beraber kişi bazı işlerde hanımına yardım etmelidir. Nitekim Hz. Aişe şöyle demektedir Hz. Peygamber aile efradına yardım ederdi. Ezam işittiğinde ise, evden çıkıp namaza giderdin. Bunu İmam Malik'in şu sözü de destekler Koca hanımına yardım etmelidir. Çünkü çözülmüş nalınları perçinlemek, dikmek, evi süpürmek elbise dikmek, Hz. Peygamberdin ahlâkmdandı». Hz. Aişe'ye Hz. Peygamberdin evde ne yaptığı sorulduğu zaman, O da insanlardan bir insandı. Elbisesini temizler, koyununu sağar, kendi işini kendi yapardı» demiştir. [58] Meal 73- Onlar Allah'ın dışında kendilerine göklerden ve yerden ne bir nzık vermeye ne de bir şeye sahip olmayan ve buna asla güç yetiremeyen şeylere mi tapıyorlar? 74- Sakın Allah'a birtakım misaller icad etmeyin! Çünkü Allah bilir ye fakat sizler bilmezsiniz. 75- Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile, katımızdan kendisine verdiğimiz güzel rızık-tan gizli ve açık harcayan kimseyi misal verdi. Bunlar hiç eşit olurlar mı? Hamd Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu bunu bilmezler! 76- Allah şu iki kişiyi misal verdi Onlardan biri dilsizdir. Hiçbir şey beceremez ve efendisinin üzerine bir yüktür. Onu nereye gönderse bir hayır çıkmaz. Şimdi bu köle, doğru yolda olan, adaleti emreden kimse ile bir midir? 77- Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Saat Kıyamet in durumu ise, bir göz kırpması veya daha yakındır. Muhakkak ki Allah her şeye kadirdir. 78- Allah sizi analarınızın karınlarından, hiçbir şey bilmediğiniz halde çıkardı. Şükre d esin iz diye size kulak, göz ve kalpler verdi. 79- Göğün boşluğunda Allah'ın buyruğuna boyun eğmiş uçan kuşlara bakmadılar mı? Onları orada ancak Allah tutmaktadır. Kuşkusuz ki bunda inanan bir topluluk için ayetler vardır![59] Dirayet Ve Rivayet Tefsîrî 73-74 Onlar Allah'ın dışında kendilerine...» Bu Ayetlerin Tefsiri Göklerden gelen nzık» yağmur, Yerden gelen nzık» ise sebze ve meyvalardır. Şey'en» kelimesi Ahfeş'e göre Rızk» kelimesinin bedelidir. Ferra'ya göre, şey'en kelimesi rızken kelimesinden anlaşılmakta olan fiile taalluk eder, onun mefhumudur. Güç yetiremeyenler» ile putlar kastedilmektedir. Sakın Allah'a birtakım misaller icad etmeyin.»; yani bu cemadattan, bu ruhsuz cesedlerden bir şeyi Allah'a benzetmeyin. Çünkü O tektir, adildir, O'nun benzeri yoktur. Birçok alim, emsal» kelimesinin mesel»in çoğulu olduğunu söylemiştir. Allah için meseller kılmak ise, O'na ortak koşmak, bir şeyi ona benzetmek demektir. Darb» kelimesi ile, kılmak» anlamındaki caü» mânâsı kastedilmektedir. Yani sakın Allah için emsaller kılmayın. îbn Abbas' m şu yorumundan da mezkûr mânâ anlaşılmaktadır Sakın benimle beraber benden başkalarım mabudlar kılmayın. Çünkü benden başka mabud yoktur». Çünkü Allah bilir ve fakat sizler bilmezsiniz» cümlesi yasağın nedenini belirtmektedir. Yani, Allah yaptıklarınızın künhünü ve bunun ne derece büyük bir iftira olduğunu bildiği için, bundan dolayı size azabın en korkuncunu verecektir. Sizler ise bu azabın künhünü bilmediğiniz için, bu çirkin fiiller sizden sadır olmakta ve siz de buna cesaret edebilmektesiniz! 75 Allah hiçbir şeye gücü yetmeyen...» Bu Âyetin Tefsiri Allah Teâlâ bu ayet-i kerimede bir benzetme yaparak söyle demektedir Hür olmayan bir köle ile, güzel ve helâl bir nztk ile rtziklandtnldıktan sonra, onu fakirlere harcayan hür ve zengin bir kimse hiç eşit olur mu? Elbette eşit olmazlar». İşte bunun gibi Allah'tan başkasına tapanlar da tapmakta oldukları şeylerin köleleri durmundadırlar, Allah'tan başkasına tapmayan mümin kimselerse hür kimselerdir. Onlar Allah'dan başka hiçbir gücün karşısında eğilmezler. Kuşkusuz bu iki grup birbirlerine eşit değillerdir. Ayette misalen zikredilen vasıflara sahip olan kimse, bir köledir sadece. Bir malı almaya gücü yetmediği gibi, kendi hakkında karar vermekte de özgür değildir. O ancak efendisinin emrine boyun eğmiştir. Ayetten bütün kölelerin bu Özelliklere sahip olduğu anlaşılmaz elbette. Çünkü isbatta bulunan nekra, şümul ve umum iktiza etmez, sadece içlerinden birini ifade eder. Emir ve nehiyden sonra gelen veyahut masdara izafe edilen nekra umum ifade eder. Katade bunun mümin ile kâfir arasında bir benzetme olduğunu söylemekte ve şöyle demektedir Memlûk olan bir köleyle kastedilen kâfir kimsedir. Çünkü o ibadetlerinden Ahiret'te istifade edemez». Ona göre, Allah'ın katından kendisine raık verilen kimse ile mümin bir kimsenin tanımı yapılmaktadır. Yani, sizin ve kölelerinizin hali bu olduktan sonra, siz taşları nasıl Allah'a yaratılış ve ibadette ortak kılabiliyorsunuz? Oysa o taş parçalan ne bir şeye akıl erdirebilirler ne de kendilerinden bir şeyi sayabilirler. [60] Hür Île Kölenin Mukayesesi Müslümanlar, bu ve önceki ayete dayanarak, bir kölenin rütbesinin, hür bir kimsenin rütbesinden aşağı olduğu hükmünü çıkartmışlardır. Çünkü köle bir şeyi mülk edinse bile hiçbir şeye sahip değildir. Irak fakihleri köleliğin mülk edinmeye mani olduğunu, kölenin hiçbir surette mülk edinemeyeceğini söylemişlerdir. Bu görüş aynı zamanda, îmam Şafii'nin kavl-i cedididir. Hasan Basri ile îbn Şirin de aynı görüştedirler. Bazılarına göre, köle mülk edinse de eksik olarak edinir. Çünkü efendisi dilediği zaman, o mülkü onun elinden alabilir. Bu görüş ise îmam Malik ile talebelerine aittir. İmam Şafii bu görüşü kavl-i kadiminde öne sürmüştür. Bu görüş aynı zamanda zahiri mezhebinin de görüşüdür. Bu nedenle Malikiler Böyle bir kimseye köleye mali ibadet olan zekât ve keffaretler düşmez» demişlerdir. Bedeni ibadetlerine gelince, onu efendisinin hizmetinden alıkoyacak herhangi bir bedeni ibadet Hacc, cihad vb. köleye farz değildir. îmam Maturidî öl. Hicri 333, eUAkide» adlı eserinde, rızkın gıda hususunda kullanılan bir terim olduğunu söylemiştir. Ancak bu ayet tahsisi reddetmektedir. Nitekim Kendilerine nzik olarak verdiğimizden infak ederler», Size nzık olarak verdiğimiz-den infak edin» ayetleri ve Hz. Peygamber'in, Benim rızkım mızrağımın gölgesi altında kılınmıştır. Ümmetlerimin atlarının yelelerinde ve mızraklarının ucundadır» şeklindeki hadis bu kabildendir. Bu nedenle ganimetin tamamı nzıktır. Aynca kendisinden yararlanılması sahih olan her şey nzıktır. Rızkın mertebeleri vardır ve en yücesi gıda olarak kullanılandır. Hz. Peygamber rızıktan istifade edenin vecihlerini şu. hadiste belirtmiştir Ademoğlu malım, malım» diyor. Ey Ademoğlu! Ancak yeyip de tükettiğin giyip de eskittiğin, sadaka verip de defterine geçirdiğin malındır.» Muhaddislerce, Sem'a» Hadis dinlemek de nzıktır. Katımızdan kendisine rızık verdiğimiz kimse» ile kastedilen mümin kimselerdir. O, Allah'a nefsinde ve malında' itaat eder. Kâfir ise Allah'ın taatinde infak etmediği için hiçbir şeye sahip olmayan köleye benzetilmiştir. Bu iki kişi hiç eşit olabilir mi? E!-bette olamazlar! Hamd Allah'a mahsustur»; yani hamda müstahak olan sadece Allah Teâlâ'dır. O'nun dışında kendilerine tapılan putlar ise hamd edilmeye lâyık değillerdir. Çünkü putların insanlar üzerin de herhangi bir nimeti yoktur ki onlara hamdedilsin! Tüm hanıd-ler sadece ve sadece Allah'a mahsustur. Çünkü nimeti yaratan da, veren de O'dur. Onların çoğu»; yani müşriklerin çoğu, bilmezler»; yani tüm nimetlerin Allah'tan olduğunu bilmezler! Ekser» çoğu tabiri kullanılmakla birlikte, kastedilen çoğul değildir. Bu tabir hastır ve kendisiyle umum kastedilmektedir. Bazı müfessirler ise ifadeyi şöyle yorumlamışlardır Onların yani insanların çoğu bilmezler; zira insanların çoğu müşriktir». 76 Allah şu iki kişiyi...» Bu Ayetin Tefsiri Allah Teâlâ bu ayette zatı uluhiyyeti ile putlar için ikinci bir benzetme yapmaktadır. Hiçbir şey beceremeyen dilsiz» ile putlar, Adaleti emreden» Üe de Allah Teâlâ kastedilmektedir. Bu yorum, Katade'ye aittir. Rivayet olunduğuna göre, Ebken» dilsiz Hz. Osman'ın bir köleszydi. Daima ona müslüman olmayı teklif ederdi. Fakat o müslüman olmazdı. Adaleti emreden» ise Hz. Osman'dır, îbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre bu ayet, Hz. Ebubekir ile kâfir bir kölesi hakkında nazil olmuştur. Bazı müfessirlere göre, dilsiz ile Ebu Cehil, adaleti emreden ile de Ammar b. Yasir kastedilmektedir. Ebu Cehil, müslüman olduğu için hem Ammar'a hem de annesi Sümeyye'ye işkence etmişti. Sümeyye Ebu CehU'in cariyesiydi. Ebu Cehil bir gün ona, Sen Muhammed'in güzelliğine meftun olduğun için ona iman eU tin» diyerek, tenasül uzvuna bir mızrakla vurarak onu öldürdü. Hz. Sümeyye İslâm'daki ük şehittir. Allah ondan razı olsun Ata'ya göre, Onlardan bin» üe kastedilen Umeyye b. Halef tir. Çünkü o hiç hayr konuşmazdı. Mevlâsı ile kastedilen de onun kabilesidir. Çünkü Ubey onlara hep eziyet ederdi. Meselâ Osman b. Ma'zun bunlardan biriydi. Mukatil'e göre, bu ayet Hişam b. Amr b. Haris hakkında nazil olmuştur ki bu kimse kâfirdi, hayrı azdı ve Hz. Peygamber'e de düşmandı. Bazı müfessirlere göre, Dilsiz» ile kastedilen mutlak anlamda kâfir, Adaleti emreden» ile kastedilen de mutlak anlamda mümindir. Nitekim îbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre, o bu yorumu güzel bulmuş, ve Çünkü» demiştir; Ebkem, konuşmayan kişi demektim. Bazı müfessirler Ebkem»in aklı olmayan kimse anlamına geldiğini söylemişlerdir. Bazılarına göre bu kelime işitmeyen, görmeyen» anlamındadır. Burada ise kastedilen putlardır. Allah Te-âlâ böylelikle putların hiçbir güçlerinin olmadığını vurgulamaktadır. Çünkü onları bir yerden başka bir yere, insanlar götürür. Onları başkaları yapar. Başkaları onların önemini artırır. Oysa Allah, adaleti emreden ve her şeye galib olandır? Efendisinin üzerine bir yüktür»; yani dost ve yakınlarının boynunda bir ağırlıktır, arkadaşları üzerinde bir vebaldir. Bazen yetimlere de Keli» yük denir. Çünkü o kendisini besleyenlerce bir yük/ağırlık olarak telakki edilir. Bazılarına göre, Keli» babası ve çocuğu olmayan kimseye denir. Çoğulu Ke- Onu nereye gönderse bir hayr çıkmaz»; yani efendisi onu nereye yollasa, bir hayr getirmez. Çünkü o hayrı bilmediği gibi, kendisine söyleneni anlamaz, hayrdan da bir şey anladığı yoktur. [61] Niçin Kıyamete Saat Denildi? 77 Göklerin ve yerin gaybı Allah'a...» Bu Ayetin Tefsiri Bu cümle mânâ bakımından, Allah bilir ve fakat sizler bilmezsiniz» cümlesiyle bitişiktir. Yani bir şeyi helâl veya haram kılmak her şeyin sonucunu ve uygununu bilen Allah'a mahsustur. Siz ise ey müşrikler! Tüm bunları ihata edemezsiniz. O halde nasıl hükmediyorsunuz? Ayette Kıyamet»e karşılık Saat» kelimesi kullanılmıştır. Çünkü Saat» Kıyametin koptuğu anın adıdır. Buna Saat» denilmesinin nedeni onun ansızın insanlara gelecek olmasındandır. Tüm insanlar o an ölecektir. Lemh», süratle bakmak demektir. Kıyamet'in gelişi muhakkaktır ve Allah onun gelişini bir gözün kırpması kadar ani kılmıştır. Zeccac'a göre, Kıyamet mutlak anlamda bir göz kırpması kadar bir anda gelecek değildir. Bu ifade sadece, onun gelişinin hızını bildirmekten kinayedir. Yani Allah Tealâ bir şeye ol der, o da hemen olur. İfadenin Kıyamet Allah katında böyle olup, insanlar kattnda böyle değildir» şeklinde anlatılması da mümkündür. Nitekim Allah Teâlâ başka bir ayette, İnsanlar onu uzak görürler. Fakat biz onu çok yakın olarak görmekteyiz» diye buyurmuştur. Veya daha yakındır» ibaresindeki Ev» veya kelimesi şüphe bildirmez, temsil içindir. Kişi bunlardan hangisini isterse temsil olarak alabilir. Bazı müfessirlere göre, Ev» veya kelimesi, muhatabın şüphesine binaen getirilmiştir. Bazıları ise, Ev» kelimesinin Bel» kelimesi yerine getirildiğini söylemişlerdir. 78 Allah sizi analarınızın karınlarından...» Bu Ayetin Tefsiri Yani, Allah'ın nimetlerinden bir tanesi de, sizi daha hiçbir şey bilmezken annelerinizin rahimlerinden çıkarmasıdır. Sizler babalarınızın sulbünde iken Ahd-i Misak'tan bir şey bilmediğiniz halde, Allah sizleri annelerinizin rahminden çıkarmıştır. Veya, siz kendiniz hakkında verilen saadet ve şekavet hükmünden bir şey bilmezken Allah sizi dünyaya getirdi. Veya, menfaatlerinizi henüz bilmezken sizi yarattı. Bu ihtimallerin tümünü de ayetten anlamak mümkündür. Şükredesiniz diye size kulak, göz ve kalpler verdi»; yani Allah bilme ve idrak etme vasıtası olan göz, kulak ve kalbi sizin için yarattı. Kişi daha anasının kamından çıkmadan önce .Allah onun göz, kulak ve kalbini yaratır. İnsanlara O'nun emirlerini ve ne-hiylerini işitmek için kulak, sanatının eserlerini görmek için de göz verilmiştir ki böylelikle Allah'ı tanıyabilsinler. Şükredesiniz diye» ifadesi iki şekilde de yorumlanabilir a Nimetlerine şükredesiniz diye. b Sanatının eserlerini görüp de şükredesiniz diye. 79 Göğün boşluğunda Allah'ın buyruğuna...» Bu Ayetin Tefsiri Kelbi, Kuşların boyun eğmiş» olmalarının Allah'ın enirine boyun eğmeleri demek olduğunu söylemektedir. Bazıları ise, insanların yararlanmaları için müsahhar kılındıklarını söylemişlerdir. Cevv» kelimesi yer ile gök arasındaki boşluk anlamına gelmektedir. Gök, yerden daha yüce olduğu için Cevv kelimesi göğe izafe edilmiştir. Kuşların havada durdurulması, müsahhar kılın, ması onlan teshir eden bir idrak sahibinin bulunduğuna delâlet etmektedir. Onlar kanatlarını kaparken, açarken, saflar halinde uçarken, onlan havada tutan sadece Allah Tealâ'dır. Yine bu ayetten anlaşıldığına göre, gökyüzünde hareketi sağ. layan havadır. Çünkü gökte uçan cisimler havasız bir noktaya rastladıklarında düşerler. Yüksek uçan bir kuşun uçuşu sadece kanatlarına bağlı değildir. Kanatlarıyla beraber gökyüzünün de uçmaya elverişli olması gerekir. Alusî, 77. ayetin Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir» cümlesi hakkında şunları söylemektedir Bu Allah'ın bir özelliğidir. Hiç kimse kendi başına veya ortak olarak gaybe muttali değildir. Yer ve gökteki bütün emirler, nıahlûkatın ilminden gaib olan her şey mahlûkat tarafından idrak ve akledilmeyen tüm varlıklar Allah'a aittir. Gaybın göklere ve yere izafe edilmesinin nedeni ,gaybın onlara bağlı olmasıdır, yani hâli hazırda veya gelecekte onlarda oluşup, meydana getirilmesi ihtimaliyledir. Veya onlarda olan kimselerden saklı olması ihtimalidir. Bu durumun Allah'a mahsus olduğunun beyanından maksat gayb tabirinin de işaret ettiği gibi malûmiyet bakımındandır. Yoksa mahlûkiyet bakımından değildir. Çünkü mahlûkiyet bakımından da bunların tümü Allah'a mahsustur. Bu cümle Allah Teâlâ'nın ilminin huzuru olduğunu iş'ar etmektedir. Gaybm hadd-i zatmda meydana gelmesi Allah'a nispe-tendir. Bu yüzden, Sadece göklerin ve yerin gaybı Allah'a mahsustur» denilmemiştir. Bazı kimseler, bunun Kıyamet Günü'nde olacağını söylemişlerse de, ayeti dünya ve Ahiret'i kapsayacak şekilde yorumlamak daha uygundur.» [62] Meal 80- Allah evlerinizi sizin için bir huzur ve sükun yeri yaptı. Hayvanların derilerinden gerek göç zamanı, gerekse konaklama zamanında sizin için taşınması kolay evler çadırlar kıldı. Onların yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir süreye kadar faydalanacağınız ev eşyalan ve ticaret metaı varetti. 81- Allah yarattıklarından sizin için gölgelikler yaptı. Dağlarda da sizin için barınaklar yarattı ve sizi sıcaktan ve soğuktan koruyacak elbiseler, savaşta sizi koruyacak zırhlar varetti. İşte böylece Allah, teslim olmanız için üzerinizdeki nimetini tamamlamaktadır. 82- Ey Muhammedi Buna rağmen yüz çevirirlerse, senin üzerine düşen apaçık bir tebliğdir. 83- Onlar Allah'ın nimetini hem bilir hem de onu inkâr derler. Onların çoğu nankördür! 84- Her ümmetten bir şahit getireceğimiz günü hatırlat! Artık ne kâfir olanların özür dilemelerine izin verilir ne de onların özür dilemeleri istenir. 85- O zulmedenler azabı gördükleri zaman, artık onlardan azap hafifletilmez ve onlara mühlet de verilmez. 86- Allah'a ortak koşanlar, koştukları ortaklan gördükleri zaman Ey Rabbimiz! İşte bunlar seni bırakıp da tapmış olduğumuz ortaklanmizdir» derler. Bunun üzerine koştukları ortaklar Siz muhakkak ki yalancılarsınız» diyerek onlara lâf atarlar. 87- O gün müşrikler Allah'a teslim olmuşlardır. Uydurdukları şeyler de onlardan uzaklaşır gider. [63] Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 80 Allah evlerinizi sizin için bir huzur...» Bu Ayetin Tefsiri Mezkûr ayette, Allah Teâlâ'nın. evler hususunda insanlara vermiş olduğu nimetler sayılmakta ve öncelikle şehir ve köylerdeki evler zikredilmektedir. Zira bu evler uzun bir süre içinde oturulmak üzere yapılmışlardır. Bu takdirde, Sekenen» tabiri, evlerde oturmak, yorgunluktan azaların sükûnete kavuşması gibi anlam* lar taşır. Her ne kadar insanların azalan bazen evlerde hareket halinde olup, başka yerlerde sakin olursa da, birinci şık galip olanıdır. Bu husus, Allah'ın nimetleri cümlesinden zikredilmiştir. Çünkü Allah Teâlâ eğer dileseydi, bunu sürekli gezegenler gihi hareket eder bir şekilde yaratırdı ve kul da öyle olurdu. Yine Allah Teâlâ kulunu, yeryüzü gibi sakin bir biçimde yaratmış olsaydı, kul da Öyle olurdu. Ne var ki Allah Teâlâ, onu her iki durum üzere tasarruf edebilir bir tarzda yaratmıştır. Yani hem durabilir hem de hareket edebilir. Allah Teâlâ, ona dilediği gibi hareket edebilmeyi nasip kılmıştır. Allah Teâlâ, köy ve şehirlerdeki evleri zikrettikten sonra, göçebelerin evlerini sözkonusu ederek şöyle buyurmuştur Hayvan-larva derilerinden sizin için evler kıldı»; yani hayvanların derilerini yaratmakla size bu imkânı sağlamış oldu. Gerek göç zamanı gerekse konaklama zamanında sisin için taşınması kolay evler kıldı». Bu ifadede geçen Za'n» kelimesi, göçebelerin otlak ve su aramak maksadıyla çöllerde dolaşmaları, bir yerden başka bir yere gitmeleri anlamına gelir. Za'n» kelimesi bazılarına göre, devenin her iki tarafına sarkıtılan Hevdec demektir. Bazılarına göre de, bu kelime ile kıl ve yünlerden yapılmış çadırlar anlamının kastedilmesi muhtemeldir. Çünkü tüm bunlar Kıl, tüy, yün, vb. koyunların derilerinden elde edilir. Bu takdirde onların yünlerinden» tabiri müstakil bir sözdür. Adeta şöyle denilmek isteniyor Allah Teâlâ sizin için evlerinizin mobilyalarını, elbise ve döşeklerinizi, çorap ve benzeri ihtiyaçlarınızı yarattı». Onların yünlerinden» ifadesinin evcil hayvanların derileri Üzerine atfedilmesi de muhtemeldir. Yani, yünlerden sizin için evler, çadırlar kıldı. Hz. Peygamber'in deriden yapılmış bir çadırı vardı. Taif derisinden yapılmıştı ve çok değerliydi. Hem yapılışı hem de rengi çok güzeldi. Hz. Peygamber bunu israf olarak addetme-mekle, bunun Allah'ın kullarına verdiği bir nimet olduğunu gösterdi. İnsanoğlunun zorunlu olarak ihtiyaç duyduğu istirahat ve gölgelik, onun açık yararlanndandır. İbn Ebi Hatim'in Süddi'den naklettiğine göre, Allah evlerinizi sizin için bir seken kıldı» ibaresi, içinde oturacağınız meskenler kıldı anlamındadır. Hayvan derilerinden yapılan evler ile kastedilen ise, göçebe çadırlarıdır. Taşınması kolay ve bir süreye kadar faydalanılacak ev eşyaları ve ticaret metaı varetti» ifadesi ise onların ölünceye dek metaı olduğu anlamındadır. îbn Ebi Hatim'in îbn Abbas'tan naklettiğine göre, Esas» kelimesi mal anlamındadır. Bir süreye kadar»; yani bir zamana kadar ondan yararlanabilirsiniz. îbn Cerir ile İbn Münzir'in, Ata'dan rivayet ettiklerine göre, Kur'an Arapların bilgisi dahilindeki hususlardan bahsetmektedir. Çünkü hayvanlarının yünlerinden, kıllarından bahsediyor. Allah Teâlâ buitfar dışında onlara daha büyük nimetler vermişse de, onlar göçebe bir toplum olduklarından, onlara hayvanların derilerinden çadırlar, gölgelikler »dağlardan meskenler kıldığını beyan etmektedir. Oysa ovalarda kılmış olduğu nimetler daha büyük, daha çoktur. Fakat onlar genellikle dağlarda yaşadıklarından, ayette böyle bir ifade kullanılmıştır. Yine bir sonraki ayette, onları sıcaktan koruyan elbiselerin yaratıldığı bildirilmektedir. Oysa soğuktan koruyan giysiler daha çok ve daha büyüktür. Ne var ki onlar sıcak bir iklimin insanları oldukları için böyle söylenmektedir. Yine bir ayette oradaki dağların tepelerinde bulunan karlardan söz edilmektedir. Oysa Allah'ın vermiş olduğu kar daha çoktur. Ancak onlar bunu bilemezlerdi. Katade'den rivayet olunduğuna göre, İla hinin» ifadesi bir süreyi, belli bir zamanı anlatmaktadır. İbn Cerir, Abdurrezzak İbn Abbas, Meta» kelimesinin ziynet/süs anlamına geldiğini söylemiştir. Halil'e göre de esas ve meta kelimeleri aynı anlama gelirler. Lafızlar değişik olduklarından mânâlarının da değişik olduğu zannım vermektedir ve sanki aralarında atıf yapılmıştır. 81-82 Allah'ın yarattıklarından sizin için...» Bu Ayetlerin Tefsiri Zikden gölgelik kelimesi gölge yapan bulut, ağaç, dağ ve buna benzer şeylerdir. Bu görüş Katade'den rivayet edilmiştir. îbn Abbas ve Mücahid bu kelimenin bulutlar, Zeccac ve Kata-de ağaçlar, Van Kuteybe ise ağaç ve dağlar anlamına geldiğini söylemiştir. Tüm bu karşılıkların temsil babından olması muhtemeldir, îbn Sa'd'a göre bu kelimeyle evlerin gölgelikleri kastedilmektedir. Allah Teâlâ evlerin gölgeliklerini bir nimet olarak takdim etmektedir; zira o beldeler çok sıcaktır . Eknan» kelimesinin tekili Kimdir ve örtmek anlamına gelir. Çoğulu Eknan yerine Ekne» de gelebilir. Serabil» kelimesinin tekili Sirbal»âir ve giyilen her elbise için kullanılır. Allah pamuk, keten, yün ve değişik maddelerden size kispetler, giysiler varetti. Onlar sizi şiddetli sıcağa karşı korurlar. Burada özellikle Sıcaknvn vurgulaması, Müberred'in de dediği gibi birbirinin zıddı olan iki şeyden birinin zikredilip diğerinin mukadder bırakılması nedeniyledir. Yani o elbiseler sizi hem sıcaktan hem de soğuktan korur. Ayette, eUHarr yerine eî-Berd denilmemiş ve Soğuktan koruyacak» denilip sıcak mukadder bırakılmamıştır. Çünkü Kur'an'ın muhatapları nezdinde sıcak, soğuktan daha önemliydi. Onların yaşadıkları beldeler çok sıcak olduğu için özellikle sıcak» vurgulanmıştır. Zeccac'a göre, sıcaktan koruyan elbiselerin Özellikle vurgulanması, sıcaktan koruyanın soğuktan da koruyacağı gerçeğidir. Zemahşeri de bunun önemine temas ettikten sonra aynı hususa değinmiştir. Savaşta sizi koruyacak zırhlar varetti»; yani silah işlemez elbiseler var etti. Be's» kelimesi her ne kadar şiddet anlamına geliyorsa da, burada savaş anlamında kullanılmıştır. Yani sizi, savaşın şiddetinden koruyucu olarak, zırh ve miğfer gibi giysiler var etti. îşte Allah sizlere nasıl geçmişte nimetler vermişse aynı şekilde gelecekte de nimetini sizin için tamamlayacaktır ki müslü-man olasınızı! Yani bu nimetlere bakarak, onları size bahşedenin hakkını tanır ve sadece O'na iman edersiniz. Bu nimetler size, Allah'a koştuğunuz ortakları terketmeniz için verilmiştir. İslâm eğer imanın müteradifi eş anlamlısı olarak kullanılmışsa ayet böyle anlamlandınlabilir. Yok eğer İslâm» ile lugavi bir karşılık teslim olmak, inkiyad etmek kastediliyorsa eğer, ayetin anlamı Bu nimetlere bakarak Allah'a teslim olup, emrine itaat edesiniz diye bunlar size verilmiştir» şeklinde olur. Bazı müfessîrle're göre ayetin anlamı şu şekildedir Bu elbiseleri giymek suretiyle yaralanmaktan korunmanız maksadıyla bu nimetler size verilmiştir.» Bu kelimeyi Bütün afetlerden korunmanız için» şeklinde yorumlamakta bir beis yoktur. Bu takdirde mânâ, sıcak ve soğuktan sadır olacak afetleri de kapsamış olur. Ancak Cumhur-u Ulema'ya göre en yakın yorum ikincisidir. Bu hususta bir rivayet nakledilir Bedevilerden biri bu ayetleri sonuna kadar dinler ve her nimetin zikri geçtiğinde Evet ya Rabbi! der.» Umulur ki teslim olursunuz» cümlesini işittiğinde ise, İşte buna gelince hayır ya Rabbi!» der. Bunun üzerine 82. ayet nazil olur Ey Muhammedi» Buna rağmen yüz çevirirlerse, senin üzerine düşen apaçık bir tebliğdir»; yani Ey Muhammed onların yüz çevirip, kendilerine gelen delilleri kabul etmemeleri durumunda, sana düşen sadece tebliğdir. Onların kabul etmemes sana zarar vermez. Çünkü sen bu görevi hakkıyla yerine getirdin. Bu ayet, Hz. Peygamber için bir teselli mahiyetindedir. Se-beb, müsebbeb yerine konulmuştur. îbn Atiyye'ye göre, ayetin takdiri şöyledir Eğer onlar yüz çevirirlerse, sen onların kalbinde imam yaratmaya kadir değilsin. Sana düşen sadece tebliğ etmektir, imam yaratmak değil!» 83 Onlar Allah'ın nimetini hem bilir...» Bu Ayetin Tefsiri Mezkûr ayet-i kerime müşriklerin İslâm'a sırt çevirmelerinin nedeninin, Allah'ın nimetlerini tümden inkâr ediyor olmalarıyla tahsis edilemeyeceğini göstermektedir. Çünkü onlar sözü edilen nimetlerin Allah'ın olduğunu biliyor ama sonra onları fiilleriyle inkâr ediyorlardı. Kendilerine nimet veren Allah'ı tek olarak anmadıkları, O'na kendi putlanyla birlikte kulluk ettikleri için, bu hiç kulluk yapmamışlar anlamına gelir. Yani bu davranışları, inkâr derecesindeki bir nankörlüktür. Mücahid'den rivayet olunduğuna göre, onların nimetleri inkârları, o nimetleri atalarından tevarüs ettiklerini söylemeleri şeklinde zuhur etmiştir. îbn Cerir Îbn Cerir'in Avn b. Abdullah'tan rivayet ettiğine göre, onların nimetleri inkârları, içlerinden birisinin Falan kişi olmasaydı, şu şu olaylar başımıza gelmezdi» demiş olmasıdır. Bazılarına göre, onların inkârları; Bu nimetler putlarımızın Allah nezdindeH şefaatleri sayesinde bize verilmiştir» demeleridir. Bazı müfessirler ise, bunun onların şiddet anlarında Allah'ın nimetlerini tanımaları, genişlik zamanlarında ise inkâr etmeleri demek olduğunu söylemiştir. Bazılarına göre, kalpleriyle tanımaları, dilleriyle inkâr etmeleri demektir. İbn Münzir'in Süddi'den rivayet ettiğine göre nimet ile kastedilen Hz. Muhammed, nimeti tanımaları ile kastedilen ise onu tanımalarıdır. Sonra da Hz. Peygamber'i inkâr etmektedirler. İbn Ebi Hatim'in rivayetinde, bu ayetin Ebu Cehil ile Ahnes hakkında nazil olduğu belirtilmektedir. Ahnes, Ebu Cehil'e Hz. Muhammedi sorunca, Ebu Cehil O peygamberdir» diye cevap vermiş, ama sonra inkâr etmiştir. Sümme» sonra kelimesi, bildikten sonra inkâr etmenin çok uzak olduğu anlamındadır. Çünkü nimeti bilen bir kişinin yapması gereken, onu itiraf edip, gereğini eda etmesidir. Yoksa inkâr değil. Bilmek ile inkâr etmenin isnadı müşriklerdir. Ancak bu isnad mutlak değildir. Yani bir kimsenin davranışının tüm bir cemaate isnadı kabilindendir. Çünkü bazı müşrikler böyle davranmayabili-yorlardı. Nitekim Onların çoğu nankördür» ifadesi de l?u hususu ortaya koymaktadır. Onların çoğu nankördür»; yani onların çoğu nankörlükte ısrar ederler. Ve haşroluncaya kadar bu nankörlükte kalırlar. Onların çoğu» ifadesinin kullanılma nedeni, Allah'ın, onların bazılarının iman edeceğim biliyor olmasındandır. Bazı müfessirîer geçmiş isnadın zahir üzerinde olmasının inkârından bahsederek, kastedilen, onların Allah'a mülaki olacakları zamana kadar küfür üzerinde sabit ve ısrarlı olmalarıdır» demişlerdir. Bu bakımdan, Onların çoğu» ibaresi, Allah Teâlâ'nın, içlerinden bazılarının iman edeceğini bilmesi nedeniyle kullanılmıştır. Bazılarına göre, Onların çoğu» tabirinin kullanılması onla-rın bir kısmının aklının eksik olması, Allah'a nasıl varılacağım bilmemeleri, kendilerini matluba götürecek tarzda delillerden hüküm çıkarmaya güç yetirememeleri veya mükellef olma derecesine varmadıkları için üzerlerinde hüccetin kaim olmaması —ki ya küçüktürler ya da delidirler— veyahut bunun küll'ün yerine geçmesi nedeniyledir. 84 Her ümmetten bir şahit getireceğimiz gün... Bu Ayetin Tefsiri Ümmet» kelimesi insanlardan bir topluluk anlamındadır. Her ümmetten bir şahit getirilmesi, onların iman ve taatine veya küfür ve isyanına şehadet edecek olmalarına binaendir. îbn Münzir'in Katade'den rivayet ettiğine göre, bu şahit o ümmetin peygamberidir. Artık kâfirlerin özür dilemelerine isin verilmez»; yani kâfirler özür beyan etmek için izin istediklerinde, kendilerine izin verilmez. İfadenin şöyle anlaşılması da mümkündür Kâfirler İçin artık ne özür beyan etmek ne de izin yoktur. Çünkü onların zikredebilecekleri bir delil ve mazeret söskonusu değildir». Ebu Müslim'e göre ayetin anlamı, şahitlerin şehadetinden sonra, onların sözlerine kulak verilmeyeceği, sözlerine iltifat edilmeyeceği şeklindedir. Bazı müfessirlere göre mânâ şöyledir Onların dünyaya yeniden gelmek şeklindeki taleplerine müsaade edilmez». Sümme» lâfzı onların ümitlerini tamamen kestiklerine veya onlara o anda Bundan ümidinizi kesin» denildiğine delâlet eder. Bu hitap onlara, peygamberlerin aleyhlerine şahitlik yapmalarından daha şiddetli gelir. Onlardan tevbe etmek suretiyle Rablerinin gazabını dindirmeleri veya salih amel işlemek suretiyle bu azabı gidermeleri de istenmeyecektir. Çünkü Ahiret yurdu, amel yeri değil, mükâfat ve ceza yeridir. Dünyaya yeniden dönüş arzusu ise mümkün olmayan istektir. Zemahşeri tefsirinde, ifadeyi Onlara, Rabbinizi razı edin denilmez» şeklinde yorumlar. Abd b. Humeyd ile İbn Cerir'in Katade'den rivayet ettiklerine göre Şahit» ile o ümmetin peygamberi kastedilmektedir. O peygamber Allah'ın risaletini, mesajını, emir ve buyruklarını kendilerine bildirdiğine dair şehadet eder. Nitekim bir ayette Allah Te-âlâ, Seni onlar üzerine şahit olarak gönderdik» diye buyurmuştur. Katade'nin rivayet ettiğine göre, bu ayeti her okuduğunda Hz. Peygamber'in gözleri yaşarırdı. 85 O zulmedenler asabı gördükleri zaman...» Bu Ayetin Tefsiri Zulmedenler» ile kastedilen, müşrikler; Azap» ile kastedilen ise cehennem azabıdır ki onların oraya girmesiyle başlar. Artık onlardan azap hafifletilmez ve onlara mühlet de verilmez»; zira, Ahiret'te onlar için artık tevbe sözkonusu değildir. Bazı müfessirlere göre Azap» ile cehennemin kendisi kastedilmektedir. Yani zikr-i hâl iradeyi muhaldir. [64] Allah'a Ortak Koştuklarından Kastedilen Nedîr? 86-87 Allah'a ortak koşanlar, koştukları ortakları...» Bu Ayetlerin Tefsiri Müşriklerin koştukları ortaklar ile onların Allah'tan başka taptıkları Put, şeytan, melek, insan vs. kastedilmektedir. Müşrikler bunları ilâh edindiklerinden ötürüdür ki fiil onların zamirine isnad olunmuştur. Bazı müfessirlere göre, Ortaklar» ile daha önce de geçtiği gibi bâtıl mabudlar kastedilmektedir. Onların ortaktan» denilmesinin nedeniyse, müşriklerin o putlarına mallardan pay ayırmalarıdır. Hasan Basri'ye göre onların ortaklan şeytanlardı. Çünkü müşrikler o şeytanları mallarında ve çocuklarında kendilerine ortak kılmışlardı. Bazılarına göre onların küfürdeki ortaklan kastedilmektedir. Ey Rabbvmiz! İşte bunlar seni bırakıp da tapmış olduğumuz ortaklanmtzdır, derler». Kâfirler bu sözleri, azab aralannda taksim edilebilir ümidiyle söylemişlerdir. Ebu Müslim'e göre, onlann maksatları böylelikle azabı müşrikler üzerine atabilmekti. Sanıyorlardı ki böyle yapmakla azaptan kurtulacaklardır veya hiç değilse azaplan hafifletilecektir. Allah Teâlâ insanlan haşre göndereceği gibi, onlann mabud-larını da haşre gönderecektir. Ve onlar mabudlannın arkasına takılıp cehenneme kadar peşlerinden gideceklerdir. Enes'ten rivayet edilen bir hadiste şöyle buyurulmuştur Dünyada herhangi bir şeye tapan, ona tâbi olsun! diye emir verilir. Güneşe tapanlar güneşe, aya tapanlar aya, tağuta tapanlar da tağutlarına tâbi olurlar». Müslim, Kitab'ul-îman. Ebu Hureyre'den rivayet olunduğuna göre, haça tapan kimse için haç, suretlere tapan kimse için suretler, ateşe tapanlar için ateş temessül eder. Dünyada neye ibadet etmişse, herkes ona tabi olur. Tirmizi, Cennet'in özellikleri babı Bunun üzerine koştuklan mabudlar Siz muhakkak ki yalancılarsınız» diyerek onlara lâf atarlar; yani o mabudlar, kendilerine dünyada iken tapanlann, Bunlar bizim mabudlanmızdır» şeklindeki sözlerini tekzip ederler ve derler ki; Biz bunlara bize kulluk edin diye bir emir vermedik». Allah Teâlâ, kâfirleri rezil etmek için Kıyamet Günü'nde putlara ve bâtıl ilâhlara konuşma yetkisi verir.. Bazı müfessirlere göre, müşriklere bu lâfı atanlar onların kendilerine taptığı meleklerdir. O gün müşrikler Allah'a teslim olmuşlardır»; yani Allah'ın azabına teslim olurlar ve O'nun izzetine boyun eğerler! Bazı müfessirlere göre, hem tapan hem de kendisine tapılan Allah'ın kendileri hakkında vermiş olduğu hükme teslim olur. Uydurduktan şeyler de onlardan uzaklaşır-gider»; yani şeytanların onlara güzel gösterdikleri zail olur. Mabudlannın şefaatinden umdukları şeyler de kendilerinden gider! [65] Meal 88- Kâfir olup da, Allah'ın yolundan alıkoyanlar var ya!. İşte yapmakta oldukları bozgunculuklardan ötürü onlara azap üstüne azap veririz. 89- Zikret o günü ki her ümmetin içinde kendilerinin üzerine kendilerinden bir şahit göndeririz. Seni de onların üzerine şahit getiririz. Biz Kitab'ı sana her şey için bir açıklama, bir hidayet, rahmet kaynağı ve müslümanlar için de bir müjdeci olarak indirdik. 90- Kuşkusuz ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya yardım etmeyi emreder. Çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O düşünesiniz diye size öğüt veriyor. 91- Ahidleştiğiniz zaman ahdinizi yerine getirin ve Allah'ı üzerinize şahit tuttuğunuz halde yeminleri pekiştirdikten sonra bozmayın. Kuşkusuz ki Allah yapmakta olduğunuz şeyleri bilir. 92- İpliğini kuvvetlice büktükten sonra, çözüp bozan kadın gibi olmayın. Bir toplumun diğer bir toplumdan sayıca üstün olmasına bakarak, yeminlerinizi aranızda fesat aracı kılmayın. Allah bununla sizleri imtihan etmektedir. Hakkında ihtilafa düşmüş olduğunuz şeyleri, Allah Kıyamet Günü'nde mutlaka sizlere açıklayacaktır. 93- Eğer Allah dileseydi, hepinizi bir tek ümmet yapardı. Fakat O dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Sizler yaptıklarınızdan ötürü, mutlaka sorumlu tutulacaksınız. [66] Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 88 Kâfir olup da, Allah'ın yolundan...» Bu Ayetin Tefsiri Azap üstüne azabın verilmesi» ile kastedilen, İbn Mesud'un rivayetine göre uzun hurma ağaçları gibi akrepler, deve boynu gibi uzun yılanlardır ki bunlar o kâfirleri ısırırlar. Bazı müfessirlere göre, azap üstüne gelen azap kâfirleri cehennemden çıkarıp Zemherir'e götürür. Onlar Zemherir'm. şiddetli soğuğundan ateşe doğru hızla kaçarlar. Bazı müfessirler ayete şöyle mânâ vermişlerdir Biz, küfürdeki önderleri, takipçilerinin azabından fazla bir azaba duçar ederiz. O azaplardan biri küfürleri, diğeri, insanları Allah'ın yolundan alıkoymaları nedeniyle kendilerine verilir. İşte dünyadaki küfür ve isyanları bunun sebebidir».[67] Ümmetlerin Aleyhindeki Şahitler Kimlerdir? 89 Zikret o günü ki her ümmetin içinde...»Bu Ayetin Tefsiri Her ümmetin peygamberi Kıyamet Günü'nde gelerek; Biz onlara risaîet görevimizi tebliğ ettik, onları imana davet ettik» derler. Peygamber olmasa bile her dönemde mutlaka bir şahit vardır. Ancak bu şahitlerin mahiyeti hakkında ihtilaf edilmiştir. Bu konuda iki görüş vardır a Bu şahitler peygamberlerin halifeleri ve insanları hidayete davet eden Önderleridir. b Allah'ın dinini ve peygamberlerin getirmiş olduğu şeriat-leri koruma vazifesi kendilerine verilen alimlerdir. Böylece anlaşılmaktadır ki her fetret döneminde, muvahhid biri mutlaka bulunur. Meselâ Hz. Peygamber'den Önce Kus b. Saide, Zeyd b. Amr b. Nufeyl gibi kimseler vardı. Nitekim Hz. Peygamber Zeyd b. Amr hakkında; O haşre tek başına bir ümmet olarak gönderilecektim demiştir. Varaka b. Nevfel gibi zatlar da böyledir. Hz. Peygamber onun hakkında, Onu cennet nehirlerine dalarken gördüm» buyurmuştur. İşte bunlar ve benzerleri her zaman halkın karşısında bir ümmet ve şahittirler. Min enfusihim» Kendilerinden ifadesi, —daha önce de belirtildiği gibi— o şahidin onların kendi içlerinden olmasını gerektirir. Çünkü bu durumda artık mazeret kapısı kapanmış olur. Hz. Lût'un kendi ümmetinin ırkına mensup olmaması, bu konuda bir nakısa teşkil etmez. Çünkü o, onların içinde yetişip aralarında ömrünü geçirdiği, onlarla oturduğu için onlardan sayılmıştır. îbn Atiyye'ye göre, Allah Teâlâ salih kullarından bazılarım peygamberlerle birlikte şahit olarak gönderebilir. Çünkü bazı sa-habiler, Bir kimseyi günah işlerken gördüğün zaman, onu bu günahtan uzaklaştırmaya çalış. Eğer sana itaat ederse ne âlâ! Aksi takdirde Kıyamet Günü'nde sen onun aleyhinde şahit olursun» demişlerdir. îmam Fahruddin Razi, bu ayet hakkında iki görüş olduğunu söylemiştir 1 Her peygamber kavmi için şahiddir. 2 Dünyadaki her topluluk ve her dönem için haklarında şahitlik yapabilecek kimselerin var olması gerekir. Onun da yanlışlık yapmaması gerekir. Aksi takdirde onun da başka bir şahide ihtiyacı olur. Onun da başkasına... Böylece teselsül meydana gelir. Yani sonsuza değin zincirleme şahitlerin olması gerekir ki bu da muhaldir. Hz. Peygamber dönemindeki şahid bellidir. Ancak ondan sonraki her asırda sözleri hüccet olabilecek kimseler gerekir. Onlar masum olan şahidin yerine kaimdirler. îşte bu gerekçe ümmetin icmaının hüccet olmasını gerektirir. Cübbaî ve Mutezile mezhebinin çoğuna göre, her asırda sözü hüccet olacak bir kimsenin bulunması gereklidir. Nitekim Şii alimlerinden olan Tabersî, Mecma'ul-Beyan» adlı tefsirinde şöyle demektedir Mutezile ile Şia'nın görüşü birbirine muvafıktır. Fakat hüccet olacak kimsenin kimliği hususunda ihtilaf edilmiştir». Görüldüğü gibi ayete dayanarak bu şekilde delil getirmek yani ayet bu manâya delâlet eder» demek zayıf bir görüştür.[68] Şahitten Ne Kastedildi? El-Esamm'a göre, Şahit ile kastedilen insanoğlunun bedenini meydana getiren uzuvlardır. Çünkü Allah Teâlâ insanoğlunun on uzvunu iki kulak, iki göz, iki ayak, iki el, derisi ve dili konuş turacak ve bunlar onun aleyhine şahitlik yapacaklardır. Nitekim Allah Teâlâ mezkûr ayette şahidin onların kendilerinden min enfusihim olacağım vurgulamıştır. El-Esamm'm bu görüşüne büyük müfessir Beyzavî itiraz ederek şöyle demiştir O sünnete şahit olacak kimsenin, başka bir ümmetten olması da mümkündür. Üstelik Her ümmetten» ifadesi bu yoruma mânidir. Çünkü uzuvların her birini ümmetten saymak doğru olmaz. Ayrıca Seni de onlar üzerine şahit olarak getiririz» ifadesi de bu yoruma mânidir. Hz. Peygamber'in haklarında şahitlik yapacağı kimseler hususunda değişik görüşler vardır. Müfessirlerin çoğunluğuna göre, bunlar Hz. Peygamber'in kendi ümmetidir. Kur'an'ın nazil olduğu dönemde yaşayanlar da, sonrakiler de bütünüyle bu kapsam içindedirler. Çünkü Hz. Peygamber'in ümmetinin amelleri, ölümünden sonra her gün kendine arzedilir. Nitekim bir hadiste şöyle buyurulmuştur Benim hayatım sizin için hayırlıdır. Siz konuşur ve birşey-ler yaparsınız, sizin için de konuşulur. Benim ölümüm de sizin için hayırlıdır. Çünkü amelleriniz bana arzedilir. Ben de hayırlı gördüklerim hakkında, Allah'a hamdederim. Şer gördüklerim için de sizin için Allah'tan mağfiret dilerim.» Bazı rivayetlerde kulun amellerinin, ölmüş olan akrabalarına arzedildiği bildirilmektedir. Nitekim Ebu Hureyre'den rivayet olunduğuna göre, bir hadiste şöyle buyurulmuştur. Kötü amellerinizle ölülerinizi rezil etmeyin. Çünkü amelleriniz kabir aleminde bulunan ölülerinize arzolunur». İbn Ebi Dünya Enes'ten merfu olarak şöyle bir hadis rivayet edilmiştir Sizin amelleriniz ölüler aleminde bulunan akraba ve yakınlarınıza arzolunur. Eğer hayırlı ise onlar sevinirler, değilse; Ya Rabbi! Bize hidayet ettiğin gibi, onlara da hidayet edinceye kadar onları yaşat» diye dilekte bulunurlar». İmam Ahmed. Ebu Davud aynı hadisi, Câbir kanalıyla ve şu fazlalıkla rivayet etmektedirSenin taatinle amel etmelerini kendilerine ilham et», İbn Ebi Dünya, Ebu Derda'dan şöyle rivayet etmektedir Amelleriniz Ölülerinize arzolunur. Onlar bunun bir kısmına sevinirler, bir kısmına da üzülürler». Ebu Derdâ bu hadisi rivayet ettiği zaman, secdede şöyle deyip dururdu Ya Rabbi! Dayım Abdullah b. Revaha ile bir araya geldiğimde, benden buğzetmesinden sana sığınırım». Hz. Peygamber ümmeti için bir baba mesabesinde hatta ondan da yakındır. Ancak, daha önceki ümmetlerin amelleri peygamberlerine ölümlerinden sonra arzolunur şeklindeki bir kaideye rastlamadım. Ne olumlu ne de olumsuz hiç kimsenin bu hususa değindiğine muttali olamadım. Bazı müfessirlere göre, Hz. Peygamber'in aleyhlerinde veya kendüeri için şahid olduğu kimselerden maksat ümmeti değil, kendisinden önceki peygamberlerdir. Çünkü Hz. Peygamber onların akidelerini biliyordu ve onların tüm akaidleri, Hz. Peygamber'e verilen şeriata dahildi. Hz. Peygamber'in, ümmeti için şahid olması meselesi daha Önce zikredilmiş ve mesele ondan anlaşılmıştı. Bu bakımdan bu ayet, bu hususu ikinci kez gündeme getiriyor değildir. Sadece Hz. Peygamber'in diğer peygamberler hakkında şahitlik yapacağını gösterir. Ancak bu, ümmet-i Muhammed'in Kitab'tan anladıklarına göre, diğer peygamberlerin ümmetlerine tebligatta bulunduklarına dair şahitlik yaptıktan sonra, onların temiz ve adil olduklarına dair olan şehadettir. Bu husus daha önceki ayetten malûm değildi ki, tekrar sayılmış olsun. Hadiste de varid olan bu husustur. Birçok müfessir, Böylece sizi vasat ümmet kildik ki insanlar üzerinde şahit olasımz, peygamber de sîzin hakkınızda şahid olsun» ayetinin tefsirinde bunu zikretmişlerdir. Şeyhülislam Ebussuud Efendi, tefsirinde şöyle demektedir Bu ayet önceki hükmün tekrarıdır, ikinci bir tehdid-i ilâhî' dir. Haulai» ile kastedilen, geçmiş ümmetlerle onların şahitleridir. El-Meci tabiri Hz. Peygamber'in şanına kemaU inayet için ba's»a işaret eder. Mazi sigasınm kullanılma nedeni ise, hadise' nin tahkikine delâlet içindir». Ebussuud Efendi'nin, Haulai» lâfzının geçmiş ümmetlerle, onların şahitlerine delâlet ettiğini söylemesi, zahirin hilâfınadır. Ayrıca el-Meci'mn el-Ba's yerine getirilmesi iki şehadet arasındaki mugayyirata delâlet etmesi bakımından caizdir. Çünkü Hz. Peygamber'in ümmetine şahitliği tezkiye içindir. Fakat diğer peygamberlerin ümmetleri için şahitlikleri bu kabilden değildir. Gönderdiğimiz gün» ile Kıyamet Günü kastedilmektedir. Biz kitabî sana her şey için bir açıklama olarak indirdik» cümlesindeki her şey» ile, bir grubun da iddia ettiği gibi dinle ilgili hususlar kastedilmektedir. Yani sana, din ile ilgili her hususu açıkça kitapta beyan ettik. Bu dinle ilgili emirlerden bir kısmı, geçmiş peygamberlerle ümmetlerinin durumlarıdır. Her ümmete bir şahit gönderilmesi meselesi de bu ayetin kapsamına girer. Her şeyi tahsis eden vasfın takdir edilmesi makamdan anlaşılmaktadır. Ayrıca Peygamberlerin gönderilmesi, dini insanlara açıklama hikmetine binaendim diye bir kaide vardır. Nitekim Hz. Peygamber bir hadisinde, Siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz» buyurmuştur. Kitabın her şeyi beyan edici olması, bazı şeyleri kendi üzerinde nass kılması, bazılarında Sünnet'e havale etmesinden dolayıdır. Çünkü kitab Hz. Peygamber'e tabi olmayı emretmiş, onun nevasından konuşmayacağını bildirmiştir. Ayrıca kitab, icmaa uymayı teşvik ederek şöyle buyurmuştur Kendisine dosdoğru yol apaçık belli olduktan sonra, kim Peygamber'e muhalefet eder ve müminlerin yolundan ficmadan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız.» Nisa 115 İmam Şafii ve bir başka cemaatten gelen bir rivayete göre, bu ayet icmaın delilidir. Hz. Peygamber, ümmetinden ashabına tabi olmalarını istemiş ve şöyle buyurmuştur Benim sünnetime ve benden sonra gelen raşid halifelerin sünnetine sanlın. Onları adeta dişlerinizle yakalayın». Evet, ümmet ictihad edip kıyas yapmış ve hakkın yollarını kolaylaştırmaya çalışmıştır. Bu bakımdan sünnet, icma, kıyas her üçü de Kitab'ın beyanına istinad etmektedirler. Başka bir deyişle, tüm bunlar her şeyi açıklayan kitab kapsamına dahildirler . Bazı müfessirler, Ahkaf Suresi'nin 25. ayetinde olduğu gibi Kullu» kelimesinin teksir ve tefhim ifade ettiğini söylemişlerdir. Ne var ki bu yorum, buradaki mübalağanın keyfiyet yönünden değil, kemiyet yönünden olduğu söylenerek reddedilmiştir. Müfes-sirlerin çoğu tahsise itibar etme taraftarı olmuştur. Yani kitabın, dini emirlerin her şeyini açıklayıcı olduğunu söylemişlerdir. Bu görüş Mücahid'ten rivayet edilmiştir. Kitabın dinle ilgili her şeyi açıklayıcı olması bazı şeylere nass olarak değinmesi, bazılarını da sünnete havale etmiş olması yönündendir. Çünkü birçok büyük alimin sözü bunu iktiza etmektedir. Meselâ, İmam Şafii Mekke' de iken bir defasında Ne isterseniz bana sorun, size onun cevabım Allah'ın Kitabı'ndan veririm» der. Bunun üzerine biri İh* ramlı bir kimsenin eşek arısını öldürmesi durumunda ona nasıl bir ceza verilebilir» diye sorar. İmam Şafii de besmele getirerek» Peygamber size ne verdiyse onu alın, sizi neden nehyetmişse ondan sakının» ayetini okur ve şöyle devam eder Süfyan b. Uyeyne, Abdulmelik b. Umeyir'deh o, Rıbî b. Ha-raç'tan, o Huzeyfe b. Yaman'dan, o da, Hz. Peygamber'den şöyle rivayet etti Benden sonra gelen iki kişiye Ebubekir ve Ömer'e uyun». Bize Süfyan Mus'ır b. Keddam'ın naklettiğine göre Hz. Ömer şöyle bir emir vermiştir îhramlı bir kimse eşekarısını öldürsün». Yani kendisine eşekarısı musallat olan kimse onu öldürebilir. Buhari'nin îbn Mesud'dan rivayet ettiğine göre, o Allah Te. âlâ dak yapanlara, yaptırtanlara, dişlerinin uçlarını incelten ve güzellik için aralarım açanlara, Allah'ın yarattığını bozanlara lanet etmiştir» deyince, bir kadın bu hususu İbn Mesud'a sordu. îbn Mesud, Allah Resulü'nün lanetlediği bir kimseye niçin ben lanet etmiyeyim ki? Çünkü o Allah'ın Kitabı'nda da vardır» dedi. Kadın Ben Kur'an'ı okudum ama senin şu anda söylediğini görmedim» dedi. îbn Mesud Eğer sen Kur'an'ı okumuş isen muhakkak onu görmüşsündür. Sen hiç Resul size ne verdiyse alın, sizi neden nehyettiyse ondan sakının» ayetini okumadın mı? diye sordu. Kadın okuduğunu söyleyince, İbn Mesud; İşte Hz. Peygamber böyle bir şeyi yapmayı yasaklamıştır» dedi. Bazı alimlere göre ayetin zahirinden de anlaşıldığına göre, ayet umum ifade eder. Kullu» hepsi teksir için değildir. Yani gerek din, gerekse dünya işleri olsun Kur'an'dan çıkarılması mümkün olmayan şey yoktur. Kur'an'da her şey beliğ bir şekilde açıklanmıştır. Ancak bu, insanların anlayış mertebelerine göredir. Çok şey vardır ki, birçok kimse için açıktır, ama yine birçok kimse için öyle değildir. Bu basiret kuvvelerinin farklı olmasından dolayıdır. Meselâ, insanların hissetme, görme kuvveleri değişiktir. Bazı mü-fessirlere göre Kur'an'ın her şeyi açıklayıcı olmasının anlamı haddizatında böyledir. Fakat böyle olması mutlaka bir açıklayıcıyı gerektirmez. Hele bunun bütün insanlar için böyle olmasını hiç de iktiza etmez. Meselâ güneş haddizatında ışık vericidir. Ancak bu ışığa bakan biri olmasa bile, ışıklandırıcı olmak güneşin zatında vardır. Fakat mübalağanın keyfiyet yönünden değil de, kemiyet yönünden olduğunu söylememiz, böyle bir yoruma gerek bırak-maz. Şeyh Muhiddin Arabî ve birçok alimin kevni olayların birçoğunu Kur'an'dan çıkarmaları, zahiri anlamı teyid etmektedir. Ben Şeyh-i Ekber'e nisbet edilen ve harflerden meydana gelen bir cetvel gördüm. O cetvelde Bu cetvel sayesinde mahşer ehlinin hadiselerini biliyorum» diye yazılıydı. Gördüğüm başka bir cetvelde ise cennet ehlinin hadiselerini biliyorum» ibaresi yazılıydı. Tüm bunlar onların iddialarına göre Kur'an'dan çıkarılmıştı. Bu Hz. Ali'ye nisbet edilen cifr hesabına benzemektedir. Çünkü onlar, Allah'ın dilediği kevni hadiseleri ihata edebüdiklerini ve bunların Kur'an'dan çıkarıldığını söylemişlerdir. [69] Kur'an Her İlmi Kapsıyor Mü? Suyuti, el-Mersî*den şöyle rivayet etmektedir. Kur'an geçmiş ve geleceğin ilmini kapsamıştır, öyle ki gerçekte onunla kelam eden Allah, sonra da Hz. Peygamber onun ne derece kapsayıcı olduğunu bilir. Elbette Allah'ın zat-ı ulu-hiyyeti hakkındaki meseleler bundan müstesnadır. Kur'an ilminin çoğunu sahabenin ileri gelenleri Hz. Peygamber'den almışlardır, Meselâ, dört halife, İbn Abbas, İbn Mesud bunlardandır. Öyle ki İbn Abbas, bir devenin yuları kaybolsa onu Allah'ın Kitabı'nda bulabileceğini söylemiştir. Daha sonra bu ilmi tabiim, sahabeden almıştır. Onlardan sonra da artık himmetler azaldı, azimetler gevşedi, ilim ehli küçüldü ve diğer ilimlerin alınmasına güç yetire-mediler. Bu yüzden Kur'an ilimlerini çeşitli kısımlara paylaştırdılar. Her taife bunlardan birini aldı ve onda ihtisas yaptı.» Deniliyor ki Bütün bunları bilen ve Hz. Muhammed'in varisi olan bir zattan, bu dünya hiçbir zaman hâli kalmaz. İşte bu kimselere, Kutb'ul-Aktab, Gavs, el-Mazhar'ul-Etem ve Mazhar'ul-Îsmi'1-Âzam gibi unvanlar verilmektedir. Bu genellemeyi yapanlara meşhur aşılama hadisi Siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz delildir. Bu hadis hakkında şöyle demişlerdir Hz. Peygamber belki de aşılama halini beyan etmezden önce, bu cevabı vermiştir. İndikten sonra ise, kendisine müracaat edilmeden önce cevap vermiştir. Şayet Hz. Peygamber Kur'an'a dönüp ayete baksaydı muhataplarının ilminden daha üstün bir ilme sahip olurdu. Ayrıca muhatapları bu hususta bir ayete bakmaksızın biliyorlardı. Hz. Peygamber'in bu işi bilmesi ise, ayete müracaat etme ihtiyacı olmasındandır. Bu tıpkı Hz. Peygamber'in, Eğer geri bıraktığımın benzeriyle karşılaşacağımı bilseydim, kurban getirmezdim» demesi gibidir. Oysa kurban şevki dinî emirlerdendir. Bazı alimlere göre bir mesele ya dini ya da dünyevidir. Dünyevî işler Peygamber'in ihtimam gösterdiği işler değildir. Çünkü o, dünyevî işler için gönderilmemiştir. Dinî işler ise ya aslidir ya da fer'i. Elbette asli meselelere gösterilen ihtimam fer'i meselelere gösterilmez. Çünkü Peygamber'in gönderilmesinden maksut dinin asli meseleleridir. Allah'ın birliği ve benzeri konular gibi. Öyle ki kulların yaratılışından maksat —Ayetin de delâlet ettiği gibi— Allah'ı bilmektir. Nitekim bir ayette, Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım» diye buyurui-muştur. Burada sözü edilen kulluk ibadet, Allah'ı bilmektir. Su-filerin sahih kabul ettikleri meşhur bir Hadis-i Kudsî'de; Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi istedim. Bunun için de insanları yarattım ki bilineyim» buyurulmuştur. Kur'an dinin asli işlerini en güzel bir şekilde açıklamayı tekeffül ettiği için, her şeyin maksadı da budur. Müteahhir alimlerinden bazıları şöyle demişlerdir Her şey zahiri üzere bırakılır, Kur'an'ın her şeyi açıklayıcı olmasına gelince, bu icmalendir. Çünkü hiçbir şey yoktur ki mücmelen Kur'an'da açıklanmış olmasın! Bu hususta bazı hallerin beyanı yeterlidir. Ayrıca mübalağa keyfiyet itibarıyla değil, kemiyet itibanyladır». Biz Kitab-ı sana her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve müslümanlar için de bir müjdeci olarak indirdik». Evet! Bütün varlıklar Kur'an'ın hidayet ve rahmet oluşundan istifade ederler. Çünkü Allah Teâlâ, rasûlünü âlemlere rahmet olarak gönderdiğini bildirmiştir. Kâfirlerin bu rahmetten mahrum olmalarına gelince, bu onların kendi tefritlerinden ötürüdür. Müjde olması ise, sadece müslümanlar içindir![70] Allah'ın Emrettikleri 90 Kuşkusuz ki Allah adaleti, İhsanı, akrabaya...»Bu Ayetin Tefsiri Adalet» ifrat ve tefrit noktalan arasındaki dengeyi gözetmek demektir. Adalet faziletin başıdır-. Onun altında, hamakat ve cer-bezelik arasında bulunan hikmetten meydana gelen aklî ve me-lekî kuvvelerin fazileti vardır. Onun altında da taş gibi katı kesilmek ve son derece fahiş hareket etmek mertebeleri arasında bulunan iffet mertebesinden meydana gelen behimî ve şehevî kuvvelerin fazileti vardır. Onun altında tahavvur ve korku arasında bulunan şecaatten meydana gelen yırtıcı ve öfkeli kuvvetin fazileti vardır. İtikadi hikmette de dehrilerin ateistlerin dediği gibi yaratıcıyı yok sayma, müşriklerin ve mecusilerin dediği gibi yaratıcıya ortak koşma mertebesiyle tatil mertebesi arasında bulunan tevhidin hikmeti vardır. Beyhaki, el-Esma ve's-Sıfat adlı eserinde adaletle ilgili bahiste, îbn Abbas'tan böyle beyan etmektedir. îbn Cerir, İbn Münzir ve bazı muhaddisler, cebr-i mahz ile kader arasında bulunanların hepsinin hak ve adaletin kapsamına girdiğini söylemişlerdir. Amelî hikmetlerden tembellik ve şaki ile said ezelde belli oldukları için ibadetin ve amelin hiçbir yararı yoktur diye ameli terketmek arasında bulunan vaciplerin edası, hikmeti kapsamaktadır. Ahlâkî hükümlerde de adalet cimrilik ile tebzir arasında bulunan cömertlik hikmetini kapsamaktadır. Süfyan b. Uyeyne; adalet amellerde gizlinin ve açığın eşit olmasıdır» der. İbn Ebi Hatim, Muhammed b. Ka*b el-Kurzî'den şöyle rivayet etmektedir Ömer b. Abdulaziz beni huzuruna çağırtarak, benden adaleti tarif etmemi istedi. Ben de, Aferin, çok önemli bir meseleyi sordun» diyerek adaleti şöyle tarif ettim Halkın küçüklerine baba, büyüklerine evlât, kendi yaşıtlarına ve kadınlara kardeş ol! Halkın suçu ve takati nisbetince onlara ceza ver. Sakın şahsi öfken için kimseye tek bir kırbaç bile vurma, aksi takdirde haddi aşanlardan olursun». Bu zatın adaleti bu şekilde yorumlaması, belki de halifenin makamına en uygun olanın bu olmasından dolayıdır. Aksi takdirde önceki yorum daha iyidir. İhsan», amellerin ve ibadetin ihsanıdır. Yani amel ve ibadetleri uygun tarzda yapmaktır. Bu ihsan keyfiyet hasebiyle olabilir. Nitekim Buhari'de kayıtlı olan şu hadis buna işaret eder İhsan, Allah'ı görüyormuşçasına O'na ibadet etmendir. Sen onu görmüyorsun da, O seni görüyor». İhsan, nafileler de olabilir. Nitekim vaciplerdeki eksiklikleri cebreden nafilelerle tetavvu yapmak gibi kemiyet hasebiyledir. Burada ihsan ile, İla» harf-i çeri ile müteaddi olan ihsanın kastedilmesi de mümkündür. Yani kastedilen insanlara ihsanda bulunmak olabilir. Nitekim İbn Neccar, el-Aklî kanalıyla babasından şöyle rivayet etmektedir Hz. Ali aralarında konuşan bir topluluğun yanından geçerken onlara neyi müzakere ettiklerini sorar. Onlar da, Mürüvvetti müzakere ettiklerini söylerler. Bunun üzerine Hz. Ali, Bu hususta Allah'ın Kitabı'ndaki hüküm size kâfi gelmiyor mu? Allah adaleti ve ihsanı emretmektedir. Adalet insaf, ihsan ise insanlara yardım etmektir. Bundan sonra müzakere edeceğiniz bir şey mi var?» der.» Bu anlamdaki ihsana göre, ihsanın en yücesi, kötülük yapana ihsanda bulunmaktır. Nitekim Hz. Peygamber de bunu emretmiştir. îbn Ebi Hatim'in Şa*bi'den rivayet ettiğine göre, Hz. fsa şöyle buyurmuştur îhsan sana kötülük yapana ihsanda bulunman-dır. Sana ihsan edene ihsanda bulunman değil». îbn Abbas, Adaîet'i tevhid ile, İhsan'ı farzları eda etmekle yorumlamıştır. Allah Teâlâ, akrabalara sıla-i rahim yapmayı, iyilikten olan haklarını vermeyi emretmiştir. Bu ya Adalet'in ya da thsan'm kapsamına girer. Fakat bunun ikinci kez zikredilmesi, ona vermiş olduğu önemden ötürüdür. Zahire göre, akrabaların anne veya baba cihetinden gelmesi farketmez. Hepsini içine alır. Akrabalardan burada rahim sahipleri kastedilmektedir. Çünkü Hz. Peygamber onlara iyilikte bulunmayı teşvik etmiştir. Şii müfessir Tabersi'nin Ebu Cafer'den rivayet ettiğine göre, akrabalar ile Hz. Peygamberin akrabaları kastedilmektedir. Allah Teâlâ o akrabalar hakkında şöyle buyurmuştur îyi bilin ki ganimetin beşte biri Allah'ın, Rasûlünün, yalanlarının, yetimlerin, yoksulların ve yolda kalmışlarındır...» Enfal 41 Fahşa» kelimesi, tıpkı zina gibi şehevi arzuların ardından aşın derecede koşmak demektir. İbn Abbas, Fahşa kelimesini böyle yorumlamıştır. Bu yorum tahsis değil temsildir. Münker» kelimesini ise, İbn Abbas şirk ile yorumlamış, Mü-cahid de bu yoruma katılmıştır. îbn Said, münkerin karşılık olarak, Allah'ın cehennemi gösterdiği suç» olduğunu söylemiştir. İbn Uyeyne, münkerin iq alemin dış aleme muhalefeti olduğunu söylemiştir. Yani münker, ona göre içi başka, dışı başka olmaktır. Bazı müfessirlere göre münker haddi gerektirmeyen ve fakat Ahiret azabım gerektiren suçlardır, Zemahşeri ise münkerin akıllı varlıkların reddettiği şeyler olduğunu söylemiştir. Böylelikle iyilik ile kötülüğün akılla bilinebileceğini söyleyen Mutezile mezhebine uygun bir görüş öne sürmüştür. Bağy» kelimesi, insanlara zor kullanmak, insanın kendisini insanlardan üstün görmesi, halka hükmetmeye çalışması demektir. Bu şeytanî ve vehmî kuvvenin eserlerindendir. O kuvve şehevî ve gadabî kuvvelerden meydana gelir. Bağy» kelimesinin asıl anlamı, aramak, istemektir. Bu kelime daha sonra, zulüm ve düşmanlıkta yapılan iş ve isteklere tahsis edilmiştir. [71] Kainatın Nizamını. Sağlayan Üç Prensib Sonuç olarak Allah Teâlâ bu ayette, kâinatın nizamını sağlayan ve temelini teşkil eden üç prensibe uyulmasını emrediyor ve buna karşılık sosyal düzeni bozan üç çirkin davranıştan da kaçınmalarını insanlara söylüyor. Emrettiği prensipler adalet, ihsan ve akrabaya yardım; nehyettiği davranışlar, fahşa, münker ve zulümdür. Adalet, kısaca her şeyi tam tamına yerine getirmek; ihsan iyilik etmek; akrabaya yardım ise uzak yakın her akrabaya yardımda bulunmak; Fahşa iftira, yalan ve zina gibi söylenmesi, yapılması çirkin kabul edilen davranışlar; Münker, Allah'ın nizamına ve akl-i selime göre yanlış olan söz ve davranışlar; Bağy, insanlara üstünlük taslamak, onlara zulmedip saldırganca davranmak demektir. îşte Allah Teâlâ bu üç iyiliği emretmekte, üç kötülüğü de nehyetmektedir. Bu ayet, hayr ve şerri en güzel şekilde biraraya getirmiştir. Buharî; Edeb'ul-Müfred, Beyhakî; Şuab'ul-îman, Hakim, Müs-tedrek Beyhaki Hasan Basri'den bu sözün bir benzerini rivayet etmiştir. Maverdi ve EbuNuaym, Abdulmelik b. Umeyr'den şöyle rivayet etmişlerdir Eksem b. Seyfi'ye Hz. Muhammed'in Peygamber olarak çıktığı haberi gelince, kavminden iki kişi seçerek onları Hz. Muham-med'e gönderdi. Onlar, kendilerinin Eksem'in elçileri olduklarım ve Eksem'in ondan ne getirdiğini öğrenmek istediğini söylediler. Hz. Peygamber, Ben Abdullah'ın oğlu Muhammed'im. Allah'ın kulu ve rasulüyüm» dedikten sonra mezkûr ayeti Nahl 90 okudu. Onlar Hz. Peygamber'den ayeti ikinci kez okumasını istediler. Hz. Peygamber de ikinci kez, hatta onlar ezberleyinceye kadar ayeti tekrar tekrar okudu. Onlar Eksem'in yanına dönüp, kendisine hadiseyi anlatarak, ayeti okudular, Eksem ise şöyle dedi Görüyorum ki o güzel ahlâkı emrediyor, çirkin ahlâktan da insanları nehyediyor. Sizler hemen bu hususta baş olun, kuyruklar olmayın. Yani herkesten önce gidip iman edin». Yine bu ayet, İbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre, imanın Osman b. Ma'zun'un kalbine yerleşmesine ve Hz. Peygamber'i sevmesine sebep olmuştur. Buhari, Edeb'ul-Müfred, İmam Ahmed, Taberi Ömer b. Abdulaziz halife seçildiği zaman, Emevilerin daha önce hutbelerin sonlarında Hz. Ali'ye sövmeleri adetini kaldırarak bu ayeti okutmuş ve Hz. Ali'ye kim buğzeder, söverse ona lanet oU suna demiştir. Bu Ömer b. Abdulaziz hakkındaki en güzel menki-belerden biridir. Birçok alimin söylediğine göre, Kur'an'da bu ayetten başka bir ayet olmasaydı, yine de bu ayet Kur'an'ın her şeyi açıklayıcı oluşunda yeterli gelirdi. Bu ayetin, Sana Kitdb'ı her şey için bir açıklama olarak indirdik» ayetinin hemen ardından gelmesi bu hususa işaret etmektedir. Çünkü kişi bu ayete baktığında, kısalı-. gına rağmen içerdiği derin mânalar bakımından gözleri açılır ve dikkati bu olayın ötesinde bulunan olaylara doğru harekete geçer. İmam Ahmed, Osman b. el-As'tan şöyle rivayet etmektedir Hz. Peygamber ile birlikteydim. O oturuyordu. Gözlerinin havaya dikildiğini gördüm. Şöyle buyurdu Bana Cebrail geldi ve bu ayeti, şu yere koymamı emretti».» Bu ayette emir sigasının vacib üe mendubu içerdiğine dair de delil vardır. [72] Îslâmın Ahde Verdiği Önem 91 Ahidleştiğiniz saman ahdinizi yerine getirin...»Bu Ayetin Tefsiri Bu ayetteki birçok meselelerden birincisi, O'nun ahdinde bulunan birçok ihtimallerin zikredümiş olmasıdır. Zemahşeri, Keşşaf» adlı tefsirinde, Allah'ın ahdinin, İslâm üzere Hz. Peygamber'e biat etmek demek olduğunu söylemiştir. Nitekim bir başka ayette; Kuşkusuz sana biat edenler ancak Al lah'a biat etmişlerdir. Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir» buyurulmuştur. Yani Allah adına biatta vermiş olduğunuz yeminleri bozmayın denilmektedir. İkincisi, Allah'ın ahdinden sonraki her ahiddir ki insanoğlu kendi ihtiyarıyla onu kendisine gerekli kılar. İbn Abbas, va'detmenin ahid içine dahil olduğunu söylemiştir. Meymun b. Mihran; Kiminle ahidleşirsen, ister kâfir, isterse müslüman olsun ahdini yerine getir .Çünkü ahd ancak Allah1' tndtr» demiştir. Üçüncüsü Esamm'a göre, ayette kastedilen cihad ile Allah'ın mallarda farz kıldığı zekât gibi haklardır. Dördüncüsü Allah'ın ahdi, Allah adına yemin etmektir. Beşincisi Kadı Beyzavi'ye göre ahd, gereğinin yerine getirilmesi vacip olan her iştir. [73] Hazin'e göre, bu ayet îslâm üzere Hz. Peygamber'e biat edenler hakkında nazil olmuştur. Allah Teâla o biati yerine getirmelerini insanlardan istemektedir. Bazı müfessirlere göre, bu ahd insanoğlunun kendi ihtiyarıyla kendisine vacip kıldığı şeylerdir. El-Kuteybî, bu ayetin ahdin kefaretinin, yeminin kefareti olduğunu gösterdiğini söylüyor. Ahde vefa göstermek eğer onda salah varsa vaciptir, yoksa vacip değüdir. Çünkü Hz. Peygamber, Yemin eden bir kimse onu yapmamanın daha hayırlı olduğunu görürse daha hayırlısını yapsın ve yemininin kefaretini versin» buyurmuştur.[74] Allah'ı üzerinize şahit tuttuğunuz halde yeminlerinizi pekiştirdikten sonra bozmayın. Kuşkusuz ki Allah yapmakta olduğunuz şeyleri bilir»; yani Allah ahdinizi yerine getirip getirmediğinizi bilir. Kefil» kelimesi, şahit anlamında kullanılmıştır. 92 {İpliğini kuvvetlice büktükten sonra...» Bu Ayetin Tefsiri Mezkûr ayeti kerime, ahdini bozan bir kimse hakkında verilmiş bir misaldir. Yani, ahdiniz hususunda, ipliğini kuvvetlice bük-tÜKten sonra çözen bir kadın gibi davranmayın. Kelbi ile Mukatil, temsil olarak zikredilen bu kadının Rihte adlı Kureyşli bir kadın olduğunu söylemektedir. Rihte, Amr b. Sa'd b. Ka*b b. Zeydi Menat b. Temim'in kızıydı. Aptal bir kadındı ve çok vesveseliydi. Bir zira' kadar bir iği vardı. Buna, bir filkeyi takmıştı. Yünden, tüylerden, kıllardan durmadan ip büküp eğirirdi. Cariyelerine de aynı şeyi yapmalarını söyler, onlar da sabahtan Öğleye kadar yün eğirirlerdi. Öğle olduğu zaman cariyelerine büktükleri bu ipleri yeniden çözmelerini söylerdi. Bu böylece sürüp giderdi. İşte ayetin anlamı bu kadının da boş durmayıp iş yaptığını ama sürekli yaptığı işi bozmaktan geri kalmadığını vurgulamaktadır. Oysa ahd veren bir kimse onu bozmamalıdır. Ancak onlar ahd veriyorlar sonra da ahdlerini bozuyorlardı. Enkaz» kelimesi Nakz»m çoğuludur ve eğirip sağlamlaştır-dıktan sonra ipi çözmek demektir. Dehalen» kelimesi ise, hainlik ve aldatma anlamına gelir. Dahî» fesat yolu üzerinde bir şeyin içine giren hainlik demektir. Bazı müfessirlere göre bu kelime, kişinin görünürde ahdini tutuyor gibi davranarak, iç aleminde onu nakzetmesidir. Bir toplumun diğer bir toplumdan sayuta üstün olmasına bakarak, yeminlerinizi aranızda fesat aracı kılmayın» ifadesi hakkında Mücahid şöyle demektedir Cahiliyye döneminde bazı kimseler bazı kimselerle ahidleşir, sonra da mal ve sayıca çok gördükleri kimseler olursa, ilk ahidlerini bozarlar, onlarla ahidleşirler-di. Yani, ahdinizi bozmakla izzet bulmuş olmazsınız. Çünkü onlar bir topluluğun sayıca ve malca üstün olduğunu görünce ahidlerini bozarlar ve sanırlardı ki böylece şeref elde etmiş olacaklar! Allah Teâlâ da onları ahdlerini bozmaktan nehyederek, sözlerini yerine getirmelerini emretti. Aîlah ahdi yerine getirmek hususunda insanları denemekte ve kullarını herkesten daha iyi bilmektedir. Hakkında ihtilafa düşmüş olduğunuz şeyleri, Aîlah Kıyamet Günü'nde mutlaka sizlere açıklayacaktır»; yani dünyada iken ihtilâf ettiğiniz meseleleri Allah size açıklayacak, haklı ve itaatkâra sevab ve haksız olana da ceza verecektir. 93 Eğer Allah dileseydi, hepinizi...» Sizler yaptıklarınızdan ötürü, mutlaka sorumlu tutulacaksınız»; yani Kıyamet Günü'nde dünyada yaptıklarınızın hesabı size sorulacaktır. Allah iyilik yapanı insanıyla mükâfatlandıracak, kötülük yapam da ya şiddetle cezalandıracak veya Ayetin Tefsiri Ümmet» kelimesi bu ayette Din» anlamında kullanılmıştır. Yani Allah dileseydi hepinizi İslâm dini üzere kılardı. Fakat o dilediğini saptırır. O'nun yaptığı zulüm değil, adalettir. O tevfik ver-mek suretiyle dilediğine hidayet eder. Bu O'nun fazlıdır. Bu ilahî hikmetin gereğidir. O yaptığından sorulmaz ama kullar yaptıklarından sorulur. Bu ayet açıkça tüm insanların müslüman olmaları hususunda ilahî meşiyyetin gelmediğini göstermektedir. Allah Teâlâ, insanlarda ayrılık ve ihtilafı, iman ve küfrü, tasdik ve tekzibi dilemiştir. Emir de O'nun dilediği gibi olmuştur. Mutezile mezhebi, dalâlet ve küfrün Allah'ın dilemesi sonucunda olduğunu şiddetle reddeder. Onlara göre, Allah herkesten iman etmelerini istemiş ama isteğinin hilafı olmuştur. Nitekim Zemahşerî bu ayet hakkında şunları söylemektedir Eğer Allah zoraki hepimizin müslüman bir ümmet olmamızı dileseydi, böyle yapardı. Çünkü Allah buna kadirdir. Fakat O'nun hikmeti, dünyaya geldiğinde küfrü imana tercih edeceğini bildiği kimseyi dalâlete, imanı seçen bir kimseyi de lütfederek hidayete götürmeyi gerektirir. Kısacası Allah Teâlâ, işleri insanın kendi tercihine binaen kılmıştır. İnsanın müstehak olacağı lütuf veya mahrumiyet, sevap ve ikab üzerine bina kılınmıştır. Şayet kullar hidayet ve dalâlete mecbur olurlarsa o takdirde Allah Teâlâ onların sorumlu olacakları bir ameli kendilerine yüldemezdi. Çünkü Allah Kitabı'nda; Andolsun ki sizler yaptıklarınızdan ötürü sorumlu tutulacaksınız» buyurmuştur.» Alusî ise, tefsirinde şöyle demektedir Hak mezhebin müteahhir alimlerinden Molla Güranî'nin beyanına göre, kulun —Allah'ın izniyle^- tesir edici gücü vardır. Nitekim, Hiçbir güce sahip değildir» hükmü kul için geçerli değildir. Oysa Cebriye mezhebi alimleri bu görüştedir. Eş'arilere göre de, kulun birlikte olup da etki gücü olmayan bir kudreti yoktur. Mutezilece göre, kulun, Allah'ın izni olmaksızın bile etki gücü olan bir kudreti vardır. Allah'ın ilm-i ezelisinde sabit bulunan istidadının talebinden sonra onun bir tercihi vardır, Allah onu ona vermiştir. Bu mezhebe göre, kulun tercih etme hakkı vardır ama buna da mecburdur. Yani ona ihtiyarın olması gerekir. Çünkü onun ezeli istidadı bunu, cevvadı mutlak olan Allah Teâlâ'dan talep etmiştir. Sevap ve azap, hayır ve şer için olan istidad üzere terettüp eder. O istidad ise nefs'ul-emirde sabittir. Hayır ve şerr buna delâlet eder. Tıpkı eserin müessire, gayenin gaye sahibine delâlet ettiği gibi. Allah onlara zulmetmemiştir ve fakat onlar kendi kendilerU ne zulmetmişlerdir». Hayrı bulan kimse Allah'a hamdetsin. Hayırdan başkasını bulan kimse ise, sadece kendisini kınasın».[75] Meal 94- Yeminlerinizi aranızda hile vasıtası edinmeyin! Sonra bir ayak, sağlamca sebat etmişken kayar. Bu kayma sonunda insanları Allah yolundan alıkoymanız sebebiyle dünyada kötü azabı tadarsınız. Sizin için Ahiret'te de büyük bir azap vardır. 95- Allah'ın ahdini az bir karşılığa satmayın. Eğer anlayan kimselerseniz, kuşkusuz ki Allah katında olan sizin için daha hayırlıdır! 96- Sizin yanınızda bulunan servet tükenir, Allah'ın katındaki ise bakidir tükenmez. Elbette biz sabredenlere, mükâfatlarını yaptıklarının en güzeliyle veririz. 97 - Erkek ve kadından kim mümin olarak salih amel işlerse, elbette onu güzel bir hayat ile yaşatırız ve onların mükâfatlarını yaptıklarının en güzeliyle veririz. 98- Kur'an'i okuduğun okumak istediğin zaman kovulmuş Şeytandan Allah'a sığın! 99- Muhakkak ki onun, iman edip, sadece Rablerine tevekkül edenler üzerinde bir hakimiyeti yoktur. 100- Onun hakimiyeti, ancak onu dost edinenlerin ve onu Allah'a ortak koşanların üzerindedir. 101- Allah ne indireceğini pek İyi bildiği halde, biz bir ayeti başka bir ayetin yerine getirdiğimiz zaman Sen ancak bir İftiracısın» derler. Hayır! Onların çoğu bilmiyorlar. 102- De ki Onu Ruh'ul-Kudüs Cebrail iman edenlere sebat vermek, müslümanlan doğru yola hidayet etmek ve onlara müjde vermek için, Rabbinin katından hak olarak indirdi».[76] Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 94 Yeminlerinizi aranızda hile vasıtası...» Bu Ayetin Tefsiri Mezkûr ayetin ilk cümlesi, 92. ayette geçen ibarenin tekrarıdır ve tekid içindir. Sağlam sebat etmişken...» cümlesi yasaklanan durumun çirkinliğini daha mübalâğalı bir şekilde, ortaya koymak için getirilmiştir. Adeta şöyle denilmek isteniyor Yeminlerinizi aranızda mefsedet vasıtası kılmayın. Aksi takdirde bu müslümanların haklarını çiğnemeye varır». Ebu Hayyan, tefsirinde şöyle demektedir Bu cümle istiare cümlesidir. Çünkü insanın ayağı kaydığında, tepetaklak düşer, hayr halinden şer haline girer. Kadem» Ayak kelimesinin tekil ve nekra getirilmesi, —Ze-mahşeri'nin de dediği gibi— hangisi olursa olsun bir tek ayağın kaymasının büyük mahzur doğuracağına işaret eder. Bu bir ayak için olursa, ayaklar sözkonusu olduğunda durumun ne olacağı düşünülsün!» Allah yolundan alıkoymanız sebebiyle, kötü azabı tadarsınız»; yani onlar Allah yolundan ya kendilerini ya da diğer insanları alıkoymuşlardır. Kötü asap»; yani öldürmek, esir düşmek, yağmaya maruz kalmak, göçe zorlanmak vb. dünyevî azaplardır. Allah'ın yolu ahid ve yeminleri tanzim eden bir sistemdir; Hz. Peygamber'e yapılan biati bozan ve bu biatmdan geriye dönen kimse, bu hususta başkalarına yol açmış olur. Şekavet ve haktan kaçan kimseler bundan sonra da onu takip eder. İşte o zaman bu kimse, Allah yolundan insanları alıkoymuş olur. Sizin için büyük bir azap vardır»; yani sizin için Ahiret'te Allah'tan başkasının bilmediği büyük bir azap vardır. 95 Allah'ın ahdini az bir karşılığa...» Bu Ayetin Tefsiri Allah'ın ahdin ile kastedilen, birçok müfessire göre Hz. Peygamber'e iman üzere yapılan biattir. Satmayın» ifadesi değiştirmeyin» anlamında kullanılmıştır. Çünkü ayette, Az bir karşılığa» ifadesi geçmektedir ki bu da kendisiyle bir şey alındığını, bir değişmenin vuku bulduğunu gösterir. Yani Allah'a vermiş olduğunuz ahdi, az bir dünyevî karşılığa mukabil değiştirmeyin. Bu az karşılığa mukabil Allah'ın ahdini vermeyin. Zemahşeri, Keşşaf» adlı tefsirinde şöyle demektedir Mekke'de müslüman olanlardan bir gruba şeytan, durumlarını güzel gösterdi. Onlar da Kureyş'in galip olduğunu, müslümanlann ise onların karşısında zayıf kaldığını, eziyet gördüklerini mü-şahade edince, böyle bir ticaret yaptılar. Ahidlerinden dönüp, Hz. Peygamber ile yapmış oldukları biati bozdular. îşte Allah Teâlâ da, bu ayetle onlardan, Hz. Peygamber'e ettikleri biati, Ku-reyş tarafından kendilerine verilen dünyalıkla değiştirmemelerini istedi». îbn Atiyye'ye göre bu ayet, rüşveti terki vacip olan bir davranış olarak vasıflandırdığı gibi, terki vacip olanı yapmak karşılığında mal alınmasını da yasaklamaktadır. Bu bakımdan Allah'ın ahdi» ile kastedilen, sözü edilenleri ve burada zikredilmeyenleri içeren ayettir. înnema» hasr edatı olarak kullanılmamıştır. İnne» fiile benzer kelimelerdendir. Ma» ise, ellezi» anlamındadır. Gramer kurallarına göre, İnne» ile Atonın ayrı ayrı yazılmaları gerekirdi. Ancak şöyle bir kaide vardır Kendilerine kıyas yapılmayan iki hat vardır. Biri aruz diğeri de Kur'an hattıdır». Ayetin anlamı şöyledir Allah'ın sîzin için dünyada ve Ahi-ret'te gizlediği nimetler, dünyalık olarak size verilenlerden çok daha hayırlıdır. Eğer gerçekten bilen, bâtıl ile hakkı ayırdedebi* lecek ilim ehlindenseniz, hâl budur». 96 Sizin yanınızda bulunan servet,,.» Bu Ayetin Tefsiri Mezkûr ayet Allah'ın katında bulunanın daha hayırlı olduğunun sebebidir. Yani, dünya nimetlerinden lezzet aldığınız şeyler de, dünya da, dünyada bulunan her şey de bitecek ve yok olacaktır. Sayıları ne kadar çok, süreleri ne kadar uzun olursa olsun, gerçek yerine konulmuştur. Bu ayet, cennet nimetlerinin daimi olmadığını iddia eden Cehm b. Safvan'ı ve mezhebini reddetmektedir. Yaptıklarının en güzeli», sabırdır .Çünkü sabır kalbi hususlardandır. Bütün sorumluluklarında insanoğlu sabra muhtaçtır. Binaenaleyh bütün tekliflerin başı ve temeli sabırdır. Ahsene» kelimesinin Ma Kâneaye izafe edilmesi, Ebussuud Efendi'ye göre sabrın güzelliğinin kemâlini belirtmek içindir. Nitekim başka bir ayette Ahiret sevabının güzelliğinden bahsedilmiştir. Bu ise Sabredenlerin mükâfatı ancak amellerin en güzelini işlediklerinden ötürüdür» şeklinde bir kastı ifade etmez. Çünkübudur. Allah'ın katında bulunan dünyevî ve uhrevî olan rahmetinin hazinelerine gelince, onlar bakidir ve tükenmezler. Ahiret nimetlerinin bakî oluşu tükenmemezliği çok açıktır. Fakat bu özelliğin dünya nimetlerinde de oluşu, Ahiret nimetlerine bağlı bulunmasındandır. Yani bu nimetler devamlıdır ,vakti geldiğinde Kıyamet kopar ve Ahiret nimetleriyle birleşirler. Uhrevî nimetler bu nimetleri takip ettiklerinden, bunlar da o açıdan baki sayılırlar. îbn Ebi Hatim'in, îbn Cübeyr'den rivayet ettiğine göre, her iki ayette de Allah'ın katında bulunan» ile uhrevî sevap kastedilmektedir. Bazı imamlar bu yorumu tercih etmişlerdir. âlâ'nın OTÜara hidayet etmemiş olmasıdır» demişlerdir. Çünkü Allah onların kalbine mühür vurmuştur. Yahut onlar ayetlerin Allah katından geldiğine inanmadıkları için, Allah onlara hidayet etmemektedir. El-Askeri'ye göre, onlar bu ayetlere inanmadıkları için hidayet bulamamışlardır. Bu yoruma göre, Allah onlara hidayet eU mez» ifadesi Onlar hidayeti bulamadılar» anlamına gelir. Bazı müfessirlere göre, o kimseler tercihlerini Allah'ın ayetlerine iman etme yönünde kullanmadıkları için, Allah onların kalplerinde hidayeti halketmez. îbn Atiyye'ye göre, Allah'ın hidayet etmediği kimseler, O'nun ayetlerine iman etmeyenlerdir. Yani Allah Teâlâ, durup dururken onlara hidayet etmez demek değildir bu. Onlar ayetlere inanmadık-İ lan için kendilerine hidayet verilmez. Kısaca bu ayet, kafirler için İlahî bir tehdittir. Bu tehdit onların Allah'ın ayetlerini inkâr etmeleri, Hz. Peygamber'e iftiracı» demeleri, ona bir beşerin öğrettiğini iddia etmeleri dolayısıyla- 105 Ancak Allah'ın ayetlerine inanmayanlar...» Bu Ayetin Tefsiri Mezkûr ayet, asıl iftira edenin Hz. Muhammed olmayıp, ona İftira edenlerin olduğunu ortaya koymaktadır. Allah Teâlâ, Hz. Peygamber'in iftiradan hali olduğunu açıkça zikrettikten sonra, onların Hz. Peygamber'e nispet ettikleri sadece iftiradır ve onlar yalancıların ta kendileridir, diye buyurmaktadır. Buradaki ism-î işaret Ulaike, Hz. Peygamberce Sen müfterisin diyen Kureyş müşriklerine racidir. Veya iman etmeyenlere racidir. Yani asıl yalancılar, Hz. Peygamber'e bu yalanı nispet edenlerdir! [86] Îrtîdadın Hükmü 106 Kalbi iman ile mutmain olduktan sonra...» Bu Ayetin Tefsiri Yani, kim imandan sonra küfre dönerse, Allah'ın gazabı onun üzerinedir. Ayetin bu cümlesi, daha önce geçen Yeminlerinizi tekid ettikten sonra sakın tozmayın» ayetine bağlıdır. Kelbi, bu ayetin Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh ile Mukyes b. Su-babe, Abdullah Hatel ve Ukays b. Velid b. Muğire hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Çünkü bu kimseler iman ettikten sonra tekrar küfre dönmüşlerdi. Küfre zorlanan kimse dışında, cümlesi Zeccac'a göre, Yalan Uyduran» cümlesinin bedelidir. Yani yalanı ancak Allah'a iman-dan sonra küfre dönen kimse uydurur. Ahfeş'e göre, ayetin başındaki men» kelimesi mübtedadır. Haberi ise mahzuftur. Yani kim küfre kayarsa onun üzerinde Allah'ın gazabı vardır. Bazı müfessirler bu ayetin Ammar b. Yasir hakkında nazil olduğunu söylemektedir. Çünkü Ammar b. Yasir kendisine işkence eden müşriklere onların sözlerine yakın bir şeyler söylemiştir. İbn Abbas bu olayı şöyle anlatmaktadır Müşrikler Ammar'ı, babasını» annesi Sümeyye'yi, Süheyb-i Rumî'yi, Bilâl Habeşi'yi, Habbab b. Esed'i ve Salim'i yakalayıp onlara işkence yaptılar. Sümeyye'nin ayaklarım ters istikamete giden iki deveye bağladılar. Ona Sen erkekler için müslüman oldun» diyerek tenasül uzvuna mızrak sapladılar. Sümeyye böylece şehid oldu. Kocası Yasir de şehid edildi. Sümeyye ile Yasir İslâm'daki ilk şehidlerdir. Ammar'a gelince, o kalbi ikrah ettiği halde, diliyle onların sözlerini ikrar etti. Daha sonra, gelip meseleyi Hz. Peygamber'e açtı. Hz. Peygamber ona, o sözleri söylerken kalbinin nasıl olduğunu sordu. O da kalbinin iman ile mutmain olduğunu söyledi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu Eğer onlar sana ikinci kez işkence etmek isterlerse, sen yine ikinci kez o sözleri söyle».[87] İslâm'da İlk Şehit Mansur b. Mutemir'in Mücahid'den rivayet ettiğine göre, İslâm'da ilk şehit kadın, Ebu Cehü'in öldürdüğü Ammar'm annesi Sümeyye'dir. İlk şehit erkek ise, Hz. Ömer'in Mi'ca adlı kölesi-dir. Mansur b. Mutemir'in rivayet ettiğine göre, îslâmiyetini ilk izhar eden kimseler şu yedi kişidir. 1. Hz. Peygamber 2. Hz. Ebubekir 3. Bilâl Habeşî 4. Habbab b. Esed 5. Suheyb er-Rumî 6. Ammar b. Yasir 7. Ammar'ın annesi Sümeyye Hz. Peygamber'e amcası Ebu Talip arka çıkmıştı. Hz. Ebube-kir'i ise müşriklerin eziyetinden koruyan kabilesiydi. Diğer müs-lümanlar ise yakalandılar. Onlara demirden yapılmış zırhlar giydirildi ve güneşe bırakıldılar. Onların acısı zirveye çıkana değin bu halde kaldılar. Ebu Cehil, elinde bir mızrakla onların yanına yaklaştı. Onlara küfrediyor, onları imandan caydırıcı sözler söylüyordu. Sümeyye'nin yanına gitti, ona sövdü ve kötü sözler sar-fetti. Daha sonra tenasül uzvuna süngüyü sapladı, taki süngü ağzından çıkıncaya kadar. Böylece onu Öldürdü. Allah'ın rızası ilk şehit Sümeyye'nin üzerine olsun! Bazı müşrikler de, Bilâl Habeşi'yi sorguya çektiler. Fakat Bi-lâl'e nefsi Allah için çok ucuz geldi. Müşrikler Bilâl'e işkence yaparak ondan dinini terketmesini istediler. Ne var ki o sürekli Ehad, Ehad Allah bîrdir, Allah birdir» diyordu. En sonunda işkenceciler, usandılar. Onun ellerini arkasına bağlayıp, boynuna bir ip geçirdiler ve onu, Mekke'nin Ebu Kubeys ile Ahmer Dağı arasında kendisiyle oynamaları için çocuklarına teslim ettiler. Çocuklar da oynadıktan sonra, bıkıp onu bıraktılar. Ammar diyor ki; Bilâl müstesna hepimiz müşriklerin sözlerini söyledik. O ise nefsini Allah yolunda hiçe saydı. Kavmi de ona hiçbir kıymet vermezdi. Sonunda usandılar ve onu bıraktılar». Sahih bir rivayete göre Hz. Ebubekir Bilâl'i satm alarak azad etmiştir. îbn Ebi Nuceyh, Mücahid'den şöyle rivayet etmektedir Mekke halkından bir grup müslüman oldu. Hz. Muham-med'in arkadaşlarından bazıları, Medine'den onlara mektup yazarak, Yanımıza hicret edin. Aksi takdirde sizi kendimizden sayamayız» dediler. Mekke'deki müslümanlar Medine'ye hicret etmek üzere mekânlarından çıktılar. Fakat Kureyş onların çıktığını işitince, hemen arkalarından gidip, onlara yetiştiler. Yolda onlara birçok işkenceler yaptıkları için, onlar da istemedikleri halde küfrü gerektiren sözler söylediler. îşte bu ayet onlar hakkında nazil olmuştur». Hz. Aişe'den rivayet olunduğuna göre, Ammar iki husus arasında muhayyer bırakıldığında, mutlaka en doğrusunu seçerdi. Tirmizi bu hadisi nakletmiş ve Hasen-Garip olduğunu söylemiştir. Enes b. Malik'in rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur Cennet kesinlikle şu üç kişiye müştaktır 1. Ali b. Ebi Talib 2. Ammar b. Yasir 3. Selman b. Rebia Tirmizi bu hadisi naklettikten sonra, Garib olduğunu söylemiş ve bu hadisi Hasan b. Saliha hadisinden tanıyoruz» demiş, tir. Allah Teâlâ, şeriatın esası olduğu halde, zorluk anında kendisi hakkında küfür kelimesinin söylenmesine müsamaha ettiği ve bu söşden dolayı söyleyenin muaheze edilmeyeceğine dair hüküm verdiği jçin, ulema şeriatın tüm kollarını buna hamlettiler. Bunlardan herhangi biri üzerinde bir zorlama olduğu takdirde, bunu inkâr eden kimseler ne muaheze edilirler ne de onlara bir hüküm tatbik edilir. Nitekim Hz. Peygamber'den gelen şu hadis, buna amirdir Ümmetimden hata, unutkanlık ve icbar edildikleri durumda mesuliyet kaldırilmıştır». Kurtubi bu hadisin senedinin sahih olmamasına rağmen mânâsının ulemanın ittifakıyla sahih olduğunu söylemiştir. Nitekim Kadı Ebubekir b. el-Arabî de böyle demiştir. Ebu Muhammed Ab-dulhak ise, bu hadisin isnadının da sahih olduğunu söylemiştir. Ayrıca Ebubekir el-Usaylî eLFeraid» adlı eserinde ve İbn'ul-Mün-zir Kitab'ul-îknansmdaL böyle demişlerdir. Bir insan küfre zorlandığında, Öldürüleceğinden korkarsa ve bunun için küfreder ama kalbi imanla mutmain olursa, onun üzerine bir günah terettüp etmez. Hanımı kendisinden boşanmış kabul edilmediği gibi, küfür hükmüyle de cezalandırılmaz. Bu îmam Malik'in, Kûfelilerin ve îmam Şafü'nin görüşüdür. Muhammed b. Hasan şöyle demiştir Böyle bir kimse Allah'a şirk koştuğunu açıkça ifade ettiğinde, zahiren mürted olmuştur. Yok eğer bu, Allah ile kendi arasında kalmışsa, İslâm üzeredir. Karısı kendisinden boş olur. Ölürse cenaze namazı kılınmaz. Şayet babası müslüman olarak ölmüşse, babasının mirasını da alamaz.» Ancak Muhammed b. Hasan'in bu sözleri hem Kur'an hem de sünnet ile reddolunmaktadır. Meselâ, Nahl 106, Al-i îmran 28, Nisa 97 numaralı ayetler bu görüşün aksini ortaya koymaktadırlar. Çünkü Allah Teâlâ bu ayetlerde, kendi emrini terketmek hususunda zorlanan zayıf kimseleri mazur saymaktadır. Kendisine bir işin zorla yaptırıldığı kimse, zayıf demektir. Emredilenin yapılmasından muaf tutulmaktadır. Bunu Buharı söylemiştir. Alimlerden bir grup, Ruhsat'm sözde olabileceğini ama fulde olamayacağını söylemiştir. Meselâ Allah'tan başkasına secde etmek, Kible'den başka bir tarafa yönelerek namaz kılmak, bir müs-lümanı öldürmek, bir müslümamn malını haksızca yemek, zina etmek, içki içmek, faiz alıp vermek gibi hususlarda zorlanırsa, kişinin bunları yapmaması gerekir. Aksi takdirde üzerine mesuliyet terettüp eder. Bu görüş Hasan Basri'den rivayet olunduğu gibi, Evzai ile Suhnun gibi alimler de bu görüşe katılmışlardır. Muhammed b. Hasan şöyle demiştir Esir bir kimseye, fû lan puta secde etmesi, aksi takdirde öldürüleceği söylendiğinde, put eğer kıble yönündeyse onun, niyeti Allah'a secde etmek olacaktır. Başka bir yönde ise, onu öldürseler bile secde etmemeli' dir». Ancak doğru olanı böyle olsa. da secde etmesidir. Çünkü sahihte îbn Ömer'in rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber Mekke'den Medine'ye giderken kıbleye yönelmediği halde devesinin üzerinde namaz kılıyordu. îbn Ömer diyor ki, Nereye yönelirseniz yönelin Allah oradadır» ayeti bunun için nazil olmuştur. Nakledilen bir rivayete göre, Hz. Peygamber vitr namazım da devenin sırtında kılardı. Ancak farz namazları yerde kılardı. Madem ki sefer halinde, inişin zorluğundan dolayı, bu mubah kılınmıştır, o halde farz namazlarda aynı ibaha niçin geçerli değildir? Ruhsatın sözde olup, fiilde olamayacağını söyleyenler, îbn Mesud'un Benden saltanat sahibinden gelecek iki kamçıyı defe' den konuşma ne ise, onu söylerim» sözünü delil olarak getirmişlerdir. Ancak İbn Mesud'un bu sözü, konuşmaya ruhsat veriyorsa da füli sözkonusu etmemektedir. Bu yüzden bu söz delil teşkil etmez. Üstelik İbn Mesud'un bunu misal olarak vermiş olması da muhtemeldir. Fiiliyatın konuşma hükmünde olduğunu kastetmiş de olabilir. Bir gruba göre, zorluk hem fiilde hem de sözde vardır. Dolayısıyla iman kalpte tutulduğu takdirde hem fiilde hem de sözde ruhsat vardır. Bu görüş, Hz. Ömer'den ve Mekhul'den rivayet edilmiştir. Aynı zamanda bu görüş İmam Malik ile Iraklılardan da nakledilmiştir. İbn Kasım, îmam Malik'ten şöyle rivayet etmektedir İçki içmeye, namazı terketmeye, Ramazan'da yemeye-içmeye zorlanan kimseden günah kalkar». Alimler; Başkasını öldürmeye zorlanan bir kimsenin onu Öldürmesi caiz değildir» demişlerdir. Ona had vurulması ve başka şekillerde mürüvvetini kırmak da caiz değildir. Böyle bir teklifle karşılaşan kimse, belâya sabır göstermelidir. Başkasım kendisine feda etmesi onun için caiz değildir. Allah Teâlâ'dan dünyada da, ahirette de afiyet talep ederiz. Zina hususunda ihtilaf edilmiştir. Mutarrıf, Esbah, îbn Ab-dilhakem ve îbn Macişun'a göre, hiç kimse zorlandığı zaman zina edemez. Öldürülse dahi bunu yapmamalıdır. Aksi takdirde günahkâr olur ve kendisine had vurmak gerekir. Bu görüş aynı zamanda Ebu Sevr ile Hasan Basri'den de nakledilmiştir. Ancak îbn'ul-i Arabi, sahih olanın zorlanan kimsenin zina edebileceği ve ona had tatbik edilmeyeceği olduğunu söylemiştir. Alimler zorlanan kimsenin eşini boşamasının ve kölesini azad etmesinin geçerli olup-olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir, îmam Şafii ve talebelerine göre hiçbir şey lâzım gelmez. İbn Vehbln Hz. Ömer'den, Hz. Ali'den ve İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre, talâk vaki olmaz. Nitekim İbn Munzir, İbn Zübeyr, İbn Ömer, İbn Abbas, Ata, Tavus, Hasan Basri, Kadı Şureyh, Kasım, Salih, îmam Malih, Evzaî, İmam Ahmed, İshak ve Ebu Sevr'den de bu görüş mervidir. ŞaTaî, Nehaî, Ebu Kulabe, Zührî, Katade gibi alimlerden rivayet olunduğuna göre —ki bu Kûfelilerin de görüşüdür zorlama olsa bile talâk vaki olur. Nitekim Ebu Hanife zorlanan kimsenin verdiği talâkın geçerli olduğunu söylemiştir. Tehdid edilen ve tazyik altına alınan bir kimsenin yaptığı alış veriş ile ilgili iki husus vardır. 1 Kendisine vacip olan bir hak için malını satarsa, bu geçerlidir. Çünkü bu hakkı sahibine vermek mecburiyetindeydi. Bunu kendiliğinden yapmadığı ve fakat zorlanma neticesinde yaptığı için, isteyerek yapmış sayılır. 2 Zulmen ve kahren tazyik altında alışveriş yapan kimsenin, alışverişi kabul edilmez. Baskı ortadan kalktığında o kimse malını kimin yanında bulursa ondan malını karşılıksız olarak alır. Malı kendisinden aldığı kişi de gider, parasını o zalimden ister. Eğer ortada mal kalmamışsa, onun parası veya kıymeti zalimden ahnır. Malikilere göre, nikâha ve cinsi ilişkiye zorlanan bir kimse eğer nikâhtan sonra cinsi ilişkide bulunmuş olursa, bu nikâh geçerli olur. Kocanın boynuna nikâh akdinde belirtilen mehr vacip olur ve had de düşer. Nikâha ve cinsi ilişkiye zorlanan kadına had yoktur ve ona mehri verilmelidir. Fakat onunla zorla cinsi ilişkide bulunan kimseye had cezası verilir. Zinaya zorlanan kadınlara had cezası verilmez. Nitekim Allah bu surenin 106. ayetinde bu hususu ortaya koymaktadır. Ayrıca Hz. Peygamber; Allah ümmetimden hata, unutkanlık ve zorlama sonucu işlenen günahları affetmiştir» diye buyurmaktadır. Bir kimse aile efradını helâl olmayan bir hususa teslim etmek hususunda zorlanırsa, onu teslim eder ve bu yüzden kendisini Öldürmez, onu kurtarmak hususunda büyük tehlikelere göğüs germez. Buradaki esas, Ebu Hureyre'den rivayet edilen şu hadistir Hz. İbrahim hanımı Sara ile hicret eder. Yolda bir şehre uğrarlar. Şehrin hükümdarı Hz. İbrahim'e Sara'yı bana gönder» diye haber salar. Hz. İbrahim de hanımını gönderir. Hükümdar Hz. Sara'ya yaklaşmak üzere ayağa kalkar. Hz. Sara da ayağa kalkar, sonra abdest alır, namaz kılar ve şu duayı yapar Ey Allahım! Eğer ben sana ve Rasûlüne iman etmişsem, benim üzerime bu kâfiri musallat etme». Bunun üzerine kâfir hükümdar ayaklarını yere vuruncaya dek sıkıştırıldı ve baygınlık geçirdi. Bu-hari Bu hadiste görüldüğü gibi, Hz. Sara'nın kınanması nasıl sözkonusu değilse, onun gibi zorlanan herhangi bir kadın için de ki* nama sözkomısu değildir. [88] Zorlanan Kimsenin Yemini Zorlanan kimsenin yeminine gelince, İmam Malik'e, İmam Şafii'ye ve Ebu Sevr'le birlikte ekseri ulemaya göre, böyle bir yemin geçerli sayılmaz. Bozulduğu takdirde keffaret gerekmez. Ebu Hanife ve Kûfelilere göre, bir şeyi yapmamaya yemin eden kimse bunu yaparsa keffaret lâzım gelir. Çünkü zorlanan bir kimse bütün yemininde teverri edebilir. Yani kelimeleri kaçamak suretiyle kullanabilir. Teverri etmediğine ve niyeti de zorlanan noktadan başkası olmadığına göre, yemine kastetmiş olmak-tadır. Bozarsa keffaret düşer. Kişi yemine zorlanır, yemin etmezse malının alınacağı söylenirse İmam Malik'e göre, bu kişi takiyye yapamaz. Çünkü kişi, yeminiyle şerri ancak bedeninden uzaklaştırabilir, maundan değil. İbn'ul-Macişun'a göre, kişi şerri maundan uzaklaştırmak için yemin ederse, hanis olmaz, keffaret de lâzım gelmez. İbn'ul-Macişun'un bu görüşü sahihtir. Çünkü mal müdafaası, can müdafaası gibidir. Hasan Basri ve Katade de bu görüştedirler. Nitekim Hz. Peygamber Kanlarınız, mallarınız, namuslarınız birbirinize haramdır» diye buyurmuştur. Yine Hz. Peygamber Müslümanın kanı, malı ve namusu diğer bir müslümO' na haramdır» diye buyurmuştur. Ebu Hureyre'den rivayet olunduğuna göre, bir kişi Hz. Pey-gamber'e gelir ve birinin kendisinden malım almak istediğini söyler. Hz. Peygamber malını ona vermemesini bildirince, o da Benimle savaşırsa ne yapayım?» diye sorar. Hz. Peygamber, ona sar yaşmasını söyler. Beni öldürürse ne olur?» diye yine o kişi bir soru daha sorar. Hz. Peygamber ona, Şehit olursun» deyince, o da Ya ben öldürürsem ne olur?» diye sorar. Hz. Peygamber, O ateştedir» diye cevap verir. Müslim îbn Ömer'den rivayet olunduğuna göre, Kim malım müdafaa için öldürülürse o şehittir». îmam Ahmed Tirmizi, Aclunî, Keşf'ul-Hafa 2/296 Müdekkik alimler şöyle demişlerdir Zorlanan kimse küfür kelimesini telaffuz ettiği zaman, o tarizler yerine dilinin üzerinde cari olacaktır. Çünkü tarizlerde yalandan kurtulma imkânları ve çareleri vardır. Böyle yapmadığı zaman kâfir olur. Çünkü tarizlerin üzerinde herhangi bir zorlama sözkonusu değildir. Sözgelimi birine, Ekfir billahi!» Allah'ı inkâr et! denildiğinde, o Lahi» Fuzuli konuşan kelimesini Allah lâfzı yerine getirerek, Ben fuzuli konuşanı inkâr ediyorum» diyecektir. Yani Allah lâfzının sonuna bir ya» ekleyerek, bunu şedde, siz okuyacaktır. Yine sözgelimi birine Ekfir binnebi!» Peygamberi inkâr et! denildiğinde, o arzın yüksek tepeleri anlamına gelen Nebiyyi» kelimesini kullanacaktır. Ulema'ya göre, küfür hususunda zorlanan kimse, ölümü küfre tercih ederse, onun Allah katındaki ecri, ruhsatı seçen müslü-manınkinden daha büyüktür. Kişi eğer ölümle, el ya da ayağı kesilmekle, vurulmakla teh-did edildiğinde, bunun sonunda ölümle karşılaşacağını anlarsa, içki içebilir, domuz eti yiyebilir. Aksi takdirde, yani Ölümü tercih ettiğinde günahkâr olabilir, Çünkü böyle biri, mecbur kala muztar bir kimse gibidir. Mecbur kalan nasıl ölmeyecek kadar domuz etinden yiyebilir, içki içebilirse, o da öyle yapmalıdır. El-Bağdadi'nin Hasan Basrî'den rivayet ettiğine göre, Müsey-lemet'ul Kezzab'in yalancı peygamberin gözcüleri sahabeden iki kişiyi yakalayıp, onları Müseyleme'nin huzuruna getirirler. Müseyleme sahabilerden birine, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet ediyor musun?» diye sorar, o da Evet» der. Müseyleme bu sefer, Benim de Allah'ın Rasûlü olduğuma şehadet ediyor musun?» diye sorar. O yine Evet» diye cevap verir. Müseyleme de onu serbest bırakır. Müseyleme bu sefer diğerine döner ve ona, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet ediyor musun?» diye sorar .O Evet» deyince, Peki, benim de Allah'ın Rasûlü ol-duğuma şehadet ediyor musun?» der. Sahabi, Ben sağırım sizi işitemiyorum» deyince, Müseyleme onun boynunu vurdurur. Kurtulan sahabi Hz. Peygamber'e gidip, Ey Allah'ın Rasûlü! Ben helak oldum» der. Hz. Peygamber; Seni helak eden nedir?» diye sorunca, olan biteni Hz. Peygamber'e anlatır. Hz. Peygamber de, Arkadaşın azimete sen ise ruhsata tütündün. Şimdi sen neyin üzerindesin?» diye sorar. O da, Şehadet ederim ki sen AUah'm Rasûlûsün» deyince, Hz. Peygamber, Şu anda üzerinde bulundu* ğun noktadasın» yani imandasın der. Musa b. Muaviye'nin anlattığına göre, îmam Malik'in talebesi olan Ebu Said b. Eşres, Tunus sultanı tarafından yemin etmeye davet edilir. Sultan'ın öldürmek üzere arattığı bir kimse vardır. Bu yüzden Ebu Said'e onu saklamadığına ve yerini de bilmediğine dair yemin etmesini teklif eder. O da yemin eder. Ebu Said'in o zamandaki ilmî konumu da malûmdu. Oysa Ebu Said, yemin eder. ken o kişinin yerini bildiği gibi, onu saklayan da kendisidir. Sultan Ebu Said'e üç talâkla yemin etmesini teklif etmiştir. O da Bu kişinin yerini bilmiyorum» diye üç talâkla yemin eder. Evine geldiğinde hanımına, Benden ussak dur» der. Sonra da atına binerek Kayrevan'daki Behlûl b. Raşid'e gider. İmam Maük'in talebesi olan Behlûl, Malik'e göre, sen yemin etmiş sayılmazsın» der. Ebu Said, Bunu Malik'ten ben de dinledim. Fakat ben ruhsat arıyorum» deyince, Behlûl ona, Hasan Basri'ye göre, üzerinde herhangi bir yemin yoktur» der. Ebu Said b. Eşres hanımının yanına döner ve Hasan Basri'nin görüşüne göre hareket eder. îdris b. Yahya'nın anlattığına göre, Veüd b. Abdulmelik casuslarına emreder, onlar da halkın içinde casusluk yaparak kendisine haber getirirlerdi. Bu casuslardan biri büyük alim olan Reca b. Hayre'nin meclisine gidip oturdu ve orada halifenin aleyhindeki konuşmaları işitip, bunu Velid b. Abdülmelik'e anlattı. Velid, hu-snıruna çağırdığı Reca b. Hayre'ye, Meclisinde aleyhimde konuşuluyor, fakat sen onları susturmuyorsun» der. Reca, böyle bir şeyin olmadığını söyleyince, Velid ona böyle olmadığına dair keli-me-i tevhid adına yemin etmesini söyler. Reca yemin edince, Velid haberi getiren casusu çağırtır ve ona iftira cezası olarak yetmiş kamçı vurdurur. Bu casus olaydan sonra Reca ile karşılaştığında Ey Reca! Halk senin yüzün suyu hürmetine Allah'tan yağmur istiyor. Oysa senin yüzünden bana atılan yetmiş kamçının izleri hâlâ sırtımda duruyor» dedi. Reca ise ona, Yetmiş kamçının izlerinin senin Sırtında olması, senin yüzünden bir müslümanm öldürülmesinden daha iyidir» diye cevap verdi. Alimler zorlamanın sınırını tayin hususunda ihtilaf etmişlerdir. Hz. Ömer'den gelen bir rivayete göre; O; Korkuttuğun, bağladığın veya dövdüğün zaman, kişi kendisinden emin değildir» demiştir. îbn Mesud, Benden kamçıyı uzaklaştıracak hiçbir söz yok ki onu söylemeyeyim» demiştir. Hasan Basri, takiyyenin Kıyamet'e değin caiz olduğunu ve fakat Allah'ın ölümde takiyye kılmadığını İmam Malik'e göre fark yoktur. İbrahim en-Nehai'ye göre, insanın el ve ayaklarına vurulan kelepçe ikrah sayılır. Yani kişi böyle bir duruma düştüğünde zorlanmış olur. Bu bakımdan hapis ikrahtır. Bu aynı zamanda îmam Malik'in görüşüdür. Sultan'ın ve bir başkasının zorlaması arasın- Kûfelüere göre hapis, kelepçeleme, içki içmek ve murdar yemek yemek ikrah sayılmaz. Çünkü bunlar yapıldığında canın telef olması korkusu yoktur. Fakat Filan adamın benim yanımda bin dirhemi vardır» şeklindeki ikrarda, hapis ile kayıt ikrah sayılır. îbn Suhnun'a göre, onların elem ve acının İkrah olduğunda ittifak etmeleri, ikrahın nefsi telef etmeyen şeylerde de olabileceğine delâlet eder. îmam Malik'e göre, tehdidle veya hapisle ya da dövülmekle yemine zorlanan kimse, yemin edebilir ve ona keffaret lazım gelmez. Bu görüş aynı z&^ıanda îmam Şafii'nin, îmam Ahmed'in ve Ebu - Sevr'in de görüşüdür. Bu hususta tariz ve tevriye caizdir. A'meş'in anlattığına göre, îbrahim en-Nehaî'ye hoşuna gitmeyen birisi geldiğinde, o evindeki mescide oturur ve cariyesine, Git ona yemin ederek benim mescidde olduğumu söyle» derdi. Gelen kimse de, onun genel mescidde olduğunu sanarak, oradan ayrılırdı. Bu tür örnekleri Kurtubî, geniş olarak zikretmiştir.[89] 107 Bu, onların dünya hayatım ahirete... Bu Ayetin Tefsiri Zalike» ism-i işaret olan bir kelimedir ve 106. ayetin son cümlesine işaret etmektedir. Yani, Allah'tan bir gazap ve orilar için büyük bir azap olması, onların dünya hayatını Ahiret'e tercih etmelerinden dolayuUr. Ayrıca Allah kâfir bir kavme hidayet etmez». 108 Onlar Allah'ın; kalplerini, kulaklarını...»Bu Ayetin Tefsiri Yani, Allah'ın gazabına ve büyük bir azaba müstehak olanlar var ya, işte onlar Allah tarafından kalpleri, kulakları ve gözleri mühürlenmiş kimselerdir. Onlar gafillerin ta kendileridir. 109 Hiç kuşkusuz onlar Ahiret'te hüsrana...» Bu Ayetin Tefsiri La Cereme» ifadesinin izahı daha önce geçmişti. Hüsrana uğrayanların ta kendileridir»; yani onlar sermayelerini zail ettiklerinden böyle olmuşlardır. Onların Sermayeleri», hayattan, ömürleridir. Onu, kendilerini ebedî azaba götürecek olan yerlere sarfettiler. Aynı husustaki başka bir ayette, el-Hasirun» yerine, el-Ah-serun» tabiri kullanılmıştır. Bu, ayetin akışına, konumuna göre farklılık gösterir. Ayetin sonunun böyle olması gerektiği için, farklı kullanımlar sözkonusudur. 110 Sonra Rabbin, eziyet edildikten sonra...»Bu Ayetin Tefsiri Mürted olmaları için azaba duçar edilenler ve müşriklere itiraf ettikleri sözler nedeniyle nefislerini saptırdıktan sonra hicret edenler için Rabbin vardır; yani Rabbin onlar için yardımcıdır. Ayette sözü edilen muhacirler, Ammar b. Yasir ve benzeri sahabilerdir. Futinu» fiili meçhul okunduğu gibi, Fetenu» şeklinde malûm da okunmuştur. Yani onlar başkaları tarafından azap gördükten sonra, hicret etmişlerdir. Veya onlar müşriklerin müminlere azap etmelerinden ya da kendilerini fitneye düşürdükten sonra hicret etmişlerdir. Sonra kâfirlerle cihad ettiler. Cihadın meşakkat ve sıkıntılarına göğüs gererek sabrettiler. Rabbin, sonra elbette çok bağışlayan ve çok esirgeyendir»; yani muhakkak ki Rabbin bütün bunlardan, fitneden, hicretten, cihaddan ve sabırdan sonra onların daha önce yaptıklarını affedicidir. Daha önce yaptıklarından ötürü onlara nimetler ve mükâfatlar vermiştir. Rab» kelimesi ayette iki kez geçmektedir. Bu hüküm illetini ima içindir. Aynca Rab, Hz, Peygamber'e ait olan zamire Senin Rabbin izafe edilmektedir ki bu da müslümanlara verilen nimetlerin Hz. Peygamber'in takipçileri olmalarından ileri geldiği anlamını ifade eder. Birçok müfessir bu ayetin Ammar b. Yasir ve benzerleri hakkında nazil olduğunu kaydetmektedir. îbn îshak bu ayetin, Ammar b. Yasir, Ayyaş b. Rebia, Velid b. Ebi Rebia, Velid b. Velid hakkında nazil olduğunu söylemiştir. îbn Atiyye, Îbn îshak'a şöyle itiraz etmiştir Burada Ammar b. Yasîr'i zikretmek kuvvetli bir görüş değildir. Çünkü bu tabakanın en yücesi odur. Bu tabakanın diğer kişilerine gelince onların göğsü küfre açılmıştı. Daha sonra Allah Teâlâ, onlar için tevbe kapısını açtı. Onlar da İslâm'a girdiler». Zikredildiğine göre, bu ayet hicretten sonra nazil olmuştur ve bu hususta herhangi bir ihtilaf yoktur, tbn Abbas'tan nakledildiğine göre, bu ayet Medine döneminde nazil oldu. Müslümanlar, müs-lüman oldukları halde hicret etmeyip, Mekke'de kalanlara yazarak, Allah sîzin için bir kapı açtı. Hicret edin gelin» dediler. Onlar da yola çıktılar. Müşrikler onlara yetiştiler ve dövüştüler. Kurtulanlar kurtuldu, şehit olanlar da şehit oldu. İbn Merduveyh Katade'den nakledildiğine göre, bu müslümanlar yola çıkınca, arkalarından Kureyşliler de yola koyuldular. Ve savaştılar. İşte bunun üzerine bu ayet nazil oldu. İbn'ul-Munzir îbn Cerir, Hasan Basri ile İkrime'den, bu ayetin Abdullah b. Ebi Şerh hakkında nazil olduğunu rivayet etmiştir. Bu zat vahiy kâtibi iken şeytan onu kaydırdı, o da irtidat ederek küfre döndü. Hz. Peygamber Mekke'nin fethedildiği gün onun öldürülmesini emretti. Hz. Osman onu yanına alarak, Hz. Peygamber'in huzuruna gitti ve eman istedi. Hz. Peygamber de ona eman verdi. Yani bu ayet onun ve benzerlerinin hakkında nazil olmuştur. Nitekim bazı rivayetlerde bu husus açıkça belirtilmiştir. Bu takdirde, Futinu» fiili şeytanın onları fitneye soktuğu, kaydırdığı ve onları kendi ihtiyarlanyla irtidat ettirmiş olmasından kinayedir. İbn Atiyye'nin Ammar b. Yasir ile birlikte zikredilenler hakkında söylediği doğru kabul edilemez. Çünkü îbn Ebi Hatim'in Katade'den rivayet ettiğine göre, Ayyaş b. Ebi Rebia, Ebu Cehilln anne bir kardeşiydi. Ebu Cehil İslâm'dan dönmesi için, bir kamçı ona, bir kamçı da bineğine vuruyordu. Hazin tefsirinde, Ayyaş'm Ebu Cehil'in süt kardeşi olduğu bildirilmektedir. Bazı rivayetlerde ise, annesinden olan kardeşiydi. [90] Meal 111- O gün herkes gelip kendi canını kurtarmak için uğraşır ve herkese kendi yaptığının karşılığı ödenir. Onlara asla zulmedilmez. 112- Allah güven ve huzur içinde olan bir şehir halkın ı misal verdi O şehrin ahalisinin rızkı her taraftan bol bol gelirdi. Fakat Allah'ın nimetlerine nankörlük ettiler. Bunun üzerine Allah yaptıklarından ötürü onlara açlık ve korku elbisesini tattırdı. 113- Andolsun onlara kendi cinslerinden bir peygamber geldi. Onu yalanladılar. Bunun üzerine, onlar zulmederlerken azap onları hemen y akalayı verdi. 114- Allah'ın size nzık olarak verdiklerinden helâl ve temiz olarak yeyin. Eğer sadece Allah'a kulluk ediyorsanız, O'nun nimetine şükredin! 115- Allah size ancak, leşi, akan kam, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilen hayvanlar ı haram kıldı. Kim mecbur kalırsa, saldınnaksızın ve sının aşmaksızın bunlardan yiyebilir. Çünkü Allah bağışlayan ve esirgeyendir! 116- Dillerinizin yalan olarak vasfettiği şeyler hakkında, Şu helâldir, bu haramdır» demeyin. Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Kuşkusuz ki Allah'a karşı yalan uyduranlar felah bulmazlar, 117- Şu dünyadakiler pek az bir faydalanmadır. Bunun ardından onlar için elim bir azap vardır. 118- Sana anlattıklarımızı daha Önce yahudi olanlara da haram almıştık. Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı. [91] Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 111 O gün herkes gelip kendi canını...» Bu Ayetin Tefsiri Yevme» kelimesi daha önce geçen Rahim» kelimesinin me-fulüdür. Bazı müfessirler ise, bu kelimenin mukadder bir fiilin mefıüü olduğunu söylemişlerdir. Yani, üzkur yevme» Hatırla o günü... Rahmet» kelimesini, Yevme» kelimesine bağlamakta bir beis yoktur. Çünkü rahmet o gün de olduktan sonra, başka zamanlarda zaten olur. O gün» ile Kıyamet Günü kastedilmektedir. Tucadilu» füli müdafaa eder, onu kurtarmak için birtakım mazeretler, özürler Öne sürerek uğraşır, çabalar anlamındadır. Her nefis o gün kendisini müdafaa eder. Öyle ki ne babası, ne evlâdı ne de yakınları onu ilgilendirmez. Ka*b\ü-Ahbar'dan rivayet olunduğuna göre o Hz. Ömer'in yanın-da iken ona Ey Ka'b! Bizi korkut!» der. Ka'b da, Ey müminlerin emiri! Allah'ın Kitabı ile Peygamberin hikmeti aranızda değil mi?» der. Hz. Ömer, Evet. Fakat sen bizi korkut!» deyince, Ka'b, Ey müminlerin emiri! Eğer Kıyamet Günû'nde yetmiş peygamber ameliyle Allah'ın huzurunda varsan yine de göreceğin dehşetin ya-mnda bir hiç sayılır» der. Hz. Ömer Daha fazlasını söyle» deyince Ka'b Ey müminlerin emiri! Cehennem Kıyamet Günû'nde öyle bağırır ki Allah'ın huzuruna yakın olan ne bir melek ne de bir pey-gamber kalmaz ki dizleri üzerine düşmesin. Hatta Hz. İbrahim bile dizleri üzerine düşer ve Ya Rabbi! Nefsim, nefsim. Bugün senden sadece nefsimi isterim» der. Bu sözler karsısında düşünceye dalıp, başını eğen Hz. Ömer'e, Ka'b; Ey müminlerin emiri! Siz bunları Allah'ın Kitabı'nda görmüyor musunuz?» der. Hz. Ömer, Nasıl» diye sorunca, Ka'b mezkur ayeti okur. İmam Ahmed, Kitab'uz-Zühd îbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre, bu mücadele ruh ile beden arasında olurmuş. Beden ruha hitaben, Dilim seninle konuştu, gözüm seninle gördü, ayağım seninle yürüdü. Eğer sen olmasaydın, ben adeta yere atılmış bir odun parçası gibi olurdum» der. Ruh da ona; Sen kazandın, sen isyan ettin, ben değil. Sen ta-şıyıctydıUy ben taşınan» der. Bunun üzerine Allah Teâlâ, ruh ile bedene şöyle hitap eder İkiniz için de bir misal vereyim. Bir kör, bir kötürümü omuzlar ve bir bostana girerler. Hem kör hem de kötürüm o bostanın meyvelerinden yerler. İşte bu yüzden azap ikiniz üzerinedir». Zahire göre bu rivayetin îbn Abbas'tan gelmiş olması sahih değildir. Çünkü ayette sözü edilen mücadele»yi böyle bir mânâya hamletmek hiç de uygun düşmemektedir. Nefsihim kelimesindeki zamir, daha önce geçen nefse rad-dir. Adeta nefsin nefsi mücadele eder» denilmektedir. Zahire göre her şey nefsine izafe edilmiş oluyor. Ancak bu görüşe şöyle itiraz edilmiştir. Birinci kez zikredilen nefis» kelimesi zattır ve tümdür. Yani bütün azalarıyla bir şahıs kastedilmektedir. Tıpkı Kerim bir nefis, mübarek bir nefis» denilmesi gibi. İkinci kez zikredilen nefis» kelimesi, onun aynısıdır. Yani tekid olarak getirilmiştir. Onun hakikat ve hüviyetine delâlet eder. İki nefis arasındaki fark, ilkinde azaların mülahaza edilmesidir. İkincisinde ise bu yoktur. Asıl olan ikincisidir. Fakat zât ile zâtm sahibi arasmda gerçekte bir fark olmadığından, arkadaş mânâsına kullanılarak, zât ona izafe edilmiştir». Tuveffa» fiili, eksiksiz verilir anlamındadır. Yani her nefse, işlediği amelin karşılığı eksiksiz verilir. Eğer hayr ise hayr, şer ise şer verilir. Burada nefis kelimesinin yerine zamir getirilmemesinin nedeni daha sabit olması içindir. Ayrıca mücadele ile mükâfat vakitlerinin değişik olduğunun ilân edilmesi içindir. Her ne kadar bunlar aynı günde yapılıyorsa da vakitleri değişiktir. aOrtlara zulmedilmez»; yani cezanın artırılması veya herhangi bir günahları olmadığı halde ceza verilmesi suretiyle onlara zulmedilmez. 112 Allah, güven ve huzur içinde olan...» Bu Ayetin Tefsiri Bir şehri misal verdin denilmekle Bir şehrin halkım misal verdi» anlamı kastedilmiştir. Burada ahali» halk tabiri mukadderdir. îbn Cerir'in İbn Abbas ile Mücahid'den rivayet ettiğine göre sözü edilen şehir, Mekke'dir. Nitekim bu görüş, İbn Zeyd, Katade ve İbn Atiyye'den de rivayet edilmiştir. îbn Ebi Hatim'in Süleym b. Ömer'den rivayet ettiklerine göre o şöyle demiştir Hz. Peygamberin hanımı Hafsa validemizin Mekke'den Medine'ye giderken sohbetinde bulundum. Yolda kendisine Hz. Osman'ın şehit edildiği haberi geldi. O, Mekke'ye dönerek şöyle dedi Beni Mekke'ye geri götürün. Nefsimi yed-i kudretinde tutan Allah'a yemin olsun ki, Mekke Allah Teâlâ'nın ayetinde "belirttiği şehirdir» dedi ve mezkur ayeti okudu». Hz. Hafsa'nın Mekke o şehir gibidir» demek istemiş olması da mümkündür. İbn Abbas ve diğer müfessirlerden rivayet edilenler de bu mânâya hamledilebilir. Ayetin anlamı bu takdirde şöyle olur Allah bu şehri Mekke halkı veya Allah'ın nimet verip de o nimete nankörlük eden her kavim için bir misal kılmıştır». Onlar yapacaklarını yaptılar ve alacakları cezayı da aldılar. Mekke halkı da buna dahildir. Güven içindeydi»; yani emniyet sahibi bir şehirdi. Korkuyu gerektiren hiçbir olay orada meydana gelmezdi. Bazı şehirlere şer ehlinin saldırdığı gibi, bu şehre saldınlmazdı. Huzur içindeydi»; yani sakindi. Korkuyu gerektiren bir olay vukua gelmezdi. Nitekim bazı şehirlerde huzursuzluk verici birtakım olaylar olurdu. Bir kismı diğerine saldırırdı. Bu şehrin dışındaki şehirler, saldırganların hücumlarından çok az kurtulabi-liyorlardı. Bazı müfessirlerin sözlerinden, ayetteki itminanın huzurun, güvenin sonucu olduğu anlaşılmaktadır. Yani şehir, güven içinde olunca, o şehirde huzur var demektir. Çünkü korku, tedirginlik meydana getirir ve huzurun zıddıdır. Ebu Havyan eUBahr'ulMuhit adlı tefsirinde, huzurun, güvenin sonucu olduğunu söylemektedir. O şehrin rızkı»; yani gıda maddeleri bolca verilir ve her taraftan gelirdi. Fahruddin Razî, bu ayetin üç nimeti kapsadığını söylemektedir Güven, sıhhat ve kifayet». Bu bakımdan ayetin metnindeki, Amine» kelimesi güvene, Mutmainne» kelimesi sıhhate ve Ya'tiha Rızkuha» ifadesi de kifayete işarettir. İtminan sebebi o şehrin havasının mülayim olması ve halkın mizacına uygun bulunmasıdır. Fakat Allah'ın nimetlerine nankörlük ettiler» cümlesinde geçen En'um» kelimesi nimet kelimesinin çoğulu da olabilir. Fazıl el-Yemenî'nin de dediği gibi nimet»in ism-i cem'i de olabilir. Kutrat'a göre, En'um» kelimesi Num»vaı çoğuludur. Yemenî'ye göre nimet, naim anlamındadır. Başka alimlere göre nimet mânâ-sındadır. Allah'ın nimetleri» ile daha önceki ayetin içerdiği anlamlar kastedilmektedir. Burada, üçten en çok ona kadarlık bir çoğul sigası kullanılmıştır. Ki az bir nimetin nankörlüğü bu felaketi getirdiğine göre, birçok nimetin nankörlüğü daha dehşetli bir azabın geleceğine işarettir, Onlara açlık ve korku elbisesini tattırdı» cümlesinde korku ve açlığın etki ve zararları elbiseye benzetilmiştir. .Çünkü elbise insanı kapsar, bunlar da aynı şekilde insanı kapsarlar. Libas» kelimesinin Cm'» kelimesine izafesinin sıfatın mevsufuna izafesi kabilinden olması mümkündür. Yani, Allah Teâlâ onlara ihata etmede elbise gibi olan açlığı onlara tattırdı. Ubey b, Ka^b'ın mushafmda korku» kelimesi açlık» kelime- sinden önce gelmiştir. Ebu Hayyan bunun kıraat değil, tefsir olduğunu söylemektedir. Ebu Amr'ın Havfi» kelimesini Havfe» şeklinde mansub okuduğu rivayet olunmuştur. Yani Allah Teâlâ onlara hem açlık elbisesini hem de korkuyu tattırmıştır. Ancak bu korku ve açlık kendiliğinden gelmemiştir, onların yaptıklarının bir sonucudur. Yani daha önce yaptıklarının ve sürekli yaptıkları işlerin bir karşıhğıdır. Ebussuud Efendi, tefsirinde şöyle demektedir Nankörlüğün onlara isnad edilmesi ve bu nankörlükten dolayı da onlara korku ve açlığın tattırümasından sonra, fiillerin o şehrin kalkma isnad edilmesi emrin tahkiki, mübalâğanın iradesi içindir». Yesneun» fiili, sanata masdarından gelmektedir ve onlara nisbet edilmesi şunu ortaya koymaktadır Nimeti inkâr edip, nan-körlüfcyapmak onlar için sarsılmaz bir sanat ve bir adet olmuştu. Hazin, bu ayetin tefsirinde şöyle demektedir Allah onları yedi sene süren bir açlığa müptela kıldı. Öyle ki yağmur yağmaz oldu. Araplar da Hz. Peygamber'in emriyle onlara azık vermekten vazgeçtiler. Onlar son derece aç, yorgun ve sefil düştüler. Yanan kemikleri yediler. Leş, köpek, ölü ve elehn denilen şeyi yediler. Onlardan biri göğe baktığında dumana benzer şeyler görürdü. Bunun nedeni açlıktı. Sonra Mekke'nin ileri gelenleri Hz. Peygamber ile görüşerek, Bu nedir? Tamam sen er* keklere düşmanlık yapıyorsun ama kadın ve çocukların suçları nedir?» dediler. Bu müracaattan sonra, Hz. Peygamber halka onlara yiyecek götürme izni verdi. Oysa onlar daha müşriklikten vazgeçmiş değillerdi. Korku da Hz. Peygamber tarafından onlara hücum etmek üzere gönderilen birliklerden geliyordu. Birlikler Mekke'nin etrafında dönüp duruyorlardı. Burada bulunan müşrik Araplara saldırıyorlardı. Mekke halkı da doğal olarak onlardan çe-kiniyorlardı. İşte açlık ve korku libası, onların üzerinde meydana gelen sıskalık, renklerinin solması, bedenlerinin zayıf düşmesi, durumlarının bozulması ve iç alemlerinin yıkılmasıdır». [92] 113 Andolsun onlara kendi içlerinden...» Bu Ayetin Tefsiri Kadı Beyzavî, Hazin, Nesefî ve İbn Abbas'a isnad edilen Ten-vir'ul-Mikbas'a göre, ayetin başındaki meful olan zamir, Mekke halkına racidir. Kendi içlerinden gelen Rasûl», Hz. Muhammed'dir. Onlar onun soy ve nesebini bilirlerdi, peygamberlikten önce de onu iyi tanırlardı. Fakat bazı müfessirler, bu zamirin Kalu» ile Yesneunsöaki zamirlerin raci oldukları yere raci olduğunu söylemişlerdir. Yani misalin mütemmimidir. Ayrıca onların Allah'ın inkâr ettikleri ni-metlerinin beyanıdır. Yani o şehir halkına kendi içlerinden bir peygamber geldi ve onlara nimete karşı şükretmeleri gerektiğini söyledi. Onları üzerinde bulundukları durumun kötü akibetiyle korkuttu. Onlar ise onun peygamberliğini ve kendilerine haber verdiği hususları yalanladılar. Bunun üzerine onların kökünü kaziyan amellerini berhava eden azap zulüm içindelerken kendilerini yakaladı. Zulüm» ile kastedilen nimeti inkâr ve peygamberi tekzip zulmüdür. Ayet-i Kerime, onların küfür, inat ve temerrudlarında devam ettiklerine ve mutad olan bütün hududlan aştıklarına delâlet etmektedir. Onların Peygamberi yalanlamalarının ardından azabm onları yakalaması getirildi. Bu Allah'ın sünnetidir. Nitekim biz peygamber göndermezden önce azap edici değiliz» ayeti bu hususta insanoğlunu ikaz etmektedir. İşte böylece misal tamamlanmaktadır. Bu misal ister Mekkelilere mahsus olarak getirilmiş olsun, isterse onların yandaşı olan kavimler için getirilsin, onların hali, geçmiş inatçıların haline benzemektedir. Mekkeliler emin bir bölgede oturuyorlardı. Oysa çevrelerindeki bölgelerde insanlar kaçırılıyor, huzursuz ediliyorlardı. Kalplerinde bir korku yoktu, her taraftan kendilerine rizık geliyordu. Onlara bir peygamber de gönderildi. Öyle bir peygamber ki, onun yüce mertebesini idrak hususunda akıllar hayrete düşmüşlerdi. O onları korkuttu ve günahlardan sakındırdı. Ancak buna rağmen onlar Allah'ın nimetlerini inkâra kalkıştılar, peygamberi yalanladılar. Allah Teâlâ da onlara açlık ve korku libasını tattırdı. Hz. Peygamber'in Allahım! Şiddetini Mudar kabilesi üzerinde arttır. O seneleri onlar üzerinde Yusuf'un seneleri gibi yap» duasiyla onlara kıtlık isabet etti. Öyle bir duruma geldiler kf leş, köpek ve murdar hayvanların etini, yanmış kemikleri yemeye mecbur kaldılar. Ayrıca kıtlık döneminde deve tüyüyle, kandan yapılan bir yiyeceği yediler. Herhangi biri göğe baksa açlıktan dumana benzer şeyler görürdü. Tüm genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmeye başlamıştı. Çünkü Hz, Peygamber'in askerleri onların etrafında dolaşıp duruyorlardi. Onların develerine, hayvanlarına, kervanlarına saldırıyorlardı. Sonunda Bedir günü onlara isabet eden azap isabet etti. Şeyhülislam Ebussuud Kendi, bu yorumu tercih etmiş ve konum itibarıyla ayetin böyle anlaşılması gerektiğini söylemiştir. Caehum» ifadesindeki zamir müfessirlerin çoğuna göre Mekke halkına racidir. Yani Allah Teâlâ sözü onların durumuna getirmiş, onların benzerlerini zikrettikten sonra kendilerinin de halini açıkça belirtmiştir. Rasûl» ile kastedilenin Hz. Peygamber, Azap» ile de onlara isabet eden kıtlık seneleri ve Bedir'iri olduğunu söyleyen yorumlar tahkikten uzaktır. Nasıl olmasın ki? ,14. ayetin, Allah'ın size nzîk olarak verdiğinden yeyin» cümlesi temsilin sonucu üzerine bina edilmektedir. Ayrıntılı bilgi için, Alusi'nin Ruh'uUMeanî adlı tefsirine başvurulabilir. [93] 114 Allah'ın size rısık olarak verdiklerinden...» Bu Ayetin Tefsiri Yani, madem ki Allah'ın nimetlerini inkâr edenlerin, peygamberleri yalanlayanların hâli size açıklandı, bu yalanlamadan dolayı onların başına gelen felaketler gözlerinizin önüne serildi, o halde sizler de nimetleri inkâr etmek ve peygamberi yalanlamaktan vazgeçin ki onların başına gelenler sizin başınıza gelmesin. Allah'ın nimetlerinin hakkını bilin, peygamberin emir ve yasaklarına itaat edin, Allah'ın verdiği helâl rızıklardan yeyin. Kendi uydurmanız olan Bahire, Şaibe, Ham vb. saçmalıkları bırakın. Allah'ın nimetine şükredin, hakkını bilin, O'na nankörlük yapmayın! Hazin, Allah'ın size rıak olarak verdiklerinden helâl ve temiz olarak yeyin» ifadesinin muhatapları hakkında iki görüşün olduğunu söylemektedir. a Muhatap Medine'deki müsUimanlardır ve Allah'ın rızkı» ile kastedilen ganimetlerdir. Bu görüş müfessirlerin çoğuna aittir. b Muhatap Mekkeli müşriklerdir. Nitekim Kelbi'nin rivayet ettiğine göre, Mekkelilere şiddetli bir kıtlık isabet ettiğinde, ileri gelenleri Hz. Peygamber'e gidip; Sen hadi erkeklere düşmanlık yapıyorsun. Fakat kadın ve çocukların hali ne olacaktır?» dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Mekke'ye yiyecek maddeleri götürülmesine emir verdi. Vahidî Bu görüşlerden ilki sahihtir. Çünkü İbn Abbas, Ey iman edenler! Allah'ın sise nzık olarak verdiği ganimetlerden yeyin. Zira Allah Teâlâ ganimetleri bu ümmete helâl ve tayyib kılmıştır. Daha önce hiçbir ümmete helâl değildi» diye ayeti yorumlamıştır. [94] Haram Edilenler 115 tAllah size ancak leşi, akan kanı...»Bu Ayetin Tefsiri Kadı Beyzavî ayetle ilgili olarak şöyle demektedir Allah Teâlâ onlara helâl kıldığı nimetleri yemelerini emredince, onlara kendilerine haram kılman şeyleri saymaya başladı ki bunların dışındakilerin kendilerine helâl olduğunu bilsinler. Allah Teâlâ onları kendi heva ve heveslerine uyarak, helâl ve haram kılmaktan şiddetle nehyederek şöyle buyurdu Dillerinizin yalan olarak vasfettiği şeyler hakkında şu helâldir, bu haramdır demeyin».» Bu ayetin tefsir ve ahkâmı Bakara Suresi'nde verilmişti. 116 Dillerinizin yalan olarak vasfettiği...» Bu Ayetin Tefsiri Yani, yalan söyleyerek şu helâldir, bu haramdır demeyin. Siz sadece yaîan için, bir deliliniz olmadığı halde helâl ve haramlar kılıyorsunuz. Oysa bu hususta hiçbir mesnediniz bulunmuyor. Bunun mesnedi sadece yalandan başka bir şey değildir. Sakın böyle yapmayın! Mücahid'e göre burada Bahire, Sahibe vb. sözkonusu edilmektedir. İbn Abbas, Hayvanların karınlarında bulunanlar sadece erkeklerimize helâl, kadınlarımıza haramdır demeyin» diye ayeti yorumlamıştır. Çünkü Araplar cahiliye döneminde bazı şeyleri helâl, bazı şeyleri de kendiliklerinden dolayı haram kılarak, bu yaptıklarını Allah'a nispet ederlerdi. Bu bakımdan, Bunu bize Allah emretti» demeyin. Yoksa Allah adına yalan uydurmuş olursunuz denilmiştir. Çünkü onların bu yalanlan, Allah'a iftiradan başka bir şey değildir. Kuşkusuz ki Allah'a karşı yalan uyduranlar felah bulmazlar» cümlesindeki Yuflihun» fiilinin kökü Felah»tiT ve hayrı elde etmek, muvaffak olmak» demektir. Araplardan bazıları kendi kendilerine bazı şeyleri helâl, bazılarını da haram kılarlar, bazı hayvanları erkeklere mahsus görürler, kadınlara yasaklarlardı. îşte bu ayet onların bu durumlarına işaret ederek, Allah'ın yasakladığı şeylerden başkasının haram olmayacağını bildirmekte-dir. 117 tŞu dünyadakiler pek az bir faydalanmadır...a Bu Ayetin Tefsiri Yani, onların dünyadaki metaları az bir süre içindir, baki kalıcı değildir. Onlar için Ahiret'te elem verici bir azap vardır. Böyle buyurmakla Allah Teâlâ, onların içinde bulundukları dünya nimetlerinin yakında zail olacağına dair açıklamada bulunmuştur. 118 Sana anlattıklarımızı daha önce...» Bu Ayetin Tefsiri Yani, yahudilere daha önce En'am Suresi'nde geçen şeyleri haram kılmıştık. Biz bunları haram kılmakla onlara zulmetmiş değiliz. Aksine onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı. Bizim haram kıldıklarımız, onların kendilerine zulmetmelerinden dolayıdır. Nitekim bu husus, şu ayette de açıklanmaktadır Zulmetmelerinden dolayı yahudilere kendilerine helâl olan tayyib rızıkları haram kıldık». Yani En'am Suresi'nde bahsi geçen tırnaklı hayvanlarla diğer haram kılınanlar, sadece yahudilere mahsustur. Yahudilerin, Bunlar ük önce bize haram kılınmış değildiler. Daha önce Nuh, İbrahim ve onlardan sonra gelenlere de haram kılınmıştı» şeklinde kendilerini savunmaları yalandan başka bir şey değildir. Nitekim Allah Teâlâ, başka bir ayette; Zulmetmelerin- den dolayı yahudilere, daha önce kendilerine helâl olanları haram kıldık» buyurmuştur. Bu ayette, haram kılma hususunda onlarla başkaları arasında fark bulunduğuna dikkat çekilmektedir. Bu zulüm başkasına zarar vermeye elverişli olduğu gibi cezalandırmaya da elverişlidir.[95] Meal 119- Sonra Rabbin, cehaletten ötürü kötülük yapan, sonra da bunun peşinden tevbe edip, islah-ı hal edenler le beraberdir. Kuşkusuz ki Rabbin çok bağışlayan ve çok esirgeyendir! 120- Gerçekten İbrahim hakka yönelen, Allah'a itaat eden bir ümmetti, ortak koşanlardan değildi. 121- Allah'ın nimetlerine şükredici idi. Allah onu seçip doğru yola iletti. 122- Ona dünyada güzellik verdik. Muhakkak ki o Ahiret'te de salihlerdendir. 123 - Sonra sana Hakka yönelen İbrahim'in dinine uy. O müşriklerden değildi» diye vahyettik. 124- Cumartesi Sebt günü, sadece onda ihtilaf edenlere farz kılındı. Kuşkusuz ki Rabbin, aralarında ihtilafa düştükleri hususta, Kıyamet Günü hüküm verecektir. 125- Ey Muhammedi Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel olan bir şekilde mücadele et. Kuşkusuz ki Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O hidayete erenleri de en iyi bilendir. 126- Eğer ceza verecekseniz, size yapılan işkence nin misliyle ceza verin. Fakat eğer sabrederseniz, elbette o sabredenler için daha hayırlıdır! 127- Sabret! Senin sabnn ancak Allah in dileği iledir. Onlar için üzülme. Kurdukları tuzaklardan ötürü de canını sıkma! 128- Muhakkak ki Allah sakınanlarla ve muhsin olanlarla beraberdir. [96] Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 119 Sonra Rabbin, cehaletten ötürü...» Bu Ayetin Tefsiri Sûe» kelimesi, sahibini kötülüğe sokan küfür ve masiyet demektir. Bunun kapsamına Allah adına uydurulan iftiralar da girer. îbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre, bu kelime Şirk» anlamındadır. Ancak bu kelimeyi şirki de kapsayacak şekilde genelleştirmek daha doğrudur. Yani sadece kelime şirke tahsis edilmemelidir. Cehaletten ötürü»; yani onları bu kötülüğü yapmaya cehaletleri sevketmiştir. Burada Cehalet» uygun olmayan davranış olarak yorumlanmıştır. îbn Atiyye'ye göre, burada cehalet haddi aşmak ve serserice taassuba kapılmak demektir. Yoksa ilmin zıddı olan cehalet kas-tedilmemektedir. Nitekim Hz. Peygamber'in, Allahvm! Cahilce davranmaktan sana sığınırım» sözündeki cehalet, ilmin zıddı değil, inatlaşmak, haddi aşmak anlamındadır. Bazı müfessirlere göre, burada cehalet ile ilmin zıddı olan bilgisizlik kastedilmektedir. Yani onlar Allah'ı bilmedikleri, O'nun cezasından haberdar olmadıkları için cehalet bilgisizlik elbisesini giyerek bu cürümleri işlemişlerdir. Veyahut, şehvet onlara galip geldiğinden dolayı sonuçlan düşünecek durumda değildiler. Islah» kelimesi bazı müfessirler tarafından tevbe üzerinde müstakim kalmak şeklinde yorumlanmıştır. Min ba'diha» zamiri tevbe kelimesine racidir. Umulur ki ıslah da tevbenin kapsamına girmekte ve onu tamamlamaktadır. Ebu Hayyan bu zamirinde geçmiş fiillerden anlaşılan mas-darlara raci olduğunu söylemiştir. Yani kötülük amelinden, tevbe-den, ıslahtan sonra muhakkak ki Eabbin gafurdur, rahimdir. Bazılarına göre bu zamir, Cehalet» kelimesine racidir. Yani Rabbin muhakkak ki onların cehaletlerinden sonra gafurdur, rahimdir. O kötülüğü affeder, taatini yapan, masiyetten kaçana da merhamet eder. El-Askerî şöyle demektedir Ayetin anlamı, Allah kötülüğü cehaletten dolayı yapanı affeder, cehalet olmaksızın kötülük yapanı ise affetmez demek değildir. Aksine Allah Teâlâ'nın maksad-ı ilahisi tevbe eden herkesi affetmektir. Ancak bunların arasında cehalet nedeniyle kötülük yapanların özellikle zikredilmesinin sebebi şudur Günah işleyen kimselerin çoğu bu günahları az düşünmek, yaptıklarının sonucunu hesap etmemekten ötürü veya şehvetin galebe çalması anında veya gençlik cehaleti içinde işlerler. Burada çoğu kimseler» denilmekle Arapların o zamanki durumu göz önüne alınmıştır. Rab» kelimesi Hz. Peygamber'e raci olan bir zamire izafe edilerek senin Rabbin gelmiştir. Bu rububiyetin mağfiret ve rahmetten olan eserleri, onların üzerine Hz. Peygamber'in tavassutu ile ve onların Hz. Peygamber'in etbaindan oldukları nedeniyle geldiğine işaret eder. Cehaletin vurgulanmasının nedeni gerçeği açıklamak içindir. Çünkü bazı müfessirlere göre kötülük yapanlar onu cehalet nedeniyle yaparlar. 120 Gerçekten İbrahim hakka yönelen...» Bu Ayetin Tefsiri îbn Abbas'a göre Hz. İbrahim'in katındaki bir Ümmet, büyük bir cemaatın katındaki hayırdan fazla idi. Hz. İbrahim'e bir ümmet» denilmesinin nedeni, onun bir ümmette bulunması ye hemen hemen zor olan kemalatın tamamım kendisinde toplamış olmasındandır. Nitekim şairfAUah için tüm âlemi bir tek jette toplamak hiç te güç değildi» diyor. Hz. İbrahim muvahhidlerin atasıdır, müdekkiklerin Önderidir, tevhidin delillerini ve bayrağını ilk diken ve şirkin bayraklarını ise yerle bir eden odur. O, şirkin bayraklarını tevhidin delilleriyle parçaladı. Mücahid'e göre Hz. İbrahim'e Ümmet» denilmesinin nedeni, onun zamanında imanı tek başına bir süre taşımış olmasıdır. Hz. İbrahim, hanımı Sârâ'ya; Bugün yeryüzünde, benden ve senden başka iman eden yoktur» demiştir. Buhari Lügat kitapları, Ümmettin anlamlarından biri olarak hak üzerinde olup, diğer dinlere muhalif kişi mânâsını gösterirler. Fakat ayetin zahirine bakılırsa, bu kelime mecazen kullanılmıştır. Adeta Hz. İbrahim o asırda yaşayanların hepsine şamil bir kimsedir. Çünkü küfür yok» gibidir. Yani aslında kâfirler de vardı, ama kâfir oldukları için yok sayılmışlardır. Bazılarına göre burada ümmet kelimesi kendisine iltica edilen ve başkalarının kendisine yöneldiği kimse demektir. Yani Hz. İbrahim, o zamanlar kendisine insanların yöneldiği; önder olarak gördükleri bir kimseydi. Çünkü halk ondan istifade etmek, onun güzel siretine uymak için her taraftan kendisine koşuyordu. Daha Önceki ayetlerde, müşriklerin şirk, peygamberliğe saldın, Allah'ın helâl kıldığım haram kılmak gibi davranışları tezyif edildikten sonra Hz. İbrahim'in zikredilmesi, hak olanın îslâm dini olduğunu ilân eder. Şirk ve onun teferruatı bâtıldır. Bunun böyle olduğunda kuşku yoktur. Böylece bu ayet-i kerime Kureyşlilerin, Biz ibrahim'in dini üzerindeyiz» şeklindeki iddialarının yanlış ve yalan olduğunu ortaya koymaktadır. Kaniten lillah» tabiri, Allah'a itaatkârdı, daima O'nun em' tiyle meşguldü» anlamına gelir. Hanifen» kelimesi ise, her bâtıl dinden ayrılıp, hak oları ve hiçbir zaman sökülüp atılamayacak olan dine meyletti» demektir. O müşriklerden değildi»; yani ne din, ne de fer'i meselelerde hiçbir hususta müşrikler gibi davranmazdı, onlardan değildi. Bu son cümle, Kureyş müşriklerinin, Biz atamız İbrahim'in dini üzerindeyiz» şeklindeki iddialarını reddetmektedir. Nitekim buna benzer diğer bir ayette, İbrahim ne yahudi, ne de hıristiyandı. Fakat o tüm bâtıl dinlerden yüz çevirmiş, hak dini kabul etmiş müs-lüman bir kimseydi. O asla müşriklerden değildi» diye buyurul-muştur. 121 Allah'ın nimetlerine şükrediei İdi...»Bu Ayetin Tefsiri Hz. İbrahim Allah'ın nimetlerine sürekli şükrederdi. O küçük bir nimetin şükrünü eda etmekten bile geri kalmazdı. Yani Kureyşlilerin nankörlük yaptıkları sıfatların hiçbiri Hz. İbrahim'de yoktu. Bazı rivayetlerde büdirildiğine göre, Hz. İbrahim yemeğe mutlaka bir misafir ile birlikte otururdu. Nitekim bir gün bir misafir bulamayınca kahvaltısını tehir etmişti. Baktı ki meleklerden bir grup insan suretinde gelmektedir. Onları yemeğe davet etti. Melekler cüzzamh olduklarını ima edince, Hz. İbrahim, Sizlerle yemek yemek şimdi bana vacip oldu. Ki size verilen belâyı bana vermeyip, beni sıhhatte bırakan Allah'a şükretmiş olayım» dedi. Onu seçti»; yani onu peygamber olarak seçti. Dosdoğru bir yola iletti. Allah'a götüren bir yola, îslâm dinine hidayet etti. Bu hidayetin sonucu, sadece Hz. İbrahim'in Mdayet olunması değildir. O bununla beraber halkı da irşad etmiş, peygamberliğin vasıtasıyla insanları dine davet etmiştir. 122 Ona dünyada güzellik verdik...»Bu Ayetin Tefsiri Yani, onu bütün insanlara sevdirdik. Bütün dinlerin mensupları onu dost olarak bilirler ve ona sena ederler. Çünkü Allah Teâlâ1-dan, Bana başkaları için de doğruluk lisanı kıl» diye dilekte bulunmuştur. Bu yorum Katade ve bazı müfessirlerden Basri, Hasene» güzellik kelimesinin Nübüvvet» ol- duğunu söylemiştir. Bazı müfessirler de, bu kelimenin Hz. İbrahim'e yaşlılık döneminde verilen salih oğullara işaret ettiğini söylemişlerdir. Bazılarına göre, Hayr yönünde sarfettiği mal» bazılarına göre de Refah ve taatle geçen uzun bir ömür» dür. Bu yoruma göre, Hasene» kelimesi güzel bir siret hayat» anlamını ifade eder. Diğer yorumlara göre ise, ilâhi bir nimet demek olmaktadır. Muhakkak ki o Ahiret'te de salihlerdendir»; yani cennetin yüce derecelerinde diğer peygamberlerledir. Çünkü o, Beni şalinle. re ilhak eyle» diye Allah'tan dilekte bulunmuştu. Burada Salih. ler» ile peygamberler kastedilmektedir. Çünkü o peygamberlerden sonraki salihlerin hepsinden üstündür. [97] İbrahim Milleti» Ne Demektir? 123 Sonra sana Hakka yönelen...» Bu Ayetin Tefsiri Millet-i İbrahim» İbrahim'in dini tabiriyle îslâm dini kastedilmektedir. Bir önceki ayette Dosdoğru yol» ile de kastedilen budur. Bir rivayette Hz. Peygamber'e mahsus kılman hususların dışında, Allah ona Hz. İbrahim'in bütün şeriatına tâbi olmasını emretmiştir. Abdullah b. Amr b. el-As'tan gelen bir rivayete göre, İbrahim'in milleti» tabiriyle Hac menasıkı anlatılmaktadır. Yani Hac konusunda istenen ibadetler kastedilmektedir. İmam Pahruddin Razi, bir grubun şu görüşte olduğunu söylemektedir Hz. Muhammed İbrahim'in dini ve şeriatı üzerindeydi ve Hz. İbrahim'in şeriatından başka bir şeriatı yoktur. Hz. Peygamber, İbrahim'in şeriatını ihya etmek için gönderilmiştir. Bu iddiada bulunanlar bu ayeti delil getirmektedirler. Onlara göre, mil-let» kelimesi usul ve füru olmak üzere burada şeriat anlamındadır. Ancak bu görüş zayıftır. Çünkü İbrahim'in milleti tabiriyle tevhid, şirkin yokluğu kastedilmektedir. Çünkü, O müşriklerden değildin diyo buyurulmuştur. Şayet, Hz. Peygamber'in de şirki yok ettiği, tevhid ispat ettiği söylenecek olursa, bu ittiba demek değildir. Bu bakımdan burada millet» kelimesi Hz. İbrahim'e tâbi olmanın sıhhatli olan kısımlarına hamledilmelidir. Bazı müfessirler, Hz. Peygamber'e yapılan tâbi olma emrinin tevhide çağırma mahiyetinde olduğunu söylemişlerdir. Yani Hz. İbrahim nasıl yumuşaklıkla, suhuletle ve deliller göstermekle, çeşitli davet yolları denemekle insanları Allah'a çağırmışsa, sen de o tarzda insanları Allah'ın tevhidine çağır! Ebu Hayyan bu görüşe karşılık, Hz. Peygamber buna muhtaç değildir. Çünkü akli delilleri iktiza ettiği inancın ,Hz. Peygamber'e vahyedilmesi hiç de imkânsız değildir» demektedir. Ta ki akli ve nakli deliller itikad üzerinde birbirini desteklesinler. Nitekim, De ki Bana mabudunuzun tek bir mabud olduğu vahyo-lundun diye buyurulmuştur. Dikkat edildiği takdirde, bu ayetin aklî delili iktiza ettiğini de, vahyi de içerdiği görülecektir. Ancak Hz. Peygamber'e şirkin yokluğu, tevhidin varlığı hususunda, İbrahim'e tabi ol» diye emredilmesi mümteni değildir. Her ne kadar bu, Hz. Peygamber katında aklî delillerle sabit olan nesnelerden ise de. Böylelikle iki delil aklî ve naklî bu hususta birbirlerine destek olmaktadırlar. [98] Dîn Ve Mîllet Kavramları Rağıb el-İsfehanî, Millet» ile Din» kavranılan arasındaki farkın, millet kelimesinin sadece Peygamber'e izafe edilip, hemen hemen Allah'a izafe edildiğinin hiç görülmemesi ve Peygamber'in ümmetinden olan fertlere de izafe edilmeyip, şeriatın tümü hakkında kullanılması olduğunu söylemektedir. Oysa din, millet keli-mesi gibi değildir. Müfessirlerin çoğu buradaki, millet kelimesiyle şeriatların esaslarının kastedildiğini söylerler. Katade'den rivayet edilen görüş te buna hamledilmektedir. Şafii alimlerinden bazıları, bununla Hitan'ın ve Hz. İbrahim' in şeriatından olup da Kur'an'la neshedilmeyen meselelerin vacip olduğu hükmünü çıkarmaktadır. O müşriklerden değildi» cümlesi daha önce de 120. ayette geçmişti. Tevhid için tekrarlanmıştır. Ayrıca Hz. İbrahim'in dinine sahiplenen müşriklerden, onun uzak olduğunu takrir için vurgulanmıştır. [99] Cuma, Cumartesi Ve Pazar 124 Cumartesi Sebt günü, sadece onda...»Bu Ayetin Tefsiri Cuile» kılındı fiili farz küttük anlamındadır. Yani cumartesi gününe tazim, onun hakkında ihtilafa düşenlere farz kılınmıştır. İhtilaf edenler ise yahudilerdir. Kelbi, Kbu Salih ile îbn Abbas'tan şöyle rivayet etmektedir Hz. Musa onlara cuma gününü tazim etmelerini emretti ve yedi günden bir günü Allah'a tazim için ayırmalarını söyledi. O gün hiçbir iş yapmamalarını, o işleri diğer altı günde yapabileceklerini bildirdi. Fakat onlar Hz. Musa'nın bu sözünü kabul etmeyerek, Biz ancak Allah'ın mahlûkatını yarattıktan sonra, istirahat ettiği günde cumartesi gününde İbadet ederiz» dediler. Bundan dolayı bugün onlara farz kılındı ve zorluklar onlara bugünde gösterildi. Sonra Hz. İsa da Hz. Musa gibi cuma gününü getirdi. Hı-ristiyanlar, Biz onların bayramının bizim bayramımızın hemen akabinde olmasını istemeyiz» diyerek kendilerine pazar gününü ibadet günü olarak seçtiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ cuma gününü bu ümmete verdi. Bu ümmet için cuma gününde bereket vardır». Ebu Hureyre, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu ri- s vayet etmektedir Biz ahir gelenleriz, biz Kıyamet Günü'nde öncüleriz. Onlara bizden önce kitab verildi, fakat onlar bu hususta ihtilafa düştüler. Onlardan sonra bize de kitab verildi. İşte bu onlar için farz kılınan gündür. Onun hakkında da ihtilaf ettiler. Allah bize o güne uymaya hidayet iletti. Onlar bu hususta bize tabidirler. Cumartesi günü yahudilerin, pazar günü ise hıristiyanlarındır». Müslim'in bir rivayetinde; Biz son gelen öncüleriz. Kıyamet Günü'nde cennete ilk dahil olanlarız» denilmektedir. Yine Müslim'in bir rivayetinde şöyle denilmektedir Allah cuma gününü bulmada, bizden öncekileri dalâlete götürdü. Cumartesi yahudilerin, pazar hıristiyanlann oldu. Allah ise bizi getirdi cuma gününe hidayet etti. İşte böylece cuma, cumartesi ve pazar günleri kılındı. Onlar da Kıyamet Günü'nde bize tabidirler. Dünyada son gelenleriz. Kıyamet Günü'nde ise mahlûkat içinde hesapları en önce görülenler olacağız.» Nevevî, Müslim şerhinde şöyle demiştir Bu hadisin açıklaması hakkında bazı alimler, Biz zaman bakımından en son gelenleriz. Fazilet ve cennete girmekte ve vücut bulmada ise en önde olanlarız» demişlerdir. Yani Ümmet-i Mu-hammed cennete en önce girecektir. îşte bu onların üzerinde ibadetin farz olduğu gündür. O gün hakkmda ihtilaf ettiler. Allah Te-âlâ ise bizi bugüne hidayet etti». Kadı İyaz dedi ki; Zahir olan cuma gününün tayini, tazimi ve belirmesi onlara farz kılındı ve o günün tayini ictihadlanna bırakıldı ki o günde şeriatlarını ihya etsinler. Ancak hahamları o günün tayininde ihtilafa düştüler. Allah onları cuma gününü bulmaya hidayet etmedi. Ve cumayı bu ümmetin üzerine tayin ederek farz kıldı. Onu ümmetin içtihadına bırakmadı. Onlar da cu-. manın faziletini elde ettiler. Rivayet edildiğine göre, Hz. Musa onlara cuma gününü emretmiş, onun faziletini kendilerine bildirmiştir. Fakat onlar cumartesi gününün daha faziletli olduğu hususunda Hz. Musa ile mücadele etmişlerdir. Sonunda Hz. Musa' ya onları kendi haline bırak» denildi. Eğer cuma hususunda nesh olsaydı, o vakit onda ihtilaf etmeleri sıhhatli olmazdı. Onlara ,bu hususta muhalefet edin». Nevevî, onlara açık bir şekilde emir verilmiş olmasının mümkün olabileceğini söylemiştir. Onlar bu hususta ihtilafa düşmüşlerdir. Acaba tayini vacip miydi, yoksa değiştirme yetkileri var mıydı? Sonunda onu değiştirdiler ve bunda da yanıldılar. Fahruddin Razî bu ayeti tefsir ederken, Fihi» kelimesindeki zamirin Hz. Musa'ya raci olduğunu söylemektedir. Yani onların ihtilafları Hz. Musa hakkında olmuştur. Çünkü Hz. Musa onlara cuma gününü emretmişti. Onlar ise cumartesi gününü seçtiler. Onların cumartesi günü hakkındaki ihtilafları esasen Hz. Musa üze-8 rinde, o gündeki bir ihtilaftı. Yani o gün hakkında Hz. Musa ile ihtilafa düştüler. Onda ihtilaf ettiler» cümlesinin anlamı, yahudilerin bir kısmının o gün için cumartesidir, bir kısmının ise değildir dedikleri anlamına gelmez. Çünkü yahudiler cumartesi günü üzerinde ittifak r% etmişlerdi. Vahidî şöyle demiştir Bu husus müfessirlerin çGğuna müşkül meselelerden bindir. Öyle ki müfessirlerden bazıları cumartesi hakkındaki ihtilafın anlamını, cumartesi gününün diğer günlere nazaran efdaliyeti hakkındaki bir ihtilaf olduğu şeklinde açıklamışlardır. Yahudilerin bir kısmı Allah Teâlâ, mahlûkatın yaratılması işini bugün bitirdiğinden, cumartesinin en üstün gün olduğunu söylemişler, bazıları da pazar gününde mahlûkatı yaratmaya başladığından dolayı pazar gününün daha üstün olduğunu söylemişlerdir. Oysa bu görüş te yanlıştır. Çünkü yahudiler cumartesinin efdaliyeti hakkında iki gruba ayrılmamışlardır. Pazarı ibadet günü seçenler hıristiyanlardır ve yahudüerden uzun bir zaman sonra bu vuku bulmuştur». Şayet şöyle bir itiraz öne sürülürse Yahudiler cumartesi gününü seçmiştir. Çünkü bütün ehl-i din Allah'ın mahlûkati altı günde yarattığında ve pazar günü yaratmanın başladığında, yaratmanın cuma günü bittiğinde ittifak etmişlerdir. Cumartesi günü istirahat günüdür. Yahudiler; Biz bugün bayram yapmak ve çalışmayı bırakmak suretiyle Rabbimize uyuyoruz» diyerek cumartesiyi seçmişlerdir. Hıristiyanlar ise, {Allah Teâlâ mahlûkatın yaratılışına pazar günü başladı, biz de o günü kendimize bayram yaptık» dediler. Bu iki vecih de makuldür. Ancak cuma gününün fazileti nedir ki müslümanlar onu kendilerine bayram yapmışlardır?» Cevap olarak şöyle deriz Cuma, günlerin en efdalidir. Çünkü yaratılışın kemal ve tamamı cuma günü olmuştur. Kemâl ve tamam ferah ve sevinci gerektirir. Bu yüzden cuma günü bize bayram olmuştur. Bu en evlasıdır. Başka bir vecih ise şudur Allah mahlûkatın en şereflisi olan Adem'i cuma günü yarattı. Adem insanlığın atasıdır. Onun tevbe-sini cuma günü kabul etti. Bu yüzden cuma, günlerin en efdalû dir.» Allah Teâlâ cuma gününü bu ümmet için seçti. Onlar kendileri için bir şey seçmediler. Bu bakımdan Allah'ın onlar için seçtiği gün başkalarının kendileri için seçtiklerinden daha üstündür.» Bazı alimlere göre Allah Teâlâ, Hz. Musa'yı cumartesi gününün tazimi için göndermiş, sonra bugün Hz. İsa'nın şeriatında pazar günüyle neshedilmiştir. Daha sonra her iki gün de Hz. Fey-gamber'in şeriatmdaki cuma günüyle nesholunmuşlardır. Bu bakımdan günlerin en üstünü cuma günüdür. Tıpkı peygamberlerin en üstününün Hz. Muhammed olması gibi. Ayet ile ilgili bir görüş daha vardır. Katade'ye göre, bu husus. ta ihtilafa düşenler yahudilerdi. Cumartesi gününü bazıları helâl, bazıları da haram kılmışlardır. Bu görüşe göre ayetin mânâsı, cumartesinin vebali ve laneti onun hakkında ihtilafa düşenlerin yahudilerin üzerinedir şeklindedir. Onlardan bazıları, Helâldir» diyerek aldandılar, lanete uğradılar, Hz. Davud'un zamanında maymun ve domuza çevrildiler. Bu kıssa A'raf Suresi'nde geçmişti. Bazıları da haramdır diyerek, o gün hiçbir şey avlamadılar. Onlar da yahudileri menetmeye çalışan kimselerdi. En doğrusu ilk mânâdır. [100] Kuşkusuz Jd Rdbbin, aralarında ihtilafa düştükleri hususta Kıyamet Günü hüküm verecektir»; yani Allah onların cumartesi günü hakkındaki ihtilâflarını açıkça belirtecek ve her gruba müs-tehak olduğunu verecektir. [101] Hikmet Nedir? 125 Ey Muhammed! Rabbinin yoluna hikmetle...»Bu Ayetin Tefsiri Rabbinin yolu» ifadesi İslâm dini anlamındadır. Hikmet» ise sıhhatli ve kuvvetli söz, hakkı ortaya koyan ve şüpheleri izale eden görüş demektir. Güzel öğüt», tergib ve terhib demektir. Yani onları tergib ve tehdid yoluyla İslâm dinine çağır. Hitap Hz. Peygamber'e müteveccihtir. Yani, Ey Muhammedi İnsanları Rabbinin dini olan İslâm'a, sahih, muhkem, mübin ve şüpheleri bertaraf eden delillerle ve güzel öğütle çağır. Onlarla, onların inatçüanyla en güzel şekilde mücadele et. Mücadelenin en güzel yolu olan yumuşaklıkla şefkatle, sertlik göstermeksizin tartış.» Deniliyor ki O zamanın insanları ihtilafa düşüp üç grup oldular. Birinci grup sahih akla, güçlü basirete sahip olan kâmil alimlerdi. Onlar eşyanın hakikatına binaen marifeti talep ediyorlardı. Rabbinin yoluna hikmetle çağır» ifadesi işte bu kişilerin İslâm'a davet edilmesi ve kesin delillerle dine çağınlmasıdır. Ki onlar eşyanın hakikatini böylelikle bilsinler. Onlardan hem kendileri yararlansınlar, hem de diğer insanları yararlandırsınlar. Bunlar sahabe ve başka gruplara mensup alimlerin ileri gelenleridir. İkinci grup, sağlam fjtrat ve asli hilkatin sahipleridir. Bunlar da kemâl hududuna varamayan insanların ekseriyetidir. Bu kimseler kemâl hududuna varamadıkları gibi eksikliğin son sınırına da düşmemişlerdir. Bunlar üç kısmın orta tabakasidns Güzel öğüt ile çağırılacak kimseler bunlardır. Üçüncü grup, cidal, husumet, inatçılık sahibi olan kimselerdir. Bunlar da en güzel yolla mücadele edilecek olanlardır. Ki böylelikle hakka boyun eğsinler ve O'na rücu etsinler.» Bazılarına göre hikmet ile risalet kastedilmiştir. Güzel Öğüt ise davette yumuşaklık göstermektir. Onlarla en güzel bir şekilde mücadele et»; yani onlara eziyet etmekten kaçın, risalete ve hakka davette eksiklik yapma. Bu yoruma binaen bazı alimler, bu ayetin Seyf kılıç ayeti»-yle nesh edildiğini iddia etmişlerdir. Ey Muhammedi Sana düşen peygamberliğini tebliğ etmek, onları bu üç yolla hakka davet etmektir .Fakat Rabbin bu gruplardan hangisinin hidayete ermiş olduğunu daha iyi bilir ve her birine ameline göre ceza ve mükâfat verecektir.» Hz. Peygamber'in insanları İslâm'a davet yollarının farklı olması, insanların farklı mertebelerde olmaları nedeniyledir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, onların havassı, avamı ve inatçıları vardır. Bazı müfessirler, Güzel bir şekildeki müeadelenyi onlara eziyetten kaçınmak şeklinde yorumlayarak, bu ayetin Seyf ayeti»y-le nesh olunduğunu iddia etmişlerdir. Ancak cumhur-u ulema, bu ayetin muhkem olduğunu, anlamının da, —daha önce belirttiğimiz gibi— anlaşılacağını söylemişlerdir. Hikmet» delillerin en yücesi olduğundan hikmet ile dine davet edenler, en kâmil, ilâhi marifet ve hakiki ilimlere en çok talip olduklarından dolayı hikmeti, güzel öğütten Önceye alırlar. Cedel ise delillerin en düşüğüdür. Ondan maksat insanları ilzam etmek ve susturmaktan başka bir hedef olmadığı bilindiğinden, en son olarak zikredilmiştir. Güzel öğüt, hüccetten daha aşağıda, fakat cedelden de daha yüksek olduğundan, ortanca sırada getirilmiştir. Ayette Onları Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle ve güzel cidalle davet et» denilmemiştir. Çünkü cidal davetin konusu değildir. Cidalde davete ters düşen bir mânâ vardır. Bu ise, karşıdaki kimseyi ilzam ve susturmaktır. [102] Rasülullah'jn Hz. Hamza İçin Yaptığı Yemini Bozup Kefaret Vermesi 126 Eğer ceza vereceksiniz, size...» Bu Ayetin Tefsiri Mezkur ayet Uhud Savaşi'nda şehit düşen Hz. Hamza hakkında nazil olmuştur. Ebu Hureyre'nin Hz. Peygamber'den rivayet ettiğine göre —ki sahihtir— Hz. Peygamber, şehit düşen Hz. Ham-za'nın cenazesi önünde durarak, kalbini dağlayan korkunç bir hadise ile karşı karşıya geldiğini anladı. Çünkü Hz. Hamza'nın kulaklarının, burnunun kesildiğini, iç organlarının çıkarıldığını görmüştü. Bunun üzerine şöyle dedi Allah'ın rahmeti üzerine olsun. Çünkü bildiğime göre sen sıla-i rahim yapardın, çokça hayır işlerdin. Eğer senden sonrakilerin senin üzerindeki hüznü olmasaydı, seni böylece bırakmak beni sevindirecekti ki sen birçok ruhtan haşre gelmiş olasın. İyi bilinsin kAt Allah'a yemin ederim! Onlardan yetmiş kişiyi senin yerine bu hale düşüreceğim!» [103] Bunun üzerine Cebrail, Nahl Suresi'nin son ayetlerini getirdi ve Hz. Peygamber de yemininin keffaretini verdi. Daha önce arzu ettiği işten vazgeçerek sabretti. Bu rivayete göre mezkur ayet Medine döneminde nazü olmuş olur. Ancak Nuhas'a göre, bu ayet hicretten önce Mekke'de nazil olmuştur ve bu ayet Hz. Hamza'ya uygulanan insanlık dışı eziyet ile ilgili olarak gelmijş değildir. Bazı müfessirler Nuhas'ın bu görüşüne katılmışlardır. Çünkü Hz. Hamza'nın başına gelenlerin yukarıdaki hadiseden geldiğini söylersek, o zaman ayetler arasında bir irtibat olmaz. Allah'ın kelâmı ise irtibatsızlıktan münezzehtir. Çünkü Hz. Hamza'yı şehit düşüren mesele, daha önceki ayetlerin konusunu teşkil eden meselenin aynısı değildir. Şayet ayetin hicretten önce nazil olduğunu söyleyecek olursak, işte o zaman bu ayetle diğerleri arasında bir irtibat kurulmuş olur. Çünkü Allah Teâlâ, peygamberine insanları dine davet etmesini emrettiğinde, onun yolunu apaçık ortaya koyduğunda, Hz. Peygamber'e ve ona tabi olanlara adaleti gözetmelerini emretmiştir. Düşmanları kendilerine ne kadar zarar vermişse ,onların da o kadar zarar verebileceklerini söyledi. Çünkü dine davetin olduğu yerde, müslümanlar düşmanlık güdenlerden uzak değillerdir. Bu nasıl olmasın ki? Din, muhaliflerinin yaptığının fasid, atalarının üzerinde devam ettikleri dininse bâtıl olduğunu belirtmektedir. Onların bu çağrı karşısında hileleri daralmış, sebepler onları yorgun düşürmüş, önlerindeki münakaşa ve münazara yollan tamamen kapanmıştır. Onların göğüslerindeki kin ise deveran etmektedir. Onlar mütereddit bir haldedirler. Tek çıkar yol olarak silahları görmekte ve dinin yerine kızıl ölümü seçmektedirler. Birinci tefsir, müfessirlerin çoğuna aittir ve bu Sahih-i Bu-harî'de de kayıtlıdır. Hatta Kurtubl, bu yorum üzerinde müfessirlerin icma ettiğini söylemektedir. İrtibat olmadığı şeklindeki itiraz ise yerinde değildir. Çünkü Hz. Hamza'nın meselesine dikkati çekmek, İslâm davasının bu tür olaylardan uzak olmadığını bildirir. Mücadele, sonunda savaşa dönüşür. Savaş olduğu zaman, uygun olan davranış zikredilmiştir. Anlam bakımından irtibatta, ayetin Mekkî veya Medenî olmasında bir fark yoktur. Sebebin hususi oluşu hükmün umumi oluşuna mani değildir. Binaenaleyh şayan-ı itimat görüş cumhurun söylediğidir. [104] Kısas Neyle İcra Edilir? Bu ayet, caninin yaptığı fiilin caniye yapılacağının delilidir. Kullanılan aracın aynı olup olmayacağı hususunda ihtilaf edilmiştir. Bazı imamlar aynı olacağına kail olmuşlardır. Ebu Hanife'nin mezhebine göre, kısas sadece kılıçla olur. İsterse katil taşla öldürmüş olsun. Katil yine kılıçla öldürülür. Bu görüşün sebebi —ki ayetin zahirine muhaliftir—, taş vs. ile öldürmek şiddet ve zayıflık yönüyle onun benzerliğinin mümkün olmamasmdandır. Binaenaleyh benzerlik öldürülmesindedir. Ruhu almadadır. Burada ise kılıç asıldır. Cessas, Ahkâm'ul-Kur'an'mda böyle demiştir. Bazıları, ayette ihtilaf edildiğinden hareketle İmam Şafii'nin ayetin zahirine uyduğunu, Hanefilerinse denkliğin sayıda olduğunu söylediklerini bildirmişlerdir. Çünkü bu ayet, Hz, Peygamber, Hz. Hamza'nın başına geleni onlardan 70 kişinin başına getireceğini söylediğinde nazil olmuştur. Sonuç itibarıyla bu hususta bir delil yoktur. Vahidî, bu ayetin müsleyi işkenceyi gerektiren diğer ayetler gibi mensuh olduğunu söylemişse de, onun bu görüşüne bazı hi-daye şerhlerinde itirazlar vaki olmuştur. Eğer müsleişkence tatbik edilmesi tarzındaki cezalandırma hususunda sabrederseniz yapmazsanız, bu sabrınız sabredenler için cezayı tatbikten daha hayırlıdır! Ayette Lekiim» sizin için tabiri yerine, Lis-Sabirin» Sabredenler için kullanılmasının nedeni, sabırlarından dolayı onları övmektir. Yani eğer sabrederseniz bu sizin bilinen ahlâkınızdır.. Sakın bu meselede de onu terketmeyin! 127 Sabret! Senin sabrın ancaJc...» Bu Ayetin Tefsiri Allah Teâlâ, peygamberine açıkça başkalarını teşvik ettiği bir hususu emretmektedir. Çünkü Hz. Peygamber ilminin fazlalığı, Allah'ın şanını daha iyi bilmesi ve Allah'a herkesten daha fazla güvenmesi bakımından, herkesten daha çok emirlerin büyüklerini ifaya müsaittir. Yani, onlardan gelen elem ve eziyetlerden sana isabet edenlere sabret. Onları dine çağırdıktan sonra haktan yüz çevirmeleri karşısında sabret. Senin sabrın ancak Allah ile olur. Buradaki istisna, istisna-i mufarreğdir. Yani senin özelliklerinden herhangi bir şeyle sabır olmaz. Sabır ancak Allah'ın zikriyle olur. Bütün himmet ve kastınla ona yönelmekle olur. Bu cümle Hz. Peygamberi teselli eden bir mânâ taşımakta, sabrın zorluklarını ona kolaylaştırmaktadır. Daha üstünü olmayan bir şerefle onu şereflendirmektedir. Bazı müfessirler, Senin sabrın ancak Allah iledir» cümlesini Allah'ın tevfiki ve yardımıyladır şeklinde yorumlamıştır. Yani, eğer Allah seni muvaffak kılmasaydı, sana yardım etmeseydi sen sab redemezdin! Bu takdirde teselli, sabrın kolaylaştırmasından gelmektedir. Bu yorumun daha zahir olması kabule daha muhtemildir. Onlar için üzülme»; yani kâfirler için üzülme. Onİann seni inkâr etmeleri, sana tabi olmamaları sebebiyle üzülme. Bu ayet, Kâfir bir kavim için üzüntü duyma» ayeti gibidir. Bazı tefsirlerde zamirin kâfirlere değil müminlere raci olduğu söylenmiştir. Yani müminlere Uhud Savaşı'nda tatbik edilen o insanlık dışı uygulamadan dolayı üzülme! Onların müminlere kurdukları tuzaklardan dolayı canını sıkma! Dayk» kelimesi göğsün daralması, sıkılması anlamına gelir. Yani onların sana yapmak isteyecekleri hilelerden dolayı göğsün daralmasın. Ebussuud Efendi'nin dediği gibi, birinci nehy onların cihetinden gelen ve fevt olan bir matlubtan, ikincisi ise, onların cihetinden gelecek bir mahzurdan ötürüdür. Her ikisi de şu anda olmadıklarına göre onları yasaklamak sabrın emredilen gereklerindendir. Tekidi artırmak içindir. Tesellinin şanına kâmil bir tarzda ihtimal vermenin izharıdır. Aksi takdirde Allah'a bütünüyle yönelmiş ve Allah'tan başka her şeyden el-etek çekmiş bir kimsenin kalbinde böyle bir şey hutur edemez. Bu iki yasaktan maksat, tesellinin katıksız olanıdır. Yoksa burada yasağın hakikati kastediliyor değildir. 128 Muhakkak ki Allah sakınanlarla ve,.,» Bu Ayetin Tefsiri Allah'ın sakınanlarla beraber olması, onlan daimi bir şekilde desteklemesi, korumasıdır. Öyle bir destek ki, ona sahip olan bi kimseyi üzüntü, hüzün ve göğüs darlığı şeklinde herhangi bir şey hedefinden saptıramaz. Takva» ile onun en yüce mertebesi kastedilmektedir. Yani takva, iç alemini Allah'tan başka her şeyden temizlemek ve bütünüyle Allah'a yönelmek demektir. Çünkü Allah'ın daimi desteğine, ancak böyle olan bir kimse sahip olabilir. Nitekim bir ayette İyi bilin ki Allah'ın dostlarına ne bir korku ne de bir hüzün vardır» buyurulmuştur. Yani Allah Teâlâ, tamamen kendisine yönelen ve kendilerini Allah'tan başkasıyla meşgul eden şeylerden temizleyen, kalplerinde matlub ve mahzurdan hiçbir şeyin kalmadığı kimselerin velisi, dostu ve yardımcısıdır. Takarrüb bununla meydana gelir. Aksi takdirde sadece günahlardan sakınmak, fertlerinde ruhsat verilen azimetlerin hiçbir şeyirîe medar olmaz. Acaba kendisine işaret edilen sabır üe onu takip eden iki sıfata nasıl medar olabilir? Onun medarı sadece zikredilen mânâdır. Adeta şöyle denilmiştir Allah sabredenlerle beraberdir». Bu ibare yerine ayette yer alan ibarenin getirilmesi sabra daha fazla teşvik içindir. Nitekim Allah muhsinlerle beraberdir» cümlesindeki muhsinler»in ihsanı, o ihsan hakkında koşuşanların yarıştığı bir ihsandır. Başka bir ayette de; Sabret, muhakkak ki Allah muhsinlerin ecrini zayi etmez» buyurulmuştur. Allah Teâlâ böylece, sabır ve takvanın her birisinin ihsan kabilinden olduğu hususuna dikkat çekmiş olmaktadır. Nitekim başka bir ayet bunun delilidir Hiç kuşkusuz, kim sakınır ve sabrederse, Allah muhsinlerin ecrini zayi etmez». İhsanın hakikati, amelleri uygun tarzda icra etmektedir. Hz. Peygamber'den gelen bir hadiste, ihsan Allah'ı görüyormuşçasına ibadet etmek şeklinde tarif edilmiştir. Eğer sen Allah'ı görmüyorsan da o seni görmektedir. îbn Cerir, Îbn'ul-Münzir ve îbn Ebi Hatim, Hasan Basri'den şöyle rivayet etmişlerdir Allah'ın kendilerine haram kıldığı hususlarda sakınanlar ve kendilerine farz kıldıklarında ihsan edenler var ya, işte Allah onlarla beraberdir». Bazı müfessirlerin sözlerinden bu cümlenin, Cezayı misliyle uygula» emrinin sebebi olduğu ihsas ettirilmektedir. Nitekim ayetin anlamının şöyle olduğunu söylemişlerdir Allah, yardım, rahmet ve fazlıyla, kendi ikabından korkan, Allah'ın mahlûkuna ceza tatbik etmede aşın gittikten sonra onlara şefkatle davranan kimselerle beraberdir». Bu; ihsanin kötülüğü terketmek şeklinde yorumlamaktır. Bu ayet müslümanlara İslâmî davette edebin güzelliğini talim etmekte, saldırganlığı terketmeyi öğretmektedir. Muttaki ve muh-sinlere müjde vermekle beraber, sıkıntılı hallerde bile sabrı emretmektedir. Said b. Mensur, İbn Cerir ve bazı müfessirlerin Herem b. Hay-yan'dan naklettiklerine göre, bu zat ölüm sekeratmda iken, kendisine vasiyette bulunmasını söylediler. O da, Vasiyet malda olur. Benim ise malım yok ki vasiyette bulunayım. Size Nahl Suresi'nin son ayetlerini vasiyet ederim» diye buyurdu. [105] — NÂHL SURESÎ'NİN SONU —
nahl suresi 36 ayetin tefsiri