mü min suresi 115 ayet meali

Kuranı Kerimi anlamak, ona göre yaşayabilmek, işte bütün mesele bu. Mü’minûn suresi 115. âyet Mustafa İslamoğlu meali: Şimdi Bizim sizi boş yere ve amaçsız yarattığımız; dahası (hesap vermek için) Bize döndürülmeyeceğinizi sanıyorsunuz, öyle mi? Site De Rencontre Seropositif Au Cameroun. Meallerdeki sıralama bir tercih sıralaması değil alfabetik sıralamadır. Ziyaretçilerimiz takip etmek istedikleri mealleri sol sütundan seçerek ilerleyebilirler. Tercihlerinin hatırlanması için "Tercihimi Hatırla" tıklanmalıdır. VeliAllâhi-lmeşriku velmaġribuc feeynemâ tuvellû feśemme vechuAllâhic innaAllâhe vâsi’un alîmunDoğu da Allah'ındır, batı da. Artık nereye dönerseniz dönün, orada Allah'a dönmüş olursunuz. Şüphe yok ki Allah'ın lütfü, rahmeti boldur, o her şeyi bilir.Bütün yerler ve yönler gibi Doğu da Allah’ındır, Batı da. Her nereye dönerseniz Allah’ın yüzü kıblesi ve tecellisi, kudret ve rahmet eseri oradadır. Şüphesiz ki Allah, her şeyi Kuşatandır, hakkıyla da, batı da Allah'ındır. Nereye dönerseniz dönün, orada Allah'a dönmüş olursunuz. Şüphesiz Allah'ın imkanları ve bilgisi da, batı da Allah'ındır. Allah'ın emrini yerine getirme, Allah'ın rızasını kazanma niyetiyle hangi tarafa dönerseniz dönün, Allah'ın rızası oradadır. Allah'ın nimeti ve rahmeti geniştir. O her şeyi da, batı da Allah'ındır. Nereye yönelirseniz Allah'ın yüzü oradadır. Allah'ın gücü geniştir ve O, her şeyi Tirmizi ve Nesai`nin Abdullah bin Ömer rivayet ettiklerine göre Resulullah Mekke`den Medine`ye doğru gitmekte olduğu bir... Devamı..Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü kıblesi orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, ve batı, her yer Cenâb'ı Allah'ındır. Namaz kılmak için kıbleyi araştırdıktan sonra hangi tarafa yönelirseniz, orası Allah'a ibadet yönüdür. Şüphesiz ki Allah'ın mağfireti geniştir, O her şeyi da, batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz orada Allah’ı bulursunuz. Yeryüzünün her tarafı mescittir. Allah her yerde vardır. Şüphesiz Allah’ın varlığı ve bilgisi da batı da Allah'a aittir. Nereye dönerseniz Allah'ın varlığı oradadır. Şüphesiz ki Allah, her şeyi çepeçevre kuşatan ve her şeyi batı Allahındır, ne yana dönerseniz, orda hakkı bulursunuz, Allah geniş, Allah bilginDoğu da Allah'ındır Batı da. Ne tarafa yönelirseniz yönelin Allah'ın yönü orasıdır. Unutmayın ki Allah, her şeyi kuşatandır her yerde vardır ve gücü sınırsızdır, her şeyi hakkıyla 2/142-150Müslümanlar, kıblenin değiştirilmesi gününe kadar, Beyt’ül-Makdis’e Kudüs’teki mescide doğru namaz kılıyordu. Hatta Medine’de yapılan ... Devamı..Maşrık ve magrib Allâh’ındır hangi tarafa dönerseniz vechuAllah’ı görürsünüz Allâh her şeyi bilür, vâsi’ da batı da Allah'ındır, nereye dönerseniz Allah'ın yönü orasıdır. Doğrusu Allah her yeri kaplar ve her şeyi da, Batı da tüm yeryüzü Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü[32] işte oradadır. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.“Allah’ın yüzü” ifadesi, mecazî bir anlatım olup, burada “Allah’ın rahmeti, rızası ve nimeti” demektir. Kul, tümüyle Allah’a ait olan yeryüzünün neres... Devamı..Doğu da Allah'ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü zatı oradadır. Şüphesiz Allah'ın rahmeti ve nimeti geniştir, O her şeyi bilendir. Allah her yerde hâzır ve nâzır olmakla birlikte, namazda kıbleye dönmek ibadetlerde nizam ve intizamı sağlamak gayesine da batı da ALLAH'ındır. Nereye yönelirseniz ALLAH'ın yüzü oradadır. ALLAH her şeyi kuşatan ve her şeyi beraber, doğu da Allah'ın, batı da Allah'ındır. Artık nereye dönerseniz dönün, orası Allah'a çıkar. Şüphe yok ki, Allahın rahmeti geniştir, O, her şeyi meşrık de Allahım mağrib de, nerede yönelseniz orada Allaha durulacak cihet var, şüphe yok ki Allah vasi'dir alîmdir,Doğu da Allah'ındır, batı da. Nereye yönelirseniz yönelin, Allah'ın yönü orasıdır. Kuşkusuz, Allah, Yardımı Çok Kapsamlı Olan'dır, Her Şeyi Bilen' da Allahındır. Mağrıb da. Onun için nereye hangi semte döner, yönelirseniz Allah'ın yüzü kıblesi oradadır. Şübhe yok ki Allah vaasi'dir, hakkıyle da, batı da her yer Allah'ındır; o hâlde nerede yüzünüzü kıbleyedönerseniz, artık orada Allah'ın râzı olduğu cihet vardır. Şübhesiz ki Allah, Vâsi' rahmeti geniş olandır, Alîm hakkıyla bilen Allah’ın, batıda Allah’ındır. Her ne tarafa yönelirseniz, Allah’ı o tarafta bulacaksınız. Elbette ki Allah her şeyi kuşatan ve da Allah’ındır, Batı da. Nereye yönelirseniz yönelin, Allah oradadır. Çünkü Allah her yeri kaplayıcıdır, da Allah/ındır, Magrip de. Hangi tarafa dönseniz işte Allah/ın vechi oradadır [⁴]. Çünkü Allah vâsi/ [⁵] dir, tamamıyle âlimdir.[4] Orası ibadet cihetidir.[5] İlmi, rahmeti, nimeti, mağfireti geniştir. Namazın sahih olması Beyt-i Mukaddes'e yönelmeğe münhasır değildir.... Devamı..Doğu da batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz dönün Allah’ın Zat’ı [vech] oradadır. Muhakkak ki Allah Vâsi’dir⁷⁶, Alîm’ El-Vâsi’ İlmi, merhameti ve ihsanıyla her şeyi kuşatan, rahmet ve kudreti sınırsız olandır. 77 El-Alîm Her şeyi en iyi da batı da Allah'ındır; nereye dönerseniz Allah'ın yüzü oradadır. Doğrusu Allah her şeyi kuşatan, her şeyi bilendir. Allah’ın yüzünden maksat, kıble kıldığı yön veya Allah’ın zatı ya da Allah’ın, insanların yaptıkları hakkındaki bilgisidir. Bu ayet, Yahudilerin sak... Devamı..Doğu da Allah’ındır, batı da. Müslüman için yeryüzü, bütünüyle mescittir. Dolayısıyla, ibâdete elverişli her yerde ve her durumda, hatta kıble yönünü tayin edemediğinizde bile namazınızı kılabilirsiniz. O hâlde, hangi tarafa yönelirseniz yönelin, Allah’ın yüzü, yani hoşnutluğu ve sevgisi oradadır. Çünkü Allah’ınkudret ve şefkati sınırsızdır ve O, her şeyi en iyi da, Batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz, Allah’ın yönü orasıdır. Allah, alîm da batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz dönün, Allah oradadır. Çünkü her yer Allah’ın, bilgi kapsam alanı içindedir…Doğu batı arasındaki tüm yeryüzü Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır. Sizin illaki Allah şurada burada demenize gerek yoktur. Sizler Allah nerededir tartışması yapacağınıza; Allah’ın yasalarına uyarak hayırlı işler yapın! Şüphesiz Allah lütfu geniş olan, her şeyi hakkıyla bilendir. Doğu da Batı da yalnızca Allah’a aittir. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü rızası oradadır. [*] Şüphesiz ki Allah imkânları geniş olandır, ayette fedakârlıklar her ne şekilde yapılırsa yapılsın, Allah’ın rızasının orada olduğu mesajı da Allah’ındır, batı da. Yüzünüzü ne tarafa dönerseniz, Allah’ın zatı Ve Allah, geniş nîmet sahibidir, her şeyi hakkıyla Bu âyete göre 1- Allah’ın bir mekânı ve yönü yoktur, bütün yönler Onundur. 2- Namaz kılmak için bir mescidde bulunmak, Müslümanlar için zorunlu değ... Devamı..Doğu da Batı da Allah’ındır Nereye dönerseniz dönün Allah’ın yönü orasıdır. Unutmayın ki Allah rahmet ve kudretinde sınırsızdır, her şeyi da Allah’ındır batı da, ne tarafa yönelirseniz yönelin Allah’ın yönü orasıdır. Şüphesiz Allah gücüyle her şeyi kuşatan ve ilmiyle her şeyi bilendir. 2/177, 73/8-9Doğu da Allah’ındır batı da.[²¹⁸] Şu hâlde nereye dönerseniz dönün, orası da Allah’ın yönüdür.[²¹⁹] Çünkü Allah sınırsızdır, ilmi her şeyi kuşatandır.[²²⁰][218] Bu ibarenin açılımı şudur “Her yer ve her yön Allah’a aittir”. Bu genel ifade, yönleri dinî, ideolojik ve uygarlık kavgalarının aracı olmaktan ... Devamı..Meşrik de, Mağrip de Allah'ındır. Artık hangi bir yerde yüzünüzü kıbleye çevirirseniz vech-i İlâhî oradadır. Şüphe yok ki Allah Teâlâ vâsidir, da Batı da Allah'ındır. Hangi tarafa dönerseniz, orada Allah'a itaat ve ibadet ciheti vardır. Muhakkak ki Allah'ın lütfu ve rahmeti geniştir, ilmi her şeyi kuşatır. Doğu da, batı da Allah'ındır. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü zatı oradadır. Şüphesiz Allah'ın rahmeti ve ni'meti boldur. O her şeyi ve garb dünyânın her tarafı Allâh Te'âlâ hazretlerinindir. Her ne tarafa teveccüh ider iseniz Allâh'ın vechi oradadır. Allâh'ın mağfireti genişdir. Her şeyi bilir.[²] [2] Mü'minlerden bir cemâ'at yolculuk esnâsında kesîf bir sise tutularak ve kıble cihetini ta'yîn idemeyerek namâz kıldıkdan sonra sis açıldığı zamân ... Devamı..Doğu da batı da Allah’ındır. Ne tarafa dönseniz, Allah ile yüz yüze gelirsiniz. İmkânları geniş olan ve her şeyi bilen Allah’ da Allah'ındır batı da, ne tarafa yönelirseniz yönelin Allah'ın yönü orasıdır. Şüphesiz Allah her şeyi kuşatandır, da, batı da Allah'ındır. Nereye dönseniz Allah'ın yönü orasıdır. Şüphesiz, Allah sonsuz genişlik sahibidir ve herşeyi hakkıyla da batı da yalnız Allah'ındır. O halde nereye dönerseniz orada Allah'ın yüzü vardır. Allah Vâsi'dir, varlığı sürekli genişletip büyütür; Alîm'dir, her şeyi en iyi biçimde Tañrı’nuñdur maşriķ daħı maġrub. pes ķanca kim yüz dutasız, andadur Tañrı yüzi ya'nį ķıblası. bayıķ Tañrı göklerüñ raḥmeti Taālānuñdur gün doġduġı yir, gün batduġı yir daḫı. Pes ḳanḳı yañayüz çevürseñüz, Tañrı Taālā ol yirde ḥāżırdur. Taḥḳīḳ Tañrı Taālā giñraḥmetlüdür, ġāyetde də, Qərb də Allahındır hansı tərəfə yönəlsəniz üz tutsanız Allah oradadır. Şübhəsiz ki, Allah öz mərhəməti ilə genişdir, O, hər şeyi biləndir!Unto Allah belong the East and the West, and whither- soever ye turn, there is Allah's countenance. Lo! Allah is All Embracing, All Allah belong the east and the West Whithersoever ye turn, there is Allah's countenance118. For Allah is all-Embracing, all- That is, you will face Allah whichsoever direction you turn your face. See note 2112 above. R. بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيمMüminun Suresi Mekke’de inen surelerin yetmiş dördüncüsüdür. Mü’minleri ebedîleştirmek, yaptıkları iyi işleri ve faziletleri yüceltmek için, bu sûreye Mü’minûn ismi verilmiştir. Surenin ana teması, Hz. Peygamber’in getirdiği mesajı kabul ve izlemeye çağrı olup, tüm sure bu tema çerçevesinde dönmekte ve buna yönelik örneklerle açıklanmaktadır. Şimdi konu dağılımını da yapıp, hızla devam edelim; 1-22 Müminlerin özellikleri ve mükafatları 23-54 Nuh kavmi ve yalanlamaları ve diğer kavimlerden örnekler 55-97 Müşriklerin inkarları, inkar edenlere ispatlar, ispatı kabul edenlere müjdeler ve inkarından sapmayanların azapları. 99-118 Sûr’un üflenmesi, ölümden sonrası ve insanların halleriSureye başlarken karşımıza çıkan ilk ayetler hemen hemen surenin atış noktası dediğimiz kısımları oluyor. Bu yüzden giriş ayetleri benim için önemli. Şimdi bu sureye baktığımızda karşımıza müminlerde aranan özelliklerin sıralandığını görüyoruz. Ayetleri nasılsa siz okudunuz ben direk yazarak geçeceğim; O müminler, namazlarını huşu içinde kılarlar, faydasız ve boş laflara takılmazlar, zekat vermek için çalışırlar, ırz ve namuslarını korurlar. Şimdi anlıyoruz ki, Kuran yani dolayısıyla Rabbimiz bizden bu kuralların üstünde durmamızı bekliyor. Yalnız bu ayetlerin peşine baya çarpıcı bir ayet geliyor ki, ben burada bunun yorumunu kesinlikle yapamam. Bir önceki ayette ırz ve namuslarını korurlar diyor, bir sonraki ayette de eşleri ve cariyeleri müstesna diyor. Ve ayetin sonunda da, çünkü bunlarla olan ilişkiler kınanmış değildir diyor. Bu ayetin yorumunu yapmak bana düşmez dedim, bu bazılarını araştırmaya itecek. Bazıları gidip Google’a yazacak ve çıkan sonuçlarda Allah bilir neler okuyacak. Ben ise size ufacık bir anımı anlatıp öyle devam etmek istiyorum. İlk defa meali tam anlamıyla anlayarak okuduğum zamanlardı, herhalde yaşım 16-17 falan. Bu ayetle ve Nur Suresindeki ayetlerle aklım karmakarışık olmuştu. Kadına bu kadar değer veren bir din nasıl olur da cariye meselesinde bu kadar esnek olabilirdi diye sinirleniyordum da. İşin aslı 20 yaşıma kadar da kimse beni cevap olarak tatmin edemedi. Allah şahit, inanmaktan ve Allah şüphesiz en iyisini bilir demekten asla geri durmadım. Bu ayetler beni inkara yahut ahmakça yorumlar yapmaya itmedi. Hiçbir zaman ’uf ne saçma ayet’’ demedim. Evet esnek buldum, evet şaşırdım evet sinirlendim ama haddi aşmadım. Allah haddi aşanları sevmez. Sonra bir gün annem beni zorla bir sohbete götürdü, zorla diyorum çünkü aynı saatlerde arkadaşlarımla Maltepe’de buluşacak ve dedikodu yapacaktık. Faydalı işle ne işim olur, ben gidip günaha batma derdindeyim. Neyse orta yolu bulduk 20 dakika sohbette kalıp çıkacağım dedik. İşte hani Allah kulunun samimiyetine inanırsa onun yüreğini kendi sarar derler ya o hesap. Hocamız, yani çocukluğumdan beri tanıdığım Zehra teyze başladı anlatmaya. Ve ilk cümlesi şu oldu ’Bugün size benim hiç anlamadığım bir ayeti anlatacağım ama nasıl anlatacağım bilmiyorum. İsterseniz önce mealini ve tefsirini okuyalım’’ Bunları dedikten hemen sonra da Müminun Suresi Nur Suresi 2-3-4 .ayeti ve Nur Suresi okudu. Tefsirlerini okudu. Örnek verilen hadisleri okudu. Kitaplardan alıntılar okudu. Ama kesinlikle şahsi bir yorum yapmadı. Biraz Hamdi Yazır, biraz Ömer Nasuhi, biraz Seyyid Kutup biraz hadisler derken arkadan bir soru geldi. ’E hocam bu kadar okuduk da biz hiç anlamadık, şimdi İslam cariye konusunda neden böyle’’ Soruyu duyunca kafamdan kaynar sular döküldü, çünkü Zehra teyze kişisel yorum yapmayacağı için bir 15 dakika daha kitap okuyabilirdi. Neyse ki benim son beş dakikam kalmıştı ve dolduğu gibi çıkacaktım. Ama hiç düşündüğüm gibi olmadı, Zehra teyze gözlerimin içine içine içine baka baka ’Vallahi hanımlar bu konuda hiçbir bilgim yok, ben de çok merak ediyorum. Hatta yarın ahirette Allah’ın huzuruna çıkarsam ilk bu soruyu sorup cevap isteyeceğim. İnşallah cevaplarımızı o gün alırız, bugün zaten alsak da ne önemi olacak. Diğer bir sürü konuya cevap aldık aldık aldık, ne oldu? Biz ilk 5 ayetteki özelliklere uyalım, ahirete saklayalım, nasılsa cariyemiz olmayacak, allah muhafaza cariye de olmayacağız, e ne düşünüyorsunuz bırakın tamam Allahtan daha mı iyi bileceğiz, öyle buyurmuş öyle olmuş’’ Şimdi direk böyle okuduğunuzda sıralı cümleler geldi ama, tam olarak böyle kurallı cümleler kurduğunu sanmıyorum. Devrik cümleleri toparladım, kafamda kalanları düzenledim ve size öyle yazdım. Ve o gün Zehra teyze cümlesini bitirdiğinde benim de 20 dakikam dolmuştu, o gün sohbet zaten sadece 20 dakika olmuştu. Ve o 20 dakika benim o günden sonra imanımı tazelemeyecek hiçbir meseleye kafa yormama kararı almama sebep olmuştu. Şimdi gidip istediğiniz alimin tefsirini okuyun, istediğini kadar sorularla boğuşun. Ama asla alacağınız cevap içinizi bu cevap kadar rahatlatmayacak kadar konuştuktan sonra da geçmek istiyorum. ’Yemin olsun ki, biz sizin üstünüze yedi yol yarattık’’ “Yedi yol” ile ne kastedildiği hususunda değişik görüşler vardır. Eski tefsirlerde bu ifade genellikle klasik astronomi tasavvurundaki yedi kat gök yani yedi kozmik sistem veya gezegenlerin yörüngeleri olarak yorumlanmıştır. Elmalılı, âyetin sonunda geçen bilgi ile alâkalı ifadeyle de bağlantı kurarak, kendisi buradaki “yedi yol”dan insandaki beş duyu ile akıl ve vahiy yollarının oluşturduğu yedi idrak yolunu anladığım belirtmektedir. İbn Âşûr’un da belirttiği, “yedi yol”u eskiden meşhur olan yedi gezegenin yörüngeleri kabul eden yorumdur. Buradaki yedi sayısının sınırlayıcı değil, çokluk bildirmek İçin kullanıldığı da düşünülebilir. Bu üç görüş arasında bana en uygun telen İbni Aşur’a ait olsa da Türk müfessirlerin Elmalılı ekseninde düşündüğünü de belirtmek isterim. Tabi ki bunlar tamamen varsayım, gerçek maksadı yalnız Allah bilir. Biraz daha ilerleyecek ve bizim aklımızın ereceği şeylere değineceğim. Mesela ’ Ve Turi Sina’da bir ağaç var ki, bu hem yağ hem de katık edecekleri bir yiyecek verir’’ İlk okuduğunuzda garip geliyor dimi. Bir ağaç, hem yağ olacak hem yemek. Tamam aslında o kadar da garip gelmiyordur herhalde. Zeytinden bahsediliyor burada, yani o zeytinin yağ olacağını bile söyleyen bir Kuran’a sahibiz. O açıdan açıklananları bi anlayıp uygulayalım da, sonra bu daha gizli daha içerikli olanlara ineriz konuyla birlikte Nuh Kavmine giriş yapacağız. Aslında çok da yapmayacağız çünkü kavimler meselesinde bunu konuşmuştuk. Kısaca hatırlatmak gerekirse, Nuh as kavminden çok bunalıyor ve allah ona bir gemi yapmasını emrediyor. Sonra da bu gemiye her canlıdan birer çift ve bir de bizim verdiğimiz isimleri koy ve hiçbir söz söylemeden git deniliyor. Nuh as’da bu emre itaat ediyor ve onlar gemiye çıktığında tüm kavim helak oluyor. Bu ayetlerden sonra isim vermeden bir kavimden daha bahsedilmiş ve şöyle denmiş; ’Sonra arkalarından bir nesil daha yarattık. Onlara peygamber gönderdik. Ve O onlara Allah kulluk edin, sizin başka ilahınız yoktur’’ dedi.’’ Bu ayette isim verilmeden bahsedilen kavimin kim olduğu yönünde ihtilaflı görüşler var. Eski müfessirlerin bir kısmı, bu âyetlerde İsmi verilmeden kendisinden söz edilen neslin Semûd kavmi ve onlara gönderiler peygamberin Salih aleyhisselâm olduğu kanaatindedirler. Çoğunluk tarafından ise bu neslin Âd kavmi, peygamberin de Hûd aleyhisselâm olduğu söylenmiştir. Bununla birlikte burada sözü edilen peygamberin davet ettiği tevhid ilkesi, esasen Kur’an’da adı geçen peygamberlerin gerçekleştirmeye çalıştıkları ortak davadır. Muhammed Esed’in, bu âyetlerde belli bir peygamber ve kavimden söz edilmediği, burada anlatılanların, “Allah’ın bütün peygamberlerine ve onların her birinin peygamber olarak yaşadıkları tecrübelerde tekrarlanan benzer çizgilere İlişkin genel bir atıf durumunda” olduğu şeklindeki görüşüne katılmak en güzelidir. Kavimler ve inkarları ve ispatları böyle devam ederken, ve o kavimlerin helakları bir daha anlatılırken son noktayı koyuyor; ’ Hiçbir ümmet ecelini ne geriye alabilir ne de erteleyebilir. Biz ardı ardına peygamberlerimizi gönderdik. Her ümmete peygamberi geldi ancak onu yalanladılar. Biz de onları birbiri ardınca yuvarladık ve hepsini birer efsane yaptık. Artık iman etmeyen o kavimler defolsun.’’ Bu ayetle zaten konuyu daha net anlamak mümkün. Hemen peşinden sırayla Musa-Harun ve İsa-Meryem’den kısaca bahsediyor ama daha önce çok üzerinden geçtiğimiz için hızla geçtim. Ancak tüm peygamberleri kapsayan bir emir gelmiş; ’Ey peygamberler! Helal ve hoş şeylerden yeyin, güzel işler yapın. Bu ümmet tek ümmettir, ben de sizin Rabbinizim, benden korkun.’’Yeni konuya başlarken bu kısmın en geniş içerikli kısım olduğunu hatırlatmak isterim. Yalnız başlarken bu yazıyı kısa tutmam gerektiğini de hatırlatmak isterim. Bu kadar isteğin arasından hakkıyla çıkmayı da Rabbimden isterim. Haydi tekrar bismillah. başladığımız konuya, onunla devam edelim; ’Kendilerine verdiğimiz mal ve evlat ile biz onların hayırlarını mı istiyoruz sanıyorlar? Hayır, işin gerçeğini anlamıyorlar.’’ Subhanallah. Ne müthiş bir ayet ile tanıştığımızın farkında mısınız? Ayeti ilk etapta öz eleştiri yapabilmek için kullandık ama tabi ki bu ayet mekkeli müşrikler için indirilmiş. Mekke’de müşrikler sosyal ve ekonomik bakımdan müslümanlardan daha güçlüydüler; bunu doğru yolda olduklarının bir kanıtı sayıyor ve hep böyle gideceğini zannediyorlardı. Halbuki bu imkânlar onlar için bir İstidrâc idi, yani gerçeği görüp ona teslim olma niyetinde olmayanların günahlarını daha da arttıran bir belâ, bir musibet idi; fakat müşrikler ne bu gerçeğin ne de sonlarının gelmekte olduğunun farkına varabiliyorlardı. Nitekim kısa denebilecek bir zaman içinde Önce Medine’de, ardından da Mekke’de ve diğer belli başlı merkezlerde İslâm’ın hâkim olmasıyla birlikte eski düzenin İtibarlı müşrikleri mallarının ve evlâtlarının kendi acı akıbetlerini, tükenişlerini önleyemediğini görmüşlerdir. Yine peşpeşe gelip birbirini tamamlayan bir ayet grubumuz var ki, o da insanın içini ferahlatan cinsten; 57-61; ’Rablerine olan saygıdan dolayı titrereyenler; Rablerinin âyetlerine inananlar; Rablerine ortak tanımayanlar; Ve, Rablerine dönecekleri için yürekleri çarparak zekat verenler. İşte onlar, iyiliklere koşuşurlar ve iyilik için yarışırlar.’’ Bu ayet grubununda ’Yürekleri çarparak zekat verenler’’ifadesi bizim için önemli. Çünkü artık içten gelerek verilen zekat neredeyse yok gibi. Sadakalardan bahsetmiyorum bakın zekat başka bir şey. Hemen bilmeyenler için açıklık getirelim. Sadaka, zengin fakir ayrımı gözetmez, cebindeki paradan, elindeki ekmekten, evindeki eşyadan bir ihtiyacı olana vermek sadaka sayılabilir. Sadaka ömrü uzatır diye bir hadis vardı sanki. Sahih değilse bile sadaka malı bereketlendirir, buna eminim. Bir de zekat var, bu ise malı olanların, yani kısaca zenginlerin, mallarının belli bir bölümünü islami hesaplamalar ile belirlenen bölümünü bir ihtiyaç sahibine verir. Yalnız bu zekatın şartları var, birinci derece akrabalara verilmediğini gibi durumu araştırılarak verilmesi de önemli sayılabilir. Zekatın başka bir şey olduğunu açıkladığımıza göre ayete dönelim. Yürekleri çarparak ifadesi müminlerin korktuğu anlamına gelir. Peki zekat veren mümin neden korkar? Amel­lerinin kabul edilmemesiniden de korkarlar. Bu, mü’minlerin dördüncü sıfa­tıdır. Hasan-ı Basrî şöyle der “Mü’min, hem iyilik eder, hem de kabul edilmemesinden korkar; münafık ise hem kötülük eder, hem de kendini güven içinde hisseder. Onlar, hesap vermek üzere Rablerine dö­neceklerine inandıkları ve iyi amel ve itaatin şartlarını yerine getirmede kusur edebileceklerinden korktukları için kalpleri titrer. Rivayet olun­duğuna göre Aişe bu mübarek âyeti Rasulullah sordu ve dedi ki “Onlar, yaptıklarını kalpleri titreyerek yaparlar” âyetindeki şahıslar, “Allah’tan korkarak zina edenler, hırsızlık yapanlar ve içki içenler mi?” Rasulullah ona şöyle cevap verdi “Hayır, ey Sıddîk’in kızı! Onlar, namaz kılan, oruç tutan ve zekatlarını verenlerdir. Bununla beraber onlar Yüce Allah’tan korkarlar.’’ İşte kendilerinde bu yüce sıfatları taşıyan­lar, o suçlu kafirler değil, yüce dereceleri elde etmek için Allah’a itaatte yarışmlardır. O hayırlara layık olan ve onlar için yarışanlar da onlardır. Fahreddin Râzî şöyle der “Bilesin ki, bu sıfatlar son derece güzel tertip edilmişlerdir. Birinci sıfat, mü’minlerde, uygunsuz şeylerden sakın­mayı gerektiren şiddetli korkunun meydana geldiğini, ikincisi, Allah’ın bir­liğine iman ettiklerini, Üçüncüsü, ibadetlerde gösteriş yapmadıklarını, dördüncü sıfat ise bu üç sıfatı taşıyanların, ibadetlerini, kusur ederim korkusu içerisinde yaptıklarını gösterir. İşte bu sıddîkların ulaştığı son ma­kamdır. Allah, oraya ulaşmayı bize de nasip devamında Efendimiz’in müşriklere iman etmeye çağırması, onlara ayetler okuması, onların arkalarını dönüp gitmesi gibi konular anlatılmış ama ayetler çok açık olduğu için meallerinizden tekrar etmenizi rica edeceğim. Bir de değinip devam edelim istiyorum, burada ’ Yoksa sen onlardan ücret mi istiyorsunuz? Rabbinin ücreti senin için daha hayırlıdır’’ ifadesini hocalar para talep edemez olarak çevirenler var. Bu ayet Efendimiz için indiği düşünülürse bu kıyas biraz tehlikeli olabilir. Çünkü hocalık olsun imamlık olsun artık bir iş alanı ve insanlar bununla ailelerinin rızkını kazanıyor. Bu ayete dayanarak onların para talep etmesinin haram olduğunu ileri sürmek biraz garip olabilir. Yine de belirtmek isterim ki, bu benim şahsi görüşüm. Müfessirlerin bu ayet hakkındaki açıklamaları şu yönde; Hz. Peygamber’in peygamberlik görevi için bir karşılık talep etmiş olabileceği hatıra gelmemelidir. Resûlullah’a hitap eden âyetin anlatmak istediği şudur Sen onlardan bir ücret mi istiyorsun ki kendilerine Allah’ın âyetlerini okuduğunda dönüp gidiyorlar! Böyle bir durum yok; çünkü görevini yapmanın karşılığı olarak Allah seni daha iyisi ile arka arkaya ne güzel ya, aaa bu da çok güzel, ee bu da çok güzel diye diye okuduğum ayetler geldi. Mesela imtihanın güzelliğine bakın; ’Eğer onlara acıyıp da içinde bulundukları sı­kıntıyı giderseydik, azgınlıklarında şaşkın şaşkın dire­nirlerdi. Andolsun, biz onları sıkıntıya düşürdük de yi­ne Rablerine boyun eğmediler, tazarrû ve niyazda da bulunmadılar.’’ Rabbimizin kuluna sıkıntı vermesi kendine çağırmasıdır, sözünün ispatıdır bu ayet. Her gelen sıkıntıda çok şükür Rabbim bugün de beni unutmadı diye ağlayan teyzenin haklılığıdır. Bu ayet öyle güzel ki, insanın sıkıntısına şükrünü arttırır. Sonra sanatın güzelliğine bakın; “Allah’a aittir” diyecekler. “Öyle ise siz hiç düşünüp taşınmaz mısınız!” de. “Yedi kat göklerin Rabbi, azametli Arş’ın Rabbi kimdir?” diye sor. “Allah’ındır” diyecekler. “Şu halde siz Al­lah’tan korkmaz mısınız!” de. “Eğer biliyorsanız söyleyin, her şeyi kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kol­layan, fakat kendisi korunmayan kimdir?” diye sor. “Allah’ındır ” diyecekler. “Öyle ise nasıl olup da aldatılıyorsunuz?” de.’’ Ayetlerde sürekli karşılıklı bir diyalog esas alınsa da, aslında benim dikkat çekmek istediğim nokta Kuran’ın sanat konusundaki güzelliği. Yoksa inkar edenlere karşı bu çıkışları daha önce defalarca okuduk. Sadece ben Edebiyatta öğrendiğim sanatları böyle Kuran’da görünce, bir de böyle kafiyeli gibi olunca iyice hoşuma gidiyor. Geçiyorum bir diğer ayete.“Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım! Surenin karşımıza çıkan bu duayı siz de benim gibi çok sevdiniz mi? Ne müthiş bir dua değil mi? Daha önce hiç dua ederken bu cümleyi kullanmış mıydınız? Bence artık kullanalım. Çünkü biz ne kadar iyi insanlar olursak olalım, ne karar alırsak alalım, kendimize ne kural koyarsak koyalım bir şekilde bir imtihanın tam orta yerinde buluyoruz kendimizi. Çünkü biz kendimizi değiştirsek de, insanlara müdahale edemiyoruz. Tüm ortamı değiştiremiyor, dünyayı tam anlamıyla güzelleştiremiyoruz. Hal böyle olunca, hayatı paylaştığımız diğer insanların öfkelerinden, nefretlerinden, imtihanlarından sıçrayanlarla bile günaha bulaşabiliyoruz. Hiçbiri olmasa, nefsimiz susmuyor. Şeytan susmuyor. İnsanlara karşı, olaylara karşı, hatta bazen Rabbimize karşı bile kışkırtıyor. Velev ki dik durduk, bu sefer de hayatımızdakileri kışkırttım bizi olaya bir şekilde dahil ediyor. İşte bu yüzden bu dua bizim için görünmez bir zırhtır. Bu ayetin sıcaklığı yeter bizim pas tutmuş yüreklerimizin korunmasına. Bu ayeti not edip, dualarımıza katmak yeter bir nebze olsun şeytandan uzak durmaya. Yarın değil, sonra değil, günü gelince değil, şimdi et duayı. Çünkü dua, bela gelmeden önce edilir. Bela geldikten yalnızca kısıma giriş yaparken bu kadar güzel ayetin sonu geldiği için de üzülmüyor değilim. Özellikle birazdan sur üflenecek, kıyamet kopacak, mahşer meydanı anlatılacak, ölülerin sınıflandırılması yapılacakken. Of of of. Düşüncesi bile ürpertiyor insanı. bir bakalım; ’Nihayet onlara ölüm geldiğinde, Rabbim beni geri gönder, boşa geçirdiğim dünyada iyi işler yapayım diyecekler. Hayır, onların söylediği boş laftan ibarettir.’’ “Onlar”dan maksat, özellikle öldükten sonra tekrar dirilmenin imkânsız olduğunu savunan inkarcılardır. Âyette, hayatları son bulup dünya ile ilgili bütün bağlan kopan, arzu ve tutkuları tükenen ve ancak bu noktada akıllan başlarına gelen inkarcıların ümitsizlikleri, tükenmişlikleri ve pişmanlıkları dile getirilmektedir. Fahreddin er-Râzî’ye göre böyleleri, ölümleri esnasında veya zayıf bir görüşe göre âhirette cehennemdeki yerlerini görünce, aslında geri dönüşün imkânsız olduğunu bilseler de sırf inkarcı olarak bu dünyadan göçmelerine üzülüp pişman oldukları İçin bu duygularını ve ümitsizliklerini ifade etmek üzere bu şekilde yakarırlar. Bir de bakalım; ’O vakit sur üfürüldü mü, artık aralarında o gün ne soy sop çekişmesi vardır, ne de birbirlerinden soruşturulacaklardır. O zaman kimin tartıları ağır gelirse, o kurtulur. Kimin tartıları hafif gelirse de onlar kendilerine yazık edenlerdir.’’ Bu durumda herkesin kurtuluşu, dünyada iken kendi iman ve iyi işleri sayesinde kazanmış olduğu sevapların miktarına bağlı olacak; Allah’ın huzurunda, O’nun yanılmaz adalet terazisinde tartıları yani sevapları ağır basanlar kurtuluşa erecek, tartılan hafif kalanlar da derin bir hüsrana uğrayacak, ebedî ve dehşetli bir azap sürecini yaşamak üzere cehenneme son paragrafta benim şu sure içinde en sevdiğim ayeti açıklayacağım. Bu ayeti hatırlamıyorsunuz biliyorum. Muhtemelen ben tırnak açıp alıntı yapana kadar da hatırlamayacaksınız. Oysa bu ayet, bu surenin özeti gibi. Ve en çok da hepimizin ’biz napıyoruz ya?’’ demesi için indirilmiş gibi; ’Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz?’’ Allah apaçık bir şekilde yüzümüze vuruyor ayeti. BEN SİZİ BOŞ YERE YARATMADIM! O halde neden yarattı? Biz bu nedenlerin kaçını yerine getiriyoruz? Ya da sahi kaçını biliyoruz? Kaçını hatırlıyoruz? En son gerçekte ne zaman kendimizi gerçek iman edenlerden hissettik? En son hangi namazda Kabeyi yaşadık? En son hangi ibadette cennet hayaline dalabildik? Bu sorulara cevap veren kardeşlerimin ellerinden öpüyorum. Rabbim sizin ihlasınıza zeval getirmesin, sizi Firdevs cennetinde olanlara katsın. Ve cevap veremeyenlerin de en kısa zamanda cevaplarına ulaşması için dua edeceğim. Ama onu içimden yapacağım. Ben duayı içimden yapsam da, sure son ayeti dua ile kapattığı için o da size gelmiş olacak; ’ Rabbim, bağışla ve merhamet et. Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.!’’Tefsir linki Hakkında Mü’minûn sûresi Mekke’de inmiştir. 118 âyettir. İsmini ilk âyette geçen الْمُؤْمِنُونَ el-Mü’minûn kelimesinden alır. Mushaf tertîbine göre 23, iniş sırasına göre 74. sûredir. Nuzül Mushaftaki sıralamada yirmi üçüncü, iniş sırasına göre yetmiş dördüncü sûredir. Enbiyâ sûresinden sonra, Secde sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Konusu Mekke döneminin sonlarına doğru indiği anlaşılan sûre, ebedî kurtuluşa erecek mü’minlerin vasıflarının tanıtımıyla başlar. İnsanı, önce kendi esrarengiz yaratılışı, sonra da yedi kat gök, belli ölçülerde yağıp canlıların ihtiyacı için yerde depolanan yağmur, onunla neşv ü nemâ bulan bitkiler ve kendilerinden faydalandığımız hayvanlar üzerinde tefekküre davet eder. Önceki peygamberlerin kavimleriyle mücâdeleleri ve neticede peygamberlerin kurtulup inkârcı toplumların helak edilişi, Resûlullah teselli ve münkirleri tehdit sadedinde hatırlatılır. Nübüvvet, tevhid ve âhiret esaslarına vurgu yapılarak; mizanda tartısı ağır gelenlerin mutlu sonlarına, tartısı hafif gelenlerin ise hüzün, hasret ve pişmanlık dolu acı hallerine temas edilerek sûre sona erdirilir. Fazileti Hz. Ömer’den rivayet edilen bir hadise göre Resûlullah, bir ara olağan üstü vahiy hallerinden birini yaşarken kıbleye dönüp ellerini kaldırarak, “Allahım! Bize nimetini arttır, eksiltme; bizi onurlandır, alçaltma; bize ihsan et, mahrum etme; bizi seçkin kıl düşmanlarımıza karşı zayıf duruma düşürme; bizden hoşnut ol ve bizi senden hoşnut kıl!” diye dua ettikten sonra, “Şu anda bana on âyet indi; kim bu âyetlerin gereğini yaparsa cennete girecektir” buyurmuş, ardından da bu sûrenin ilk on âyetini okumuştur Müsned I, 34.1 – 11 ❬ Önceki Sonraki ❭ وَمَن يُشَاقِقِ ٱلرَّسُولَ مِنۢ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ ٱلْهُدَىٰ وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ ٱلْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِۦ مَا تَوَلَّىٰ وَنُصْلِهِۦ جَهَنَّمَ ۖ وَسَآءَتْ مَصِيرًا Ve men yuşâkıkır resûle min ba’di mâ tebeyyene lehul hudâ ve yettebi’ gayre sebîlil mu’minîne nuvellıhî mâ tevellâ ve nuslihî cehennemcehenneme ve sâet masîrâmasîran. Kim, kendisine hidayet doğru yol besbelli olduktan sonra peygambere karşı çıkar, mü’minlerin yolundan başkasına uyarsa, onu yöneldiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir varış yeridir. Diyanet İşleri Başkanlığı Kim, kendisine hidayet doğru yol besbelli olduktan sonra peygambere karşı çıkar, mü’minlerin yolundan başkasına uyarsa, onu yöneldiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir varış yeridir. Diyanet Vakfı Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber´e karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir. Elmalılı Hamdi Yazır Sadeleştirilmiş Kim de doğru, apaçık belli olduktan sonra peygambere muhalefette bulunur ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu gittiği o yolda bırakır ve kendisini cehenneme boylatırız ki, o ne kötü gidiştir! Elmalılı Hamdi Yazır Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra Peygamber´e karşı çıkar, müminlerin yolundan başkasına uyup giderse onu döndüğü yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir gidiş yeridir. Ali Fikri Yavuz Her kim de, kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra, Peygambere aykırı harekette bulunur ve mü’minlerin yolundan başkasına uyar giderse, onu döndüğü sapıklıkta bırakırız. Âhirette de kendisini cehenneme koyarız ki, o, ne kötü bir dönüş yeridir!... Elmalılı Hamdi Yazır Orijinal Her kim de kendisine hak tebeyyün ettikten sonra peygambere muhalefette bulunur ve mü´minler yolunun gayrısına giderse biz onu gittiğine bırakırız ve kendisine Cehennemi boylatırız ki o ne fena gidişdir Fizilal-il Kuran Kim bu yolu iyice tanıdıktan sonra, peygambere zıt düşer de müminlerin yolundan başka bir yola koyulursa, kendisini koyulduğu yolla baş başa bırakır, sonra da cehenneme atarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir. Hasan Basri Çantay Kim kendisine doğru yol besbelli oldukdan sonra peygambere muhalefet eder, mü´minlerin yolundan başkasına uyub giderse onu döndüğü o yolda bırakırız. Fakat ahiret de kendisini cehenneme koyarız. O, ne kötü bir yerdir! İbni Kesir Kim, kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra, peygambere karşı gelir, mü´minlerin yolundan başakasına uyup giderse; onu döndüğü yolda bırakırız. Kendisini cehenneme koyarız. Ne kötü dönüş yeridir orası. Ömer Nasuhi Bilmen Her kim de kendisine doğru yol zahir olduktan sonra Peygamber´e muhalefet eder ve mü´minlerin yolundan başkasına uyup giderse, onu o takip ettiği yola sevkederiz ve onu cehenneme daldırırız. Ve ona ne fena bir gidilecek yer. Tefhim-ul Kuran Kim de kendisine ´dosdoğru yol´ apaçık belli olduktan sonra, peygambere muhalefet ederse ve mü´minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!.. ❬ Önceki Sonraki ❭ Your browser doesn’t support HTML5 audio أَفَحَسِبْتُمْ أَنَّمَا خَلَقْنَٰكُمْ عَبَثًا وَأَنَّكُمْ إِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ E fe hasibtum ennemâ halaknâkum abesen ve ennekum ileynâ lâ turceûnturceûne. “Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” Türkçesi Kökü Arapçası bizim ح س ب أَفَحَسِبْتُمْ أَنَّمَا sizi yarattığımızı خ ل ق خَلَقْنَاكُمْ boş yere ع ب ث عَبَثًا ve sizin وَأَنَّكُمْ bize إِلَيْنَا asla لَا döndürülmeyeceğinizi ر ج ع تُرْجَعُونَ Diyanet İşleri Başkanlığı “Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” Diyanet Vakfı Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız? Elmalılı Hamdi Yazır Sadeleştirilmiş Yoksa siz, Bizim sizi boş yere yarattığımızı ve Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? Elmalılı Hamdi Yazır Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız? Ali Fikri Yavuz Sizi ancak boşuna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülmiyeceğinizi mi zannettiniz?” Elmalılı Hamdi Yazır Orijinal Ya zannettiniz mi ki biz, sizi sırf bir abes yarattık? ve siz, bize irca´ edilmiyeceksiniz? Fizilal-il Kuran Sizi boşuna yarattığımızı ve huzurumuza döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? Hasan Basri Çantay Ya sizi ancak boş yere yaratdığımızı ve sizin hakıykaten bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız»? İbni Kesir Sizi boşuna yarattığımızı ve Bize hiç döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? Ömer Nasuhi Bilmen Ya siz zannettiniz mi ki, Biz sizi ancak bir abes yere yarattık ve hakikaten siz Bize döndürülmeyeceksiniz?» Tefhim-ul Kuran Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve sizin gerçekten bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?»

mü min suresi 115 ayet meali